Av. Hakan TOKBAŞ ÜLKESİZLERİN DİLİ: UYDURUKÇA
HABERİ PAYLAŞ

ÜLKESİZLERİN DİLİ: UYDURUKÇA

Haberin Devamı

27.11.2016 tarihinde Ayşe Arman, Sayın Bülent Eczacıbaşı ve Gülse Birsel ile bir röportaj yapmış.

Çok da güzel yapmış, iyi ki yapmış.

Hali hazırda Sayın Arman meseleyi gündeme getirip, bir iş adamımızın ve bir yazarımızın Türkçe hakkındaki hassasiyetlerini gayet güzel bir kalemle dile getirmişken, Türkçeye olan hassasiyetim gereği ben de üzerime düşeni yapmak istedim.

Türkçe hakkında on yıllardır çektiğimiz çile ve yaşadığımız rezillik ne yazık ki zirveye çıkmış durumda. Bilhassa Türk Dil Kurumu tarafından on yıllardır temel yapısı ile oynanan ve yeterince bozulan dilimiz, son on yıl içerisinde “plaza dili”, “sosyal medya dili” gibi maskeler ile yok olmağa yüz tutmuştur.

Özellikle büyük şehirlerde, iyi eğitimli bildiğimiz insanların konuştuğu dili anlayabilene aşk olsun!

Bir cümlenin yarısı İngilizce yarısı Türkçe olur mu? Oluyor, yapıyorlar ne yazık ki!

Türk Dil Kurumu ne mi yapıyor? Atatürk’ün bıraktığı mirası ve verdiği görevi her nasıl anlamışlarsa, dili geliştirmek şöyle dursun, kamuoyunun kabul etmediği, hoş olmayan, çirkin ve sevimsiz uydurma kavramlar ile kendi çaplarında oyalanıyorlar. Dil, uydurma ve yabancı kelimelerin kuşatması altında iken, onlar meleklerin cinsiyetini tartışıyorlar adeta!

Öz Türkçe yanılgısı, Kurumu baştan aşağı sarmış durumda. Hâlbuki ZİYA GÖKALP’in şu mısralarını ölçü edinmeleri gerekirdi:

“Uydurma söz yapmayız / Yapma yoluna sapmayız / Türkçeleşmiş Türkçedir / Eski köke tapmayız.”

Türk Dil Kurumunun, sadece mizah malzemesi yaratmasından utanıyorum açıkçası! En son “yabancı sözlere karşılıklar” başlığı altında “alfabe” kelimesine “abece” kelimesini önerdiğini, “alfabetik” kelimesine ise “abecesel” kelimesini önerdiğini gördüğüm anda, Kurumdan bir beklentimizin olmaması gerektiğini fark ettim!

Bakınız ULU ÖNDER ATATÜRK, dil bahsinde neler söylüyor efendim:

"Türk" demek "dil" demektir. Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri dildir. Türk milletindenim; diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir kişi, Türk kültürüne ve milletine bağlılığını öne sürerse buna inanmak doğru olmaz.”

“Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin.”

HEYHAT! BATI’DA CİNNET BİLE TERBİYELİ.

CEMİL MERİÇ’in Kamusa (sözlüğe) saygı hakkında şu tespiti sizce de yerinde değil mi? “Kamûs, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamûsa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamûsa. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizm’in üç silâhşörü de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.”

ARGO, KANUNDAN KAÇANLARIN DİLİ; UYDURMA DİL, TARİHTEN KAÇANLARIN…

Yine CEMİL MERİÇ üstadın, argo ile uydurma dili karşılaştırdığı ve okuduğum ilk andan itibaren aklıma kazınan muhteşem tespitleri ile: “Argo, kanundan kaçanların dili. Uydurma dil, tarihten kaçanların… Argo, korkunun ördüğü duvar; uydurma dil şuursuzluğun. Biri günahları gizleyen peçe, öteki irfanı boğan kement. Argo, yaralı bir vicdanın sesi; uydurma dil, hafızasını kaybeden bir neslin. Argo, her ülkenin; uydurma dil, ülkesizlerin.”

-SEL /-SAL EKLERİ

Latinceden geçen ve günümüzde Latin kökenli dillerde yapım eki olarak kullanılan –sel/-sal ekleri, Türkçemizi sarmış durumda ne yazık ki! Olur olmaz her kelimeye bu ekleri kullanmak, bir “entellik” (HİLMİ YAVUZ: "entel ile entellektüel arasında sadece lektüel, yani okumayla ilgili bir fark vardır") göstergesi olarak çıkıyor karşımıza. Dilimize yerleşmiş Latin kökenli kelimelerde kullanılabilirse de, Öz Türkçe, Farsça, Arapça kökenli kelimelerde –sel/- sal eklerini kullanmak da neyin nesi Allah aşkına! Ne kadar komik durduğunu fark etmediniz mi hala? Mesela; “Sendika faaliyetleri” yerine “sendikal faaliyetler“ “Ev atıkları” yerine “evsel atıkları” şeklinde tamlama yapmak garip gelmiyor mu kulağınıza? “Evsel atıklar” kavramını kullananlara sesleniyorum: Acaba bu şahıslar, “ev köpekleri” yerine “evsel köpekler”, “ev sahibi” yerine “evsel sahip”, “ev kiraları” yerine “evsel kira” mı diyecekler?

YAVUZ BÜLENT BAKİLER’in naklettiğine göre, PROF. DR. ZİYAEDDİN FAHRİ FINDIKOĞLU bu hususta şöyle hayıflanıyor: “Türkçemizi “–sal” a bindirdiler, “-sel” e verdiler!”

Sanırım bu hususta şiir yazacak kadar rahatsız olan şairimiz NECİP FAZIL KISAKÜREK, keskin zekâsıyla son noktayı koymuş gibi:

Ruhsal, parasal, soyut, boyut, yaşam, eğilim...
Ya bunlar Türkçe değil yahut ben Türk değilim!

Oysa halis Türk benim, bunlar işgalcilerim;
Allah Türk’e acısın, yalnız bunu dilerim.


KELİMELERİN PİŞMESİ

Dildeki kelimelerin pişmesi gerektiği ve ancak genel kabul gören kelimelerin dile yerleşebildiği, aksinde ısrarcı olmanın Türkçe değil, uydurukçaya hizmet olduğu hususunda NECİP FAZIL’ın şu tespitleri gerçekten harikadır:

“Kömür, toprak altında elmas oluncaya kadar binlerce yıl pişiyor. Dildeki kelimeler de öyle… Milletin dilinde yıllarca pişecek ki, kalple dudak arasındaki elmas dizili nâkili vücuda getirebilsin… Sonradan da zorla bu nâkile dizilecek her madde, o milletin ruh ve idrak temeline en korkunç bir suikasttır. Böyle bir lisanın adı da, Türkçe değil, uydurukça…”

SHAKESPEARE’İ OKUYABİLMEK!

İngilizler Shakespeare’i okuyup anlayabiliyorlar. Peki ya siz Fuzuli’yi okuyup anlayabilir misiniz? Bırakın Fuzuli’yi, Cumhuriyet dönemi kanunlarımızı okuyup anlayabildiniz mi ki?

Bu hususta da MURAT BARDAKÇI’ya kulak verelim, bakın ne güzel bir tespit:

“Bizde (aydın) kendi kültürünü bilmez, İngilizce'den okumaya çalışır. Batı'yı bilmez sadece kafa çekip ahkâm keser. Ben şunu söylüyorum: Türkiye'de Osmanlıca bilmeyen entelektüeller cahildir. 1928 öncesi yazılmış şeyleri okuyamıyorsanız eğer, hiç 'okur-yazarım' diye geçinmeyin. Bugün bir İngiliz entelektüeli Shakespeare'i, Shelly'yi okur, bilir. Bizimkiler Nedim'i, Fuzuli'yi anlamaz, Şeyh Galip'i utanmadan İngilizcesinden okurlar.”

DİLİMİN SÖZLERİ DEĞERLİ TAŞLARA BENZER

Günümüzde neden hiç meşhur bir şair olmadığını düşündünüz mü? Herkesin yüreğini ısıtacak, düşüncelerine tercüman olabilecek, kitleleri arkasından sürükleyecek bir şair sizce de yok değil mi?

Elbette olmaz, dilin bu denli bozulduğu bir ülkede ÜSTAD NAZIM HİKMET’in kelime sancısını çeken bir kişi olduğunu dahi sanmıyorum çünkü. Üstadın nasıl bir dert ile hemhâl olduğunu şu sözlerinden anlıyoruz:

“Dilimin sözleri değerli taşlara benzer... Ben bir kuyumcu yamağıyım. Bu aydınlık taşları birbirine çarparak işitilmemiş sesler çıkarmak istiyorum. Onları öyle bir dizeyim istiyorum ki, gözlerimiz en güzel bir türküyü dinler gibi olsunlar...”

TESPİTLER

1- Goethe diyor ki: “Bir millete yapılacak en büyük fenalık, onun diliyle oynamaktır.”

2- Dedenin, babaannenin, çöpçünün, köylünün, bakkalın bilmediği dil Türkçe değildir.

3- Dillere yeni kelimeler katılabilir. Ancak bu kelimelerin pişmesi ve halk tarafından kabul edilmesi, benimsenmesi gerekir. Kabul edilmeyen kelimelerde ısrar edilmemelidir.

4- Türkçeleşen Türkçedir. Halkın çoğunluğu tarafından kabul edilen ve benimsenen kelimeler üzerinde cerrahi müdahaleler yapamazsınız. Arapça veya Farsça diyerek kelime atmaya kalkarsanız, kullanabileceğiniz kelime kalmaz. Yine Televizyon, Radyo, Tren gibi dile yerleşen Latin kökenli kelimeleri de değiştiremezsiniz. Aksi halde, “Oturgaçlı götürgeç” gibi saçmalıklarla kendinizi küçük düşürmekten başka bir şey yapmamış olursunuz.

5- Teknoloji, Ekonomi, Tıp, Bilişim gibi alanlarda ya çok hızlı hareket eder ve mevcut yabancı kavramlara hemen makul karşılıklar bulursunuz yahut durumu kabullenir, siz de dünyaya Türkçe bir kelime hediye etmek için bu alanlarda ARGE çalışmaları yaparsınız.

6- Plaza dili denilen yarı Türkçe yarı yabancı kelime ile oluşturulmuş saçma cümle yapılarına gelince, onlar uydurukça dahi değiller! Bu insanların entelektüel değil ve fakat “entel” gözüktükleri bir an evvel kendilerine bildirilmelidir. Ne demiş Hilmi Yavuz: "entel ile entellektüel arasında sadece lektüel, yani okumayla ilgili bir fark vardır"

Sıradaki haber yükleniyor...
holder