Daniel Tammet, kendisiyle yapılan bir röportajda “Benim için sayılar ve sözcükler kağıt üzerindeki mürekkep işaretlerinden çok daha fazlasını ifade ediyordu. Zihnimdeki sayılar ve sözcükler bir biçime, renge, dokuya ve benzeri özelliklere göre şekilleniyordu. Yine benim için onlar canlıydı. Bu yüzden çocukluğumdan beri sayıları, sözcükleri arkadaşım olarak tanımlardım.
Bu yüzden doğduğum günün çarşambaya denk gelmesi, zihnimdeki doğum tarihimi mavi renge bürümüş. Çizimler her ne kadar siyah beyaz olursa olsun, benim zihnimde renkleri var; üç yeşil, dört mavi, beş sarı gibi. Ben aynı zamanda resim yapıyorum. Örneğin şu anda yaptığım resim, iki asal sayının çarpımıdır. Kelimelerin renkleri ve duyguları, sayıların şekilleri ve karakterleri olduğunu düşünüyorum. Anton Çehov’u okumayı seviyorum. Benim sayı ve kelimeler dünyama benziyor, betimlemeleri” diyor…
Daniel Tammet, 2004 yılında 5 buçuk saat gibi bir sürede, Pi sayısını 22 bin 500’üncü rakamına kadar hatasız sayabiliyor. Tammet’in yetenekleri bununla da sınırla değil, herhangi bir dili 7 gün içerisinde rahatlıkla öğrenebiliyor ve şu anda tam 11 dil biliyor. Bu dillerin arasında İzlandaca gibi, öğrenmesi oldukça zor olan dil grupları da var. Daniel Tammet, “Yaşayan 100 Dahi” listesinde yer alıyor.
Avrupa’da soyut sanat anlayışının öncüsü olarak tanınan Rus ressam ve sanat kuramcısı Wassily Kandinsky, “Palet bıçağı ile tuvale renk çizgileri ve damlaları uyguladım ve onlara elimden geldiğince kuvvetle şarkı söylettim” diyor. Kandinsky için resim sanatı, müzikle oldukça benzerlik taşıyan insanüstü bir uğraş. Resim yaparken adeta müzik bestelediğini düşünen Kandinsky, soyut resim alanında dünyanın en iyi ressamları arasında yer alıyor. Müzik ve resmi bir arada kullanan Kandinsky, bu iki farkı sanat dalı arasındaki sınırları ortadan kaldırarak “saf ruhsallığı” ifade etmeye çalışıyor.
Resmin de müzik gibi insanın içindeki duyguları harekete geçirdiğine inanan Kandinsky, eserlerine bakan kişide, aynı notalarda olduğu gibi bir titreşim yaratmayı amaçlıyor. Nasıl müziği dinlerken heyecanlanıp coşkuya kapılıyorsak, onun eserlerine baktığımızda da bu coşkunun yankılanmasını istiyor. Kandinsk’nin eserlerinde çizgiler yaylı enstrümanların tellerine, dikdörtgenler piyano tuşlarına, dairesel şekiller yumuşak ses geçişlerine, üçgenler sert iniş çıkışların olduğu müziğin görüntüsüne dönüşür. Onun eserlerinde renkler, armoniyi ve ritmi duymamızı sağlar.
Yukarıdaki yazıda sinestezik algıya sahip iki kişiden söz ettik. Bilim insanları yaşanılan bu görsel, duyusal karışıma sinestezi adını veriyor. Bu duruma, “birleşmiş duyular” ya da “eşduyum” denilebilir. Sinestezi, duyuların birlikte algılanması ya da birbirine karışması durumu olarak da tanımlanabilir. Bu kişilerde yaratıcı zeka oldukça yüksektir; sorunlar karşısında yaratıcı çözümler üretme konusunda normal bireylerden çok daha başarılıdırlar. Sinesteziklere göre her şehrin, her evin, her yerin, her tadın, her sesin sahip olduğu değişik renkler vardır. Sinestezi, ender görülen bir duyu karıştırma durumudur.
Demografik olarak genelde solak, çift el kullananlarda ve kadınlarda daha sık rastlanıyor. Irsi olduğu düşünülüyor, ancak başka nörolojik hastalıklar neticesinde de ortaya çıkabiliyor. Nedeni hâlâ anlaşılabilmiş değil, ortalama her 20 bin kişide bir görülüyor. Sinestezi, algılama bozukluğu ya da bir hastalık olarak düşünülmüyor; onun için ‘algıda gelişmişlik’ ya da ‘duyusal algılama hediyesi’ demek daha doğru olur...