Magazin 'Kahraman olamamış bir sürü erkek var'

'Kahraman olamamış bir sürü erkek var'

Paylaş
'Kahraman olamamış bir sürü erkek var'

'Kahraman olamamış bir sürü erkek var'

RÖPORTAJ: PINAR YILDIZ YÜKSEL / twitter@pinarryildiz

Türkiye’nin sert gündeminden kendimi hızla sıyırıp Yetkin Dikinciler ile röportaja gidiyorum. Cihangir’de, kendine uğurlu geldiğini söylediği cafede buluşuyoruz. O kadar naif ve alçak gönüllü ki, o sert gündem birden bire hümanist bir havaya bürünüyor. Öyle ki, Babam ve Oğlum’daki Salim’in o meşhur babasını yıkıp geçtiği sahne öncesinde Çetin Beyle konuşup helalleştiğini öğreniyorum.

Çoğumuz onu Salim, Marangoz Âdem, Sarı Eşref ya da Nazım olarak hatırlıyoruz. Şimdilerde ise bu isimlere bir yenisi eklendi; Tuncer. Dikinciler, 6 Aralık’ta vizyona giren son ‘Kızım İçin’ de; içindeki sesi dinleyerek karısını ve kızını terk eden Tuncer karakteriyle karşımıza çıkıyor. Ona göre, sürprizlerle dolu bir film bu, çünkü herkes sonunu biliyor ama kimse söyleyemiyor.

Son filminiz ‘Kızım İçin’in konusu ne? Karakteriniz Tuncer nasıl?

Film, eşiyle istediği gibi yaşayamadığını fark eden Tuncer’in iç sesini dinleyerek basıp gitmesiyle başlıyor. Kızı 18 yaşına girdiği gün Tuncer tekrar karşısına çıkıyor. Tuncer’de var bir sorun. Kırıklık, acı... Hepimizin hayatında tutmak isteyip bırakmak zorunda olduğumuz ya da bırakmak isteyip tutmaya karar verdiğimiz şeyler vardır. Yani hayat; sadece dışardan görünen değildir, içimizde olandır da.

Tuncer’in davranışı doğru mu sizce?

Herkesin vereceği kendi cevabı olmalı. Buna ‘yanlış’ dememiz hayatta olmadığı anlamına gelmez. Doğrulamamız da bunu yapacağımız anlamına gelmez.

Yani zaman Tuncer’in yaptığının doğru ya da yanlış olduğunu mu gösteriyor?

Herkes kendine göre bir sonuç çıkarabilir ama filmler tek bir amaçla yapılmaz. Aslında hayatımızı yaşarken doğaya hizmet etmekle mükellef varlıklar olduğumuzu unutuyoruz. Herkesin bir rolü var ve onu oynamak zorunda. Hayatta da oynuyoruz: Askerde komutanına “Emredersiniz” demek zorunda olan ya da öğretmenine cevap vermek durumunda kalan ya da eşine “Evet” demek zorunluluğunu hissedenler... “Kahramanlar, birer illüzyon”

Bu sahtekârlığı yapmak doğanın bir parçası o zaman.

İnsanın kendi sosyalliği de o doğanın bir parçası ama burada devreye akıl giriyor. Akılla yönlendirmek gerekir. İnsan medeniyeti ve devleti de akılla kuruyor. Ancak o devleti kendi kurduğunu unutup ona boyun eğmeye başlıyor. İnsan, kurduğu bu sistem altında ezilmeye başlıyor. Tuncer de bu sistemi değil, iç sesini dinliyor. İç ses kimi kez hatalı da olabilir. Ama burada bir kahraman aramaya gerek yok. Tuncer de hatalıdır, hatta günahkardır.

Her filmde de kahraman olmak zorunda değil zaten.

Hatta olmasa daha iyi. Çünkü kahraman, dışarda arayarak hep vakit kaybettiğimiz bir illüzyon. Bize hep siyasette, sporda böyle kahramanlar tahsis ederler. Sanki dünyayı, hatta hayatlarımızı onlar yönetiyormuş gibi. Bir gün biri fark eder ki asıl kahraman insanın içinde.

Kahramanı da en çok kadınlar arıyor sanki...

Günümüzdeki serbest piyasa anlayışında patron; erkektir, sözdür, babadır, güçtür, kocadır. Bu, egemen kültürün izi bence. Kadın da önce kendini, sonra kucağındaki çocuğu koruyacak bir kahraman arıyor. Aslolan, zaten o çocuğu karnına koyabilme kahramanlığını gösterebilme. Cinsel anlamda değil, kadının kalbine girebilme kahramanlığıdır. Erkeğin kahramanlığı, kadının kalbine girebilmektir. Kahraman olamamış bir sürü erkek var.

“Her iktidar, tiyatroyu yönlendirmek ister”

Devlet tiyatrosunda da çalışıyorsunuz. Son dönemde devletle tiyatrocular arasında bir çekişme var...

Her dönemde iktidar kendi istediği gibi tiyatrolar olsun diye çabalar. Eğitim ve sağlıkta yönlendirme isteyebilir ama sanatta bu işlemez. Çünkü sanatın özü; o güne, fark edilmeyene soru soran ve soru soranlarla dolu bir alandır. Sanatçı hayattaki sorunları yok sayarak oyununu sergileyemez. Aksine, hayat daha güzel olsun diye uyarma görevi vardır. Ve biri uyandırmaya başladığında “Onu dinlemeyin” derler, sesi biraz daha yükselirse ağzını kapatmaya başlarlar.

Devlet tiyatroları kapanırsa neler olur?

Bitmeyiz. Onunla başlamadık ki. Konservatuara gittik, hayat hikâyelerini önemsedik, sahnede insanları izledik. Ödenekli tiyatroların varlığının işlevselliği tartışılabilir ama varlığının özü tartışılamaz. Nasıl daha etkin, verimli, dinamik hale getirilebilir diye düşünülebilir. Sanatın, para işleriyle ilgisi olmaz. Oysa devlet, her zaman ‘kar getiriyor mu’ diye bakar. Para olarak bakarsanız getirmeyebilir, çünkü hizmet veriyorsunuz.

'BİR YAĞMUR DAMLASIDIR GEZİ HAREKETİ'

Para getirmiyorsa bu hizmet kaldırılabilir mi?

Her gün tiyatroya metrolarla, otobüslerle karda kışta gelip o koltukları dolduran insanların cevabıdır bu. Onlar gelmeye devam ettiği için tiyatro var olacaktır. Biz de bunu söyleyerek, anlatarak destekleriz. Bir şeyi bağırarak, öfkeyle anlattığınızda derdinizi anlatamazsınız, o çirkin suratınız ve bed sesiniz çıkar. O zaman söylediğiniz anlaşılmaz. Siz sükûnetinizi ve terbiyenizi muhafaza edeceksiniz ki kendinizi doğru ifade edebilesiniz. Yakışan budur.

Gezi ruhu için neler diyeceksiniz?

Var olanın içinden seçmek zorunda değiliz. Başka seçenek oluşturmak bizim görevimiz. Tek kişinin aklı, hepimizin imece usulü orta koyacağı, demokratik şekilde karar vereceği bir akıldan üstün değildir. Biz buluşup bir manifesto çıkarabileceğimiz oluşumlar yaratabilirsek, ki gerçek amaç bu olmalı, siyasetin geleneği de biraz yenilecek, değişen dünyaya ve taleplere karşılık vermeye başlayacak. Bir isim, bir figür önermekten çok, bir anlayış önerecek. Anlayış da gelecek kişinin o kolektif aklı kullanacağına dair taahhüttür.

Peki var mı böyle bir kolektif?

Tüm dünya böyle bir şeyin oluşabildiğini gördü zaten: Gezi. Bir şeyin doğru bir başlangıcının olması sonrasında onu kullanan, onu manipüle etmeye çalışan kötü güçlerin içine girmesi özünün doğru olduğu gerçeğini değiştirmez. Yağmur pırıl pırıl düşer yere. Yerde çamur olur, toza dumana karışır. Bir yağmur damlasıdır Gezi hareketi!

O ruha nasıl sahip çıkılır?

İstemeye devam ederek, kendimizden vazgeçmeyerek... “Bugünlerin hesabını birileri vermeli”

Gezi’nin başkalarının, hatta dış güçlerin kurgusu olduğunu söyleyenler de oldu...

Ben inanmıyorum. Bana sorun; kurgulamadım. Bir talebim, isteğim vardı. Beni yönlendiren, manipüle eden, kötü anlamda kullanmaya çalışan biri olmadı, olamaz da. Siyasetin de hataları, hesap vermesi gereken şeyler vardır. Bugünlerin hesabını da birileri vermeli. Yani her zaman hesap verebilir olmalıyız. Bardağı devirdiysek özür dilemeyi bilmeliyiz. Su döktüm üzerine kardeşim, iş ki kurusun!

Hep böyle naif misiniz, öfkelenmez misiniz hiç?

Birine, bir şeye kızdığım zaman kendimi daha çok insan hissediyorum. Tersi gibi yaşanmaz. Bütün bunları yaşayıp sükûnetle çaresini bulmaktır insanlık aslında.

Dizisi kötü gittiği için ya da başka koşullardan dolayı uyuşturucuya başladığını belirten genç oyuncular var. Bu nasıl bir haldir?

Hayatımızı tek bir şeye bağlayarak yaşama sorunsalından kaynaklanıyor. Hayatımız o yaptığımız şeyden ibaret değil. Kız arkadaşım Aslı (Orcan) ile ‘Amasya’nın bardağı bir olmazsa bir daha’ diyerek bakıyoruz bu durumlara. Olmuyorsa olmuyordur, ne yapalım.

Aslı Hanım da oyuncu. Nasıl gidiyor ilişkiniz?

Nazar değmesin, çok iyi gidiyor. Her şeyi uluorta yaşamak gibi bir derdimiz yok. İçimde ve kalbimde yaşadığım bir ilişki, dolayısıyla kalbim kendini çok iyi hissediyor.

“Asıl ‘duran adam’ benim”

Kadınlar sizi ‘romantik adam’ olarak tanımlıyor. Öyle misiniz gerçekten?

Bir insan kendini romantik bulduğunu söylerse boş konuşuyordur.

Peki, öyle olduğunuzu size söylüyorlar mı?

Söylüyorlar. Bu algı, benim biraz ‘duran adam’ olmamdan kaynaklanıyor. Meydandaki duran gencimizden çok ben durmaya başlamışım. Hayatta durmayı severim. Gerçek enerjiyi ve hareketi biriktirir durmak. Durup düşünmek, düşünüp eyleme geçmek...

Aşkta da böyle misiniz?

Evet. Saldırgan, talepkâr, hareketli değil, tam tersi içsel olarak demleyen, süzen, tortularıyla uğraşan biriyim. Zaten o tortular belli bir hareketin sonucudur. Kendini bile dinlenerek dinlemeli insan.

Nasıl bir âşıksınız?

Gözüyle gördüğüne değil, gözünü kapattığında gördüğüne âşık olur insan. Uzatamam daha fazla.

'EGO OLMADAN OLMAZ'

Çok isteyip de oynayamadığınız bir rol var mı?

Var, sıradaki. Hep bir sonrakinin heyecanı sarar beni.

Egonuz hangi ölçüdedir?

Sadece oyuncuda değil, insanda vardır ego. Yunanca bir kelime ego ve ‘ben’ demek. ‘Ben’i olmayan buluşamaz. Bir ben oluşturamadıktan sonra ne sunacağım hayata? Hayattan, kimden ne bekleyeceğim?

"HELALLEŞTİKTEN SONRA ÇETİN BEY'E ÇARPTIM"

‘Babam ve Oğlum’daki Salim karakteri fenomen oldu. Nasıl başardınız bunu?

Biz, bir şey anlatmanın heyecanına kapılan insanlardık. Ne güzel ki o heyecan yayıldı ve dalga dalga büyüdü. Benim tek yaptığım, senaryoya ve senaryodan aldığım ilhama sadık hareket etmek, yönetmenimin dediğini yapmaktı. Çağan Irmak’a çok güvendim ve izlediğimde çıkan şeye ben bile inanamadım. Ona teşekkür ediyorum, çünkü benim gibi birinden Salim’i çıkarabilmek çok zordur. Oyuncu bazı şeylerin içinde olduğunu hisseder ama görülene kadar şansı yoktur. Bizimkisi doğru bir buluşmaydı Çağan’la.

O sahneyi hatırlıyor musunuz?

Elbette. Benim Çetin Bey’e (Çetin Tekindor) çarpmam gerekiyor. Çağan söylemiş, bilgisi var. Ama ben bunu Çetin Bey’le konuşup helalleşmeden yapamazdım. Gittim, konuşmaya başladım, “Gereğini yap Yetkinciğim” dedi. Ben de gereğini yaptım.

Çok tekrar ettiniz mi sahneyi?

Tek çekim, bir sahne. Çağan genelde öyle çalışır; tek prova ve tek çekim.

6

Haberin Devamı