Yaşam 'Doktorum altın kafeste'

'Doktorum altın kafeste'

Paylaş
'Doktorum altın kafeste'

Prof. Dr. Şaban Şimşek (55) Rizeli bir göz hastalıkları uzmanı. Aynı zamanda da Maltepe Tıp Fakültesi Dekanı. 'Doktorum Altın Kafeste' adlı bir kitap yazdı...

Kitap, çoğunlukla Prof. Dr. Şaban Şimşek’in ve meslekdaşlarının anılarından oluşuyor. Ancak gazete haberleri, hatta fıkralar da var. Ama en komikleri, Karadenizli hastaların başrolde olduğu anılar... Prof. Dr. Şaban Şimşek kitabın önsözüne şöyle yazmış: “Bu kitap, mutluluğu ve huzuru bir türlü yakalayamayan ülkemizde, son yıllarda önemli ölçüde statü kaybeden ve bu sebeple genele göre daha da karamsar olan doktorlar için, sorunları farklı bakış açısıyla dile getirmek, tekdüze giden hayata birazcık renk katmak ve hayatı, hiç olmazsa kitabın okunduğu anda yaşanılır kılmak amacıyla yazılmıştır.” İşte kitaptan seçtiğimiz alıntılar...

CEViZDEN DÜŞEN iFLAH OLMAZ

Dr. OrhanDeniz’den...

Bir gün çalıştığım sağlık ocağına, iki kişinin kollarında sekerek yürüyen bir hasta gelmişti. Huzursuzdu, inleyip duruyordu. Nesi olduğunu sorduğumda cevap vermedi. Yanındakiler ağaçtan düştüğünü söylediler. Muayene ettim, ciddi bir şeyi yoktu; ayak bileği biraz şişmişti, bastırınca da hafif ağrısı oluyordu, o kadar! Ağrı kesici bir iğne yapıp bileğini gazlı bezle sardım. Bir pomat ve ağrı kesici de verdikten sonra evine gidebileceğini söyledim. Ama inlemesi sürüyordu.
-Ağrın geçmedi mi? -Sağol doktor bey, mühim bir ağrım yok.
-O zaman niye inleyip durusan? Hastanın verdiği cevap, kadere, hatta atasözlerine yürekten inanmış saf Anadolu insanının hayata bakışını özetliyordu: -Doktor bey, belki sen bilmiyorsun ama bizim buralarda bir söz vardır “Cevizden düşen iflah olmaz” diye. Sen “Bir şeyin yok” diyorsun ama ben artık iyileşmem. Vallahi iyileşmem!.. Hadi ben gittim, bir şey değil ama ya geri kalanlar? Onlar ne olacak?.. İşte ben onlara ağlıyorum! Ne dediysem, ne ettiysem ikna edemedim onu. Koskaca adam başı önde, iki gözü iki çeşme ağlayarak yalpalaya yalpalaya yürüdü gitti.

Memleketumuze sahip çıkalum da!

Göz muayenesi yaptığım hastaya ışıklı tabeladan harf okutturuyorum:
-Beyefendi, sağ taraftan yukarıdan aşağıya doğru okur musunuz lütfen!
-Zonguldak’ın Z’si, Fransa’nın F’si, Samsun’un S’si... Polatlı’nın P’si...
-Pardon, nerenin nesi?
-Polatlı’nın P’si.
-Polatlı da nereden çıktı? Otuz yıldır ilk defa ‘p’ harfini Polatlı ile kodlayanı gördüm. ‘P’ için genellikle Paris kullanılır
. -Hocam, benum kardaşum orda imamdur da!.. Hem Polatlı varken Paris niye diyeceğum? Memleketumuze sahip çıkalum da!

Tavuk körlüğü, horoz karasi!..

-Doktor Bey, bir şey sorabilur miyum?
-Ula ne demek, tabii sorabilursun, ben ne içun Rize’ye geldum daaa (hemşehrilerimle aynı ağzı konuşmaktan büyük zevk alırım).
-Alla razi olsun, ne güzel konuşiyisun! Bayiliyirum ha bole doktorlara da!
-Sağol, teşekkür ederim. Şikayetunuz neydi?
-Emicemun uşağına ‘tavuk körlüğü mi horoz karasi’ mi bir hastaluk deyiler... Ole bi şey işte, ne ise!.. Onda bir yeniluk, ilaç falan var mi?
-Valla sevgili kardeşim, doğrusu ‘tavuk körlüğü’ değil ‘tavuk karası’. Tavuk karasının maalesef yeni bir tedavisi yok. Horoz körlüğüne gelince.. Sanırım ona pek tedavi de gerekmez. Yani horoz kör de olsa tuttuğuni... Anlarsın ya!..

Muhteşem HOCA

Yer YYÜ Tıp Fakültesi, Öğretim Üyeleri Katı... Sevgili kayınvalidemin diktiği meşhur bir pelerinim vardır. Dikişiyle, modeliyle herkesin beğenisini kazanmıştır. Bu pelerini giydiğimde çoğu insan beni nedense biraz havalı bulur. Samimi olduğum bazı arkadaşlar da takılmadan edemez. Yine böyle ‘takılma’ sandığım bir olayda takılanın yabancı olduğunu fark edince biraz sinirlenmiş ve “Buyrun sevgili kardeşim bir şey mi var?” deyivermiştim. Adam:

-Hocam, işte gözümüzdeki, gönlümüzdeki hoca!.. Sayın hocam, bu ne ihtişam, bu ne duruş öyle, Allah nazardan saklasın! Başarıysa başarı, yakışıklılıkla yakışıklılık...” diye methiyeler dizerek karşılık vermişti. E böyle olunca, el mecbur “Hele gel bakalım, konuşalım, tanışalım” diyerek iyi giyimli, okumuş yazmış olduğu anlaşılan adamı odaya almak zorunda kalmıştım. Biraz konuştuk, tanışmış olduk. Görev değişikliği yaparak başka bir memuriyete geçen bir öğretmendi.
-Memnun oldum. Peki senin için yapabileceğim bir şey var mı? Niçin buradasın?” diye sordum. Verdiği cevap yakışıklılığım, azametim ve bulunmaz hocalığımı yerle bir edecek türdendi: “Hayrettin Kara Hoca’ya muayeneye geldim!!!” Not: Dr. Hayrettin Kara psikiyatri hocasıdır!

ARREST DURUMUNDA...


Hastanenin MR çekim odasındayız. İki doktor, ellerinde cihazla koşturarak içeri giriyor: -MR-1’de mi 2’de mi? MR teknisyeni: -Pardon ne, ne için? -Arrest uyarısı aldık! Teknisyen de telaşlanıyor:
-Biz vermedik. Acaba hasta mı?.. MR-2’ye bakalım... Evet, evet! nasıl da fark etmemişim?!! Birlikte MR çekim odasına dalıyorlar.
-Ne oldu beyefendi?.. Ne şikayetiniz var?
-Şey... Şikayet değil de... -Nedir amcacığım? Bir şikayetin yok mu yani?
-Yok, yok. Affedersiniz, küçük abdestime sıkıştım da...
-Hay Allah!.. Tamam amcam, tamam da kırmızı düğmeye niye bastın?
-Ne bileyim, öyle yazıyordu! -Nerede yazıyordu, ne yazıyor?
-Şu kapıda.
- Ne okudun orada? Öyle bir şey yazmıyor ki! Yaşlı adam biraz sinirleniyor:
-Yazmıyor olur mu oğlum? İşte orada yazıyor. Tam kapının ortasında! -Peki ne yazıyor okur musun?
-Okurum tabii. “Abdest durumunda telefonun 5 tuşuna basarak anesteziye ulaşabilirsiniz”.
- Neee! Abdest durumunda mı? Hay Allah iyiliğini versin amcam, hay Allah iyiliğini versin. İşin aslı anlaşılmıştı: Yaşlı amca kendisini sıkıştıran küçük abdestine çare ararken MR çekim odasının kapısında yazılı olan “Arrest durumunda telefonun 5 tuşuna basarak anesteziye ulaşabilirsiniz” yazan levhayı “Abdest durumunda...” şeklinde okumuş ve düğmeye basmıştı. Not: Arrest, kalp durması anlamında kullanılır ve abdestle alakası yoktur.

Kalp ameliyatı için tavsiye

Rize’de tıp fakültesi kuruldu. Prof. Dr. Erol Şener ve arkadaşları sayesinde Rize’de çok sayıda ameliyat yapıldı. Ama taşrada kalp ameliyatı kolay iş değildi! Bu işe inanmayanlardan biri de öğretmenevinin Rizeli Müdürü Servet Akarsu idi. Bu işlere başlanırken Dr. Erol’a kendi üslubuyla tavsiyede bulundu: -Hocam, siz şimdi gerçekten Rize’de kalp ameliyati mi yapacasunuz?
-Evet?
-İlk defa mi yapacasunuz?
-Evet müdürüm, inşallah.
-Hastayi mi ameliyat edecesunuz?
-Müdürüm tabii ki öyle. Başka nasıl olabilir ki? Dalga mı geçiyorsun???
-Yok estağfirullah! Bak, siz Rizeliyi tanimazsunuz. Rizeli kafaya bi şeyi takti mi takar. Yani bir hata yaparsanız Rize’de bi daha ameliyat yapamazsunuz. Pirak ameliyati, orada duramazsunuz, vururler adami!
-Yaa, Servet Bey maşallah iyi moral veriyorsun ha! Ne yapalım yani, başlamayalım mı?
-Yoo yoo! Allah razi olsun hocam. Başlayin da bak size bi akil vereyim; önce sağlam bir adami ameliyat edun, sonra sakatlara başlarsunuz! O zaman işe daha garantili başlamiş olursunuz. Sağlam adamun ölme ihtimali daha azdur da!!!

DiŞ APSESi

Bolu’nun Kıbrıscık ilçesinde pratisyen hekimlik yapıyordum. İlk çalışma yerim ve ilk günlerimdi. Polikliniğe sağ yanağında şişlik olan ve çenesini açamayan ağrılı bir hasta gelmişti. Ateşine baktım, çenesine, boğazına dokundum, hareketli mi diye iyice elledim... Ama bütün bunlara ve fakültede edindiğim bilgileri aklımdan geçirmeme (parotis, otoimmün hastalıklar, tümör vs) rağmen bir teşhis koyamadım. Ta ki hastane eczacısı bayan gelip de “Doktor bey, bu diş rahatsızlığına benziyor” diyene kadar!.. Hastada düşündüğüm o derin hastalıklardan biri değil, sadece basit bir diş apsesi vardı...

Göz muayenesinden ‘basur’ teşhisi!

Ünye’de, göz renginde solukluk şikayetiyle gelen yaşlı bir hastayı muayene ediyordum. Gözünde birincil bir sorun yoktu. Ama kontrolde solukluk dikkatimi çekmiş, kansızlıktan şüphelenmiştim.
-Hacım, sizin basurunuz var mı?
-Vallayi doğrisi var, doktor bey. Affedersunuz ama bugünlerde biraz da azmiş vaziyettedur. Hasta bu teşhisten pek memnun kalmıştı. Dışarı çıkar çıkmaz bekleyen arkadaşına şöyle fısıldadığını duydum:
-Vallayi, helal olsun adama. Doktor, ama doktor ha!.. Ula gözüme bi bakti, g.tümdeki hastalugi anladi!!!

Gebze-Kadıköy hattı

Dr. Emine Akçay’dan...

Hastama okuma tabelasından harf gösteriyorum:

-Bu (E) harfini görebiliyor musunuz?
-Evet, görüyorum.
-Uçları hangi tarafa bakıyor?
-Gebze istikametine, doktor hanım. Hastamız, meğer Gebze-Kadıköy hattında çalışan bir minibüs şoförüymüş!

Kafaya giyilen galoş

Dr. Muzaffer Kırış’tan...

Erzurum’da kliniğimizin koridorunda başına poşet geçirmiş bir ziyaretçiyle karşılaşıyorum:
-Amca o ne? Başındaki nedir öyle?!!
- Ne bilirem doktur bey! Sizin kafanızdakileri görünce (bone), “Dokturlar onu takırler, bize de bunu veriyler” diye düşündüm

“Oğlum zulada var mı?”

Askerde çok sevimli bir sağlık erimiz vardı: Mustafa. Saf, temiz bir Anadolu çocuğu. Yeri geldiğinde pratik zeka benzeri bir şeyler üretir, emir verildiğinde cansiperane koşturur ve işi halleder, yapamazsa da emir vereni üzmez (!), sevimli, sempatik haliyle halledilmiş gibi gösterirdi. Hâlâ var mı bilmiyorum, o zamanlar (1980) askeriyede çok talep edilen ve Aspirin yerine kullanılan ASP adlı bir ilaç vardı. Karargahtan bir yarbay çok sıkıştırmıştı beni, ille de ASP diye. Muadil ilaç kabul etmiyordu. Sonunda “Valla yarbayım bende yok, eczanede de yok, inanın. Belki yüzbaşımda vardır, isterseniz ona uğrayın” diyerek göndermiştim onu. Biraz sonra sağlık amirimiz Tabip Yüzbaşı Mustafa Şengezer seslendi:

-Ya Şabancığım, ASP gerçekten yok mu?
-Maalesef yok, yüzbaşım! Çözüm için Mustafa’ya başvuruldu.
-Oğlum Mustafa! -Emret komutanım.
-Oğlum, eczanede ASP var mı sor bakalım...
-Emredersiniz komutanım. Mustafa az sonra koşarak geldi:
-Yokmuş komutanım.
-Tamam anladık da bak bakalım, belki zulada vardır?!!
-Emredersiniz komutanım. Mustafa iki dakika sonra döndü:
-Zula da kalmamış komutanım!

( 07.01.2012 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır. )

Haberin Devamı