Tuğçe Erçetin Misket şampiyonu Yorgo
HABERİ PAYLAŞ

Misket şampiyonu Yorgo

Haberin Devamı

Misket bir zamanlar ne kadar popülermiş. Artık bir sürü oyuncak var, bir sürü.. Ama misketi düşününce sanki geçmeyen bir şeyler var yine de. Hepimizin hayatında bir parçası varmış gibi, belki bir çok kişi süs veya hatıra olarak saklıyordur da... Benim bile vardı, çocukluğum çoook uzun zaman önce değildi ama vardı misketim. Çok fazla vakit geçirmedim. Peki bana bile neden bu kadar yakın geliyor? Çünkü çok hikayesi var, çok kişiden duydum. Ama sıradan rolü yok, paylaşım demek misket bu hikayelerde.

Şimdi fazla imkan olmuyor ama eskiden çocuklar sokaklarda, kendi mahallesindeki çocuklarla oynarlardı. Ya top ya da misket... Kazanma kaybetme olsa da bu oyunlar da, beraber zaman geçirmek ve paylaşmak için vazgeçilmezlermiş. Misket kazandıkça sevinç çığlığı atan ve gülümseyen bir çocuktan daha güzel ne olabilir ki zaten? İşte Suat abi de bu çocuklardan biri. Mahallesinde üstü başı çamur olana kadar top peşinde koşturan, oyun sırasında acıktıkça annesine "anneeee domates ekmeeeek" diye bağıran, kimi zaman kızlara ekmeğinden bir parça ikram eden bir çocuk. Renk renk misketlerini sokakta hava atmak için herkese gösteren. Kaybettiğinde de hırslanıp kendini odasına kapayan bir çocuk. Bildiğimiz çocuk yani. Oyundan sonra eve gidince her birini annesinin verdiği çanağa koyduktan sonra onları izlermiş.

Kaybetmeyi küçüklüğünden beri sevmeyen Suat abi, hala işinde bir sorun çıktığında aniden öfkelenip kapı çarpıyor. Kendi dedi valla. Ama öfkesi de üzüntüsü de kendi içinde, kendine bütün hırsı. Ve eskisi gibi misketlerinden bazıları aynı çanakta evinde saklı dururmuş. Oyun haricinde kimseye hediye etmez kimse ile paylaşmazmış. Bir tane bile mi paylaşmadı diye sordum. Paylaşmış. Mahallesinde "Rum çocuğu" diye seslendikleri arkadaşına vermiş.

"Mavi-yeşil olan bir misketti, hiç unutmam. O kadar sevmezdim ki onu, başımızdan gitsin diye bir tane verdim. Oyuna katıldığını sandı, kovduk biz de. Ertesi gün yine geldi başımıza. Git diyoruz gitmiyor. Rum çocuğu diyoruz, dalga geçiyoruz gitmiyor. Sonra aldık oyuna, iyi oynamaya başladı mı bir de. İyice gıcık olduk tabii. Elin Rum'u gelmiş, bizim misketlere tak tak vuruyor. Kaybetsin diye başka bir oyun uydurduk misketlerle. Ne kural koysak başa çıkamadık. Sonra alıştık biz buna".

"Rum çocuğu" diye almamışlar oyuna, "Rum çocuğu" diye kaybetsin istemişler. Çünkü bir Türk nasıl olur da "Rum çocuğuna" yenilir diye düşünürlermiş. İlk başlarda arkadaş olduklarını ailelerine söylememişler, en azından Suat abi saklamış. Günler geçtikçe domatesli ekmeği paylaşır olmuşlar. Ama adı hep "Rum çocuğu" kalmış ta ki mahalleden gitmek zorunda kalana kadar. Çok üzülmüş, kapı çarpmadan donakalmış bu sefer. Sarılırken ise tek diyebildiği, "Hoşçakal Yorgo" olmuş... "Rum çocuğu" diye seslenmediği tek an, veda ettiği zaman.

"Keşke kalabilseydi de, her gün adıyla seslenseydim. Her gün oyuna katılsaydı. Zaman geri gelmiyor tabii"

Sıradaki haber yükleniyor...
holder