Cem Kerpiççiler Dedesiyle seni izleyen çocuklara öğrettiklerin için teşekkürler!
HABERİ PAYLAŞ

Dedesiyle seni izleyen çocuklara öğrettiklerin için teşekkürler!

Haberin Devamı

Bazen cümleler boğazına düğümlenir insanın. Çok şey söylemek isterken konuşamaz. Aklına sadece yaşanan anlar gelir. İyisiyle kötüsüyle yaşananlar. Böyle veda etmemeliydi Aykut Kocaman. Yaşanan ne olursa olsun bu hikaye böyle bitmemeliydi. Aykut Kocaman takımın başında kaldığı süre boyunca başımı hiç öne eğdirmedi. Güle güle hocam. Yolun açık olsun.

Sen benim aklımda Türk futbolunda farklı bir duruşun temsilcisi, 29 yıl sonra Türkiye Kupası'nı kulübe getiren teknik adam, Sigma Olomouc faciasında şeref golünü atan 11 numara, Trabzon'da şampiyonluk kazandıktan sonra meslektaşlarını düşünerek açıklama yapabilen oyuncu, sahada taraftarının önünde kupa kazandıktan sonra eğilip saygıyla selamlayan teknik adam ve 3 Temmuz sürecinde dimdik duran Aykut Kocaman olarak kalacaksın.

Sana vedam ise 4 Ağustos 2010'da yazdığım bu yazıyla olacak. Dedesiyle birlikte seni izleyen çocuklara öğrettiğin her şey için çok teşekkür ederim hocam...


Bir gün döneceğinden emindim!

Maçın başlamasına çok az kalmıştı. Dedemin terzi arkadaşına yaptırdığı yünden formayı sırtıma geçirmiştim bir yaz günü. Balkona iki sandalye konulmuş, radyo bir tören edasıyla ahşap binamıza vakti zamanında çakılan bir çiviye asılmıştı. Ölene kadar askeri disiplinden bir an olsun vazgeçmeyen dedem, maç günlerinde tüm kurallarının alt üst oluşuna pek de üzülmüş gibi görünmüyordu. 7 yaşındaki torunuyla maça gidememişti ama takımının bütün müsabakalarını radyodan ilgiyle takip etmişti.

Adını duymak yetiyordu

"Kahveler nerde kaldı, Zeliha hanım?” sorusunun ardından kanal ayarlanmış ve spiker ilk 11’leri saymaya başlamıştı. O zamanlar topçular öyle kafalarına göre bir numara tercih edemiyorlardı. 11 Aykut Kocaman’ı duyduğum zaman gülümseyen yüzümü gören dedem, kahvesinden bir yudum alıp, anneanneme teşekkür etmeyi unutmuyordu. Bense Aykut her topla buluştuğunda heyecana kapılıyor, sandalyemi sallıyordum. Dedem buna çok kızardı işte maç bile disiplin içinde dinlenmeli: “Önce emniyet sonra hareket”

Şeref golünü atmıştı

Aykut, çoğu zaman boşa heyecanlandırmadı beni. Köşeye bıraktığı plaseler, olmadık zamanda attığı deparlar, terse attığı toplar, kornerlerden bulduğu kafa golleri. Radyonun başından belki de yüzlerce kez onun attığı gollerle mutlu kalkıyorduk. Aradan seneler geçmişti, biz dedemle televizyondan maçları izliyorduk bu sefer. Fakat öyle her maçı seyretmek gibi bir lüksümüz yoktu. Bir iş çıkışı soluğu dedemlerde almıştım. O zamanki adı Çekoslovakya olan Çek Cumhuriyeti’nden Sigma Olomouc’tu rakibimiz. Tarihi bir yenilgiydi ama benim o maçta aklımda kalan tek sahne Aykut Kocaman’ın attığı şeref golüydü…

Hem sadeydi hem asil

Hiç maçını kaçırmadığım zamanlardı. Okulu asıp, işten kaçıp, sevgiliyi ekip O’na kaçıyordum. Belki de en az oyun kadar, stada erken girip olanları seyretmekten zevk alıyordum. Oyuncuların sahaya çıkışı, ısınma hareketleri, topçuların yüz ifadeleri ve tribüne davet edilişleri. Aykut Kocaman’ı neden bu kadar sevdiğimi o çılgın davetlerde bir kez daha anladım. Aykut, tribüne belirli bir mesafeye kadar yaklaşıyor, sonra elini kalbinin üstüne götürüp, başını eğerek taraftarları selamlıyordu. O vakur duruşuydu beni her zaman ayağa kaldırıp çılgınca alkışlatan Aykut Kocaman’ı...

Sevinirken üzmemek gerek

Trabzon’da şampiyon olduğumuz maçın ardından, yaptığı açıklamaydı onu farklı kılan. Öyle delice sevinmemek gerekiyordu o anda karşı takımın ne hissettiğini anlamak ve şampiyonluğu bile edebiyle kutlamak gerekiyordu. Onun alçak gönüllüğü ve futbolu bir oyun olarak görmesi birilerinin hoşuna gitmemişti elbette. Onu yollayanlar bir mazeret bile gösteremiyorlardı. Yıllar sonra ekrana çıkıp, “Benim oyuncum şampiyon olduğu vakit karşı takımı düşünmez” şeklinde beyanat verenlerin Türk futbolunu getirdiği nokta ortada aslında…

Çocukların gözleri üzerinde


Geçen sene ait olman gereken yere dönmüştün Aykut Kocaman... Bir sene boyunca görevinin ne olduğunu kimse anlamasa da tribünlerden yükselen ses hep senin yanındaydı. Bu sene ise eşofmanlarını giyip takımın başına geçmen mutluluğunu bin kez daha arttırdı direksiyonun başında hep "kendi evladı" olmasını isteyenleri... Ne Daniel Guiza'nın isabetsiz direnişi ne de Kazım'ın huyundan vazgeçmemesi üzüyor bazı sarı lacivertlileri. 11 numaralı formanı teslim ettiğin Miroslav Stoch ve rüzgârın oğlu Issiar Dia'yla birlikte değişen transfer vizyonu için meraklanıyorlar. Biliyoruz ki Türkiye'nin Real Madrid'i olmaktan vazgeçmek istiyorsun. Parlayıp sönen yıldızların değil hayatın boyunca savunduğun ekip ruhunun peşinden koşmak istiyorsun. Bir hazırlık maçında 5 yedikten sonra basın toplantılarında pek de alışık olmadığımız dille kıvırmadan kolayına kaçmadan, "Ben de en az sizin kadar şaşkınım... Amatör kümede oynayan bir takımın performansını bile gösteremedik" diyebiliyorsun.

Bu yol engebeli sarptır

Bu uzun yolculukta işin çok zor olacak hocam... Sen bu engebeli ve sarp yolda ilerlerken dâhilî ve haricî bedhahların elbette olacaktır. Bu zorlu süreçte bir gün çok bunalırsan kafanı yukarı kaldırıp bakmalısın... Emin ol ki galibiyet için her yolu mübah sayan topluluk içinde gerekirse 3 yıl şampiyon olmayalım ama bir futbol felsefemiz olsun diyenler de olacaktır. Şimdi küçük çocuklar dedeleriyle birlikte seni izleyecek. Ne olur benim yaşıma geldiklerinde senin için benim hissettiklerimi hissetsinler. Onlara futbolun bir oyun olduğunu kazanmak gibi kaybetmenin de normal olduğunu öğret. Dedelerinin aldığı “terletmeyen” formalarla televizyonların başına geçen çocuklara, öğreteceğin o kadar çok şey var ki…

Sıradaki haber yükleniyor...
holder