Mehmet Ali Birand PKK ile mücadelenin kısa bir bilançosu
HABERİ PAYLAŞ

PKK ile mücadelenin kısa bir bilançosu

Önce kısa bir hatırlatma: PKK 1978’de kuruldu. 1984’te Bekaa Vadisi’ne yerleşti ve 1987’de Eruh’ta silahlı terör eylemlerini başlattı. 1992’de, 1’inci Körfez Savaşı’nın yarattığı ortam ve destekle, Güneydoğu’da, özellikle gecelerin kontrolünü eline geçirdi, kurtarılmış bölgeler oluşturdu, geniş gruplar halinde büyük eylemlere girdi.
Türkiye’nin uyanışı, ilk terör olayının üstünden 5 yıl geçtikten ve PKK inisiyatifi eline aldığı 1992’den itibarendir. Org. Doğan Güreş, durumun ciddiyetini gördü ve hem mücadelenin şeklini, hem de donanımını değiştirdi.
1995-1998 arasında, bölgeye yüzbinin üstünde asker sevk edildi. 4 büyük sınır dışı harekat yapıldı. 100 milyar dolara yakın harcama, 5 bin şehit olmak üzere toplam 35 bin can kaybı sonunda, Abdullah Öcalan’ın Kenya’da yakalanmasıyla yeni bir döneme girildi. Ancak PKK yine de bitirilemedi.
1998-2006 arasında hiçbir ilerleme, hiçbir önemli bir politika gerçekleştirilemedi. Ne kültürel, ne sosyal, ne de politik adım atılabildi. Öcalan’ın yakalanmasının yarattığı fırsat kaçırıldı ve PKK, Kandil’de yeniden ve yavaş yavaş dirilip, eylemlerine tekrar başladı.
2009-2010’da ise ilk Kürt Açılımı yaşandı. Ancak, Kürtlerin acul davranışları, muhalefetin sert tepkileri ve iktidarın da oy kaybı korkusuyla yeterince cesur davranamaması nedeniyle askıda kaldı.

Haberin Devamı

Sivil kadrolar her şeyi askere bırakıyor...
Komutanların anlattıklarına bakınca, ilk büyük hata, işin başından itibaren, sivil iktidarların, PKK olayının ne olduğunu, nereden ve neden kaynaklandığını hiçbir şekilde anlayamamaları ve olayların başlamasından itibaren, sorumluluğu adeta askere ihale etmeleriydi. PKK ile Kürt sorunu arasındaki ilişkinin dahi sorgulanmadığı ve “Komutan ne derse doğrudur” yaklaşımıyla hareket edildiği bir dönem. Uzun yıllar boyunca, sivil iktidarların genel yaklaşımlarını “Askere ihtiyacı olan silah ve mühimmatı verelim, gerisini onlara bırakalım” şeklinde özetleyebiliriz.
Bu yaklaşımın altında acaba, askerin işe el koyup sivili işin içine sokmak istememesi mi, yoksa bir başarısızlığı askere fatura etme art düşüncesi mi var, bilinmiyor. Ancak, bir de madalyonun öbür yanını görmekte yarar var.
Komutanların demeçlerinde, askerin de, sivil iktidarları ve yöneticileri, kelimenin tam anlamıyla küçümseyen, onlara tepeden bakan, vatanı kendilerinden başka kimsenin sevmediğine inanmış bir yaklaşımla sürekli hırpaladığını okuyorsunuz. İnanılmaz bir güvensizlik sergiliyorlar.

Haberin Devamı

Asker ise, ne eğitim aldıysa onu uyguluyor...
Komutanlar belki sivil iktidarları suçluyorlar, ancak onların da uyanmaları neredeyse 5 yıl sürüyor. Anlattıkları ve yaptıkları analizler, ne yazık ki, çok yüzeysel. Hele bazı komutanların çizdikleri manzara son derece cılız.
Askerler, nasıl eğitim almışlarsa onu harfiyen uygulamışlar. Teknik yönden başarılılar, ancak onlar da PKK terörü ile Kürt sorunu arasındaki bağlantıyı okuyamamışlar.
Olayı tamamen güvenlik sorunu olarak algıladıklarından dolayı da, işin sosyal ve kültürel boyutlarını doğru dürüst algılayamamışlar. İşin içine sivil parmağı girmediğinden dolayı, PKK ile mücadele ne yazık ki, sadece silah ve barut boyutunda kalıyor.
Komutanlar tüm iç operasyonlarını ve büyük sınır dışı harekatları büyük başarı olarak niteliyorlar. “PKK büyük kayıp verdi... Silindi... Bölge temizlendi...” demeçleri veriyorlar, ancak kısa süre sonra PKK yine karşımıza dikiliyor. Ne acıdır ki, o yıllarda tüm kontrolü elinde tutmalarına rağmen, PKK-Kürt sorunu ilişkisini kuramayan komutanlarımızın, şimdi pişman olduklarını görüyoruz. “Hata etmişiz, Kürt gerçeğini zamanında göremedik...” diyen komutanların da, siviller kadar hatalı yaklaşımlarla bu mücadeleyi sürdürdüklerini anlıyoruz.
Peki, nereden nereye geldik? Acaba devlet politikası mı kazandı, yoksa Kürtler mi?
Bugünkü duruma bakacak olursak, Kürt sorununun büyük ölçüde bir noktaya geldiğini, geriye PKK sorununun kaldığını görüyoruz.
Bunu da yarın paylaşalım.

Haberin Devamı

PKK, bizden daha da fena çuvalladı...

Yukarıdaki yazıdan çıkan manzaraya baktığımızda, sanki PKK çok başarılıymış da, sadece bizler yüzümüze gözümüze bulaştırmışız gibi bir sonuç çıkarabilirsiniz.
Çok yanlış olur. Bu yazıda ülke olarak bir öz eleştiri var. PKK’nın askeri açıdan analizini yapacak olursak, o zaman karşımıza çıkan manzaranın çok daha fena olduğunu görürüz. Zaten silahlı mücadelenin kısa özetine baktığınız zaman, durumun vahameti hemen anlaşılıyor. Hangi amaçla başlamışlar ve askeri stratejilerinde nereden nereye gelmişler. Askeri yönden büyük bir hüsranla karşı karşıya kaldıkları açıkça görülüyor. Siyasi yönden de, nereden nereye geldiklerini yarınki yazımda paylaşacağım

Kürt sorununda hep birlikte sınıfta kaldık

Fikret Bila, çok güzel bir iş yaptı. PKK terörüyle ilgili olarak tarihçilere bundan daha güzel bir ham madde verilemez. Komutanlar Cephesi’nin genişletilmiş versiyonu Doğan Kitap’tan piyasada. Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK terörüyle nasıl mücadele ettiğini merak ediyorsanız, tavsiye ederim. Hele 1980’lerden bugünlere kadarki süreçte görev yapmış 10 kadar Genelkurmay Başkanı ve bölgenin önde gelen komutanlarının ağızlarından okumak istiyorsanız, kaçırmayın.
Konuya olan merakım ve yakınlığım nedeniyle satır satır okudum ve okudukça da üzüldüm. Sizler için, kendi çıkardığım sonuçları özetlemek, saptamalarımı paylaşmak istedim.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder