İlk yönetmenlerin 1918-1919 yıllarında kendi filmlerini çekmeye başladığına işaret eden Ersoy, sinemanın Sedat Simavi, Ahmet Fehim Efendi ile başlayıp Muhsin Ertuğrul, Faruk Kenç, Turgut Demirağ, Hadi Hun, Cahide Sonku gibi isimlerle devam eden ve giderek kendi kişilik ve yapısını bulan bir sektör olarak ortaya çıktığını, Lütfi Ömer Akad, Atıf Yılmaz, Ertem Eğilmez, Metin Erksan, Birsen Kaya, Bilge Olgaç gibi ustalara ulaşan bu silsilenin bugün Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu, Derviş Zaim, Yeşim Ustaoğlu, Yavuz Turgul gibi değerlerle yoluna devam ettiğini kaydetti.
Bakan Ersoy, Ata yurdunda da durumun Anadolu'dan çok farklı olmadığına dikkati çekerek, şunları söyledi:
"İlk film gösteriminin 1897 yılında Taşkent'te yapıldığını biliyoruz. Bizim için bir mihenk taşı olan 1914 yılında ise Özbekistan'da 25, Kazakistan'da 20, Türkmenistan'da 6, Kırgızistan'da da 1 tane film gösterilen salon bulunduğu kayıtlara geçmiş. Elbette o yıllarda sinema, önce Çarlık ve ardından Stalin döneminin bir propaganda aracıydı. Ama onun da sonu gelecek, sonrasında hem estetik hem teknik olarak sinema sanatının ilmi ve fikri ilkelerine hakim, özgün ve öncü isimler Türk dünyası sinemasını kare kare, sahne sahne işlemeye başlayacaklardı. Öyle de oldu. 1960'lı yıllar ile birlikte kimliğine, karakterine, kültürüne sımsıkı sarılan o toprakların insanlarından yansımalar beyaz perdeye tek tek düşmeye başladı. Tolomuş Okeyev, Hocakulu Narlıyev, Şöhret Abbasov, Tevfik İsmailov, Bulat Mansurov, Bulat Şemşiyev, Hürriyet İsmailova, Ardak Amirkulov, Darejan Umurbayev gibi isimlerin çerçevesinden Biruni'den Nizami'ye, Ali Şir Nevai'den Mahdum Kulu'na kadar milli figürler sinemaya o dönemde taşındı. Şükür Bahşi, Çocukluğumun Gökyüzü, Kar Leoparının Soyu, Gelin, Atamdan Yadigar Topraklar, Otrar'ın Düşüşü, Kayrat gibi yapımlarla milli hafızalarının keskinliğini, yaşadıklarını ve yaşatılanları unutmadıklarını gösterdiler."