Nedim Şener 'Medya terörün oksijeni' değildir sansür toplumun boğulmasıdır
HABERİ PAYLAŞ

'Medya terörün oksijeni' değildir sansür toplumun boğulmasıdır

Haberin Devamı

İngiltere’nin eski Başbakanı Margareth Thatcher sansür tarihine, “Medya terörün oksijenidir” sözüyle geçmiştir. Bizim siyasetçiler, son zamanlarda bunu “Propaganda terörün oksijenidir” diye kullanıyor. Hükümet, bu yaklaşımıyla terörün arkasındaki toplumsal desteği azaltmadan, medyanın gözünü, kulağını ve ağzını kapatmaya çalışıyor. Başbakan, terör haberlerinin görülmemesini istiyor. Ama boşuna. Başbakan Erdoğan daha önce medya yöneticilerini de çağırıp terör haberleri konusunda uyarıda bulunmuştu. Ama bunun bir çare olmadığını kendisi de gördü.

Şiddet körüklenmemeli


Şimdi televizyondan ekranlar aracılığıyla şehit haberlerinin verilmemesi talimatını açıktan söylüyor. Dünyada tüm deneyimler gösterdi ki terörün önlenmesinde hiç etkili olmayan bir yöntem varsa o da medyanın gerçekleri saklamasıdır. Bu konuda ilkeler konacaksa bu hükümetlerin değil bizzat medyanın görevidir. Elbette terör ve şiddet haberleri insanları korku ve kaygıya sevk edecek şekilde verilmemeli. Elbette haberler Türk- Kürt gerilim tarzında toplumsal kesimler arasında düşmanlık pompalayacak şekilde olmamalı. Ama hükümetler dahil hiç kimsede medyadan bir gerçeğin gizlenmesini beklememeli.

[[HAFTAYA]]

Gerçek gizlenemez

Fransa’da yayımlanmakta olan Libération gazetesinin Türkiye muhabirliğini yapan ve Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde medya konusunda ders veren Ragıp Duran, bu konudaki evrensel kuralı hatırlatıyor; “Şiddet ve terör olayları bilgi alma hakkını kısıtlamadan ancak propagandaya dönüştürülmeden verilmelidir.” Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) Uluslararası Yürütme Kurulu üyesi ve öğretim üyesi Doğan Tılıç’ta Thatcher mantığının işe yaramayacağını, gerçeğin sansürü ya da otosansürü alt edeceğini söylüyor. Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da asker kaybı veren ABD’deki durumu da New York Times’in İstanbul bürosuna sordum. “ABD’de bir talimat söz konusu olamaz. Olsa da hemen açığa çıkar. New York Times hem şehit haberlerini verir hem de şehit aileleri ile ilgili haberler yapar. Şehitlerin evlerinden hatta odalarından bile görüntüler verir. Elbette kanlı görüntüler vermez ama gerçeği gizlemez” cevabını aldım. Zaten, sansür tarihine geçen Thatcher’de medya ile savaşını kaybetti. O yok ama medya ve özgürlük mücadelesi hâlâ ayakta.

Görmeseniz de duyacaksınız!


Önceden “Gör” denilirdi milletin gözüne sokulurdu. Şimdi “Görme” diyorlar. Onlar da iyice saklıyorlar. Başbakan “Görmeyin” dedi. Bırakın resimlerini isimlerini bile yazmadılar. Beytüşşebap’taki 10 şehit haberini aynen şöyle verdiler: “1 üsteğmen 2 uzman çavuş 7 er şehit oldu.” Bu kadar mı hayatın bedeli?.. Ama işine geleni ise fazlasıyla gördüler. Vanlı şehit er Erdoğan Sönmez’in babası gazetelerin sürmanşetindeydi. Babası İlyas Sönmez “Ben de Kürt’üm dağdaki teröristler ve Meclis’teki savunucuları kimseyi kandırmasın Türkiye için canımız feda.” Oğlunun canından sonra şimdi de babasının sözünden mi yararlanacağız? Birisi çıkıp artık “Onu da Şehit Erdoğan Sönmez’in babası İlyas Sönmez mı? kadar diyene duymayın”

Oğlu toprağa baba betona gömülü

Özgür olsan ne olur, Silivri’ye kapatsalar ne olur, 21 yaşındaki oğlunu kaybettikten sonra. Tartışmalı iddianameyle yargılasalar ne olur, her gün bulgur nohut yedirseler ne olur. 12 metrekare hücreye tıksalar ne olur, oğlunu 2 metrelik mezara koyduktan sonra. Bedenini ve aklını diri diri betona gömseler ne olur, cezaevi aracı ve jandarma eşliğinde oğlunu toprağa verdikten sonra. Yarbay Mustafa Dönmez suçlu mu suçsuz mu onu mahkeme karar verecek ama o en büyük cezayı aldı bile. Artık ona idam cezası verseniz bile kesmez. Hapishanede bir insanın başına gelebilecek en kötü şey geldi onun başına. Sevdiği birisini hem de oğlunu kaybetti. Bir insanın çocuğunu kaybetmesinden acı ne olabilir, hele hapisteyken senden uzakta kaybı, acıların acısı. O ölene kadar kendisini suçlayacak. Yanında olsaydım belki de bu olmazdı diyecek. Peki bu tabloda sorumluluğu olanlar kendilerini suçlayacak mı?

Çocuğu Cüneyt Ünal’ı bekliyor


Hiç kimse onlar kadar korkamaz, tedirgin olamaz. Suriye’de kaçırılan Türkiyeli gazeteci Cüneyt Ünal’ın eşi ve çocuğundan söz ediyorum. Dün Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) öncülüğünde gazeteciler İstanbul Teşvikiye’de Suriye Konsolosluğu’nun önündeydi. Ünal’ın serbest bırakılması için taleplerini ilettiler. Cüneyt Ünal için hükümetin “terörist” suçlamasının ne kadar anlamsız ve yersiz olduğunu haykırdılar. Meslektaşları merak içinde gelecek bir haberi bekliyor ama eşi Nuran Ünal, günlerini, daha önce televizyonda yayınlanan görüntüleri izleyerek ve gelecek iyi bir haberin yolunu gözleyerek geçiriyor. Suriye'de yaşanan iç savaşı görüntülerken kaçırılan Irak'ın El-Hurra televizyonu kameramanı Cüneyt Ünal için geçen hafta da Ankara Suriye Büyükelçiliği önünde eylem yapılmıştı.

‘Eşim terörist değil’

Eşi Nuran Ünal o gün şöyle haykırmıştı: “Eşim terörist değil. Çocuğumun babasını, eşimi geri istiyorum. Bunun için herkesten destek bekliyorum." Umudumuz ve beklentimiz Cüneyt Ünal’ın siyasete kurban edilmemesi ve bir an önce eşine ve çocuğuna kavuşmasıdır.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder