Cumartesi Postası 64 yaşında bir delikanlı

64 yaşında bir delikanlı

Paylaş
64 yaşında bir delikanlı

Yıl 2011... 'Erol Evgin'e aşık kız çocukları kervanı'na katılışımın üzerinden 30 yıl geçmiş. 'Bir kuşağın ideal damat adayı' ile söyleşiye, Polonezköy'deki evine gidiyorum ve kendimi zaman makinesinde buluyorum

RÖPORTAJ: GÜLŞAH KARADAĞ

Karşıma çıkan beyefendi ile 30 yıl önce televizyonun dibine girerek izlediğim popstar arasında hiç fark yok. Son yıllarda programlarını izledikçe “Makyajdandır” diyordum, “Kameralar işte” diyordum ama yok, yanılmışım.

64 yaşında bir delikanlı! Yeni albümü ‘Gözbebeğim Sen Çok Yaşa’ ile başlayan sohbet, gençlik sırlarına ve kadınlara kaydı. Hemen belirtelim: Erol Evgin’in yüzünde estetik olduğunu sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Kozmetik ürünü bile kullanmıyor. Onun sırrı SODA. Bir de ‘aile yadigarı’ genler.

’Gözbebeğim Sen Çok Yaşa’ adlı yeni çıkan albümünüz nasıl oldu?

30 Nisan’da 11 yeni şarkı, 3 de versiyonla albümü bitirdik. Albümde 7 Murat Evgin bestesi, bir de Aslı Güngör şarkısı var. Aslı Güngör beni düşünerek ‘Devirdim Yılları’ adlı şarkıyı bestelemiş, hediye etti. İki şarkı sözü de Aysel Gürel’e ait. Sağlığında Ayselciğimle çalışamadık, ölümünden sonra Müjde ile Mehtap bana onun şarkı dolu bavulundan söz ettiler. İki sözü aldık. Aysel de bize ‘öbür taraf’tan el verdi yani, hoş oldu.

Bundan sonraki albüm nasıl olacak?

Sırf çocuklar için bir albüm yapmayı istiyorum. Ama bunlar çocuk şarkıları olmayacak, çocuklar için şarkılar olacak. Çocuklar bize özeniyorlar, çocuk şarkılarını değil, bizim söylediklerimizi söylüyorlar.

Çocuktan laf açılmışken; torunlarınız ilham kaynağı oluyor mu?

Hem de nasıl... Üç torunum var, hepsi beni çok mutlu ediyor.

Şarkılarınız hep çok romantik oldu. Siz de öyle misiniz?

Romantizm bende her zaman oldu. Çok duyarlı, duygusal bir insanım. Her şeyden çok çabuk etkilenirim, gözüm yaşarıverir. Sert bir mizacım da yok. Sakin güce, sükunete inanırım. Günümüzde her şey bağırıp çağırmayla oluyor, şarkı söylemek bağırmakla eşdeğer oldu. Televizyon reklamlarına bakıyorsunuz, çığırtkan gibi bağırıyorlar. Trafik öyle, kürsüler, siyaset meydanları, gazete manşetleri öyle... Sükuneti özlediğimizi düşünüyorum.

“Anılara sinmişim”

Üç kuşak Erol Evgin şarkılarını biliyor. 1970’lerde yaptığınız şarkılar hâlâ dilimizde. Bu nasıl bir his?

Çok güzel bir duygu. Ben o zamanlar yaptığım işin sonucunu düşünmezdim, “Şarkı söylüyorum” derdim. Sonradan anlıyorsun... İnsanların yaşamlarının belli dönemlerine, anılarına sinmişim, orada fon müziği olmuşum. Bu çok önemli. Kokular gibi sesler de unutulmuyor. Üç nesil bizim şarkılarla büyüdü. Bu yeni şarkılar da belki bir-iki nesil götürür bizi.

Mimarlık yaptınız mı?

Küçüklükten beri aklımda müzik vardı ama babam “Kolunda bir altın bilezik olsun” diye şart koştu. Sanata yakın bulduğum için mimarlığı seçtim. Mimar Sinan’dan 1972 mezunuyum, bir yıl kadar da akademide öğretim görevlisi olarak kaldım. Sonra müzik çağırdı. Gazinolar, albümler, konserler, çekimler... 1980’in ardından Şan Tiyatrosu, Hisseli Harikalar Kumpanyası dönemi başladı. Şan Tiyatrosu bitince tekrar gazinolara dönmek istemedim. 1986’da eşimle birlikte mimarlık bürosu açtık, 20 yıl mimarlık yaptım. 2005’te yeniden müziğe döndüm.

Babanız tavsiyesinde haklı mıymış?

Babamın 40 yıl önce bana söylediğini, ben de oğluma söyledim. Çünkü Türkiye telif haklarının tam olarak işlemediği birkaç Afrika ülkesinin yanında yer alıyor. Telif haklarıyla yaşanmıyor bu ülkede.

“Çek-senetten yatıp beste yapmak revaçta”

Gazinolara niye dönmediniz?

Yapısı bozulmuştu. 1970’lerin gazino kültürü kalmamıştı. Size 1970’lerden bir gazino kadrosu söyleyeyim: Sezen Aksu, Ahmet Özhan, ben, Zeki Alasya-Metin Akpınar, Emel Sayın... Maksim’in böyle bir kadrosu vardı. Sonra İzmir Fuarları olur, aynı kadroya Cem Karaca, Barış Manço eklenirdi. Gazino bir kültürdü. Türk Musikisi’nin düzgün icra edildiği yerlerdi. Biz de pop müzik rengi olarak katılırdık. 1985’lerde gazinolara arabesk müzik egemen oldu, fiyatlar arttı, aileler gazinolardan elini eteğini çekti. Pop müzik söyleyen erkek sanatçının fonksiyonu kalmamıştı.

Geçmişle şimdiyi karşılaştırdığınızda ne düşünüyorsunuz?

Bizim zamanımızda müzik gönül işiydi. Tek kanal, siyah-beyaz, efendi efendi şarkılarımızı söylerdik. Şimdi kanallar var, bir endüstri var, izleyici var, imkanlar var. Ama bir yandan da ortalık toz duman. Kendini duyurmak çok zor. Bir de dönem ruhları var. Ben 1970’lerin ruhuna göre oluşmuşum. ‘Temiz yüzlü, efendi adam’ denirdi bana, annelerin kızlarına damat olarak tavsiye ettikleri tiptim. Şimdi öyle tipler pek revaçta değil. Çek, senetten içeri girip beste yapmak, kız kaçırıp iş yapmak makbul. Murat bazen diyor, “Baba bizi efendi yetiştirmişsiniz, yanlış olmuş” diye.

Yeni popçuları beğeniyor musunuz?

Gençlere güveniyorum, daima bizden iyi olacaklar. Sertap Erener, Tarkan, Kenan Doğulu, Murat Evgin, Aslı Güngör, Funda Arar’ı çok beğeniyorum. Zeki Alasya’nın kızı Zeynep’in sesini çok beğendim mesela. Birini söyleyince diğerini unutuyoruz, ayıp oluyor.

“Yüzümü soda ile yıkarım”

Nasıl oluyor da hiç değişmiyorsunuz?

64 yaşındasınız sonuçta. Yarısı genetik. Anne tarafım Kafkasya’dan gelmiş, Karadeniz ailesi. Uzun ömürlü insanlar. İnşallah biz de öyle oluruz. Bir Ballı Ninem vardı, 104 yaşında öldü. Anneannem 96, annem 95 yaşında rahmetli oldu. Biraz onlara güveniyorum, bana moral oluyorlar. Onun dışında ruh ve beden sağlığı çok önemli. Ruhumu iyi tutmaya bakarım. Tutkularım vardır ama hırslarım yoktur. Kin tutmam. Hep bir şeylerle uğraşırım: Resim yapıyorum, müzik dinlerim, beste yaparım, bahçeyle ilgilenirim... Birkaç yıldır burada (Polonezköy) yaşıyorum, temiz havası çok iyi geliyor. Sigara içmiyorum. En az 8 saat uyurum. Akşam 10.30’da yatağa girmek kadar sağlıklı bir şey yok. Sabahları yüzümü sodayla yıkarım. Çok faydalı, yüzünüzü geriyor, rahatlıyorsunuz. Sosyal anlamda keyif alacağım zaman 1-2 kadeh içki içerim: Dostlarla bir aradaysam, sahneye çıkıyorsam... Masada olumsuz şeylerden, hastalıktan bahsettirmem. Benim masamda hüzün olmaz; eğleneceğiz, güleceğiz, bunu önleyemiyorsam da kalkar giderim. Gerçi Alman’a rakı içirmişler, “Ne olacak bu Almanya’nın hali” demiş. Bir de fareye rakı içirmişler, “O kedi buraya gelecek” demiş... (Gülüyor) Yani, rakının böyle bir yanı var ama onu da keyifle içmek lazım.

Kozmetikle aranız nasıl?

Gerektiğinde Bepanthene kullanırım, o kadar. Kozmetikle aram yoktur. Zaten cilt sağlığı dışarıdan elde edilecek bir şey değil, içeriden gelen bir şey.

Ya kilonuz?

Eskiden neyseniz hâlâ öylesiniz. Bantta yürüyorum, saatte 6 kilometre hızla yarım saat kadar yürüyorum. Yürüyüş ilaç gibi. Bacak damarlarına etkisi sayesinde kalbi onaran hücreleri oluşturuyor, vücudun etkinliğini artırıyor. İnsanın damar yaşından daha önemli bir değer yok. Ayrıca benzin alırken hangisi olacağını düşünüyoruz, kendi gıdamıza gelince içinde ne olduğunu düşünmeden yiyoruz. Konserve yemem, pastane ürünü pek almam. Sebze-meyve ağırlıklı beslenirim. Asla kendimi kısıtlamam. Kısıtlamak stres, stres de kolesterol yapar.

“Her şeyi yerinde zayıf kadın iyidir”

Bir kadında en çok neyi beğenirsiniz?

Zarafet. Kadının, kadınca ve zarif olmasını çok severim. Güzel saçları olsun... Şair Ümit Yaşar Oğuzcan ne demiş? “Ben güzel gözlü kadınları severim; bir de küçük ayaklıları, uzun boyunluları; hem nasıl severim, öyle severim işte... Bilemezsiniz, ne güzeldirler öpüştükçe.” İşte bu bana uyar, hem nasıl uyar... (Gülüyor)

Kadın ve kilo?..

Kilo, giysileri iyi göstermiyor. Kilolu kadınlar da hoştur ama moda işine girmeyecek. Kadın çok zayıf da olmayacak. Ben ‘her şeyi yerli yerinde’ zayıf kadın severim. Endamı da yerinde olacak. (Gülüyor) Kadında endam ve salınım önemli.

‘Kafasına silah dayamışlardı’

Erol Evgin, POSTA’ya röportaj verir de ‘en unutulmaz macerasını’ anmadan geçmek olur mu? POSTA Genel Yayın Yönetmeni Rıfat Ababay anlatıyor: Yıl 1980. Türkiye huzursuz... Siyasi ortam tozduman... Kim vurduya gitmek moda. Magazin gazetesi ŞEY’de çalışıyorum. Yazı İşleri Müdürü Ayhan Göncer, Erol Evgin ile röportaj yapacak. Fotoğrafları ben çekeceğim. Erol Evgin ‘Bir de Bana Sor’u söylüyor. Evlerin ışıkları, kent, karamsarlık tablosu oluşturalım diye yüksek binalar ve gecekonduların bir arada olduğu bir noktada çekim yapmak istiyoruz. Sonunda yeri buluyoruz. Gayrettepe’de bugünkü Sürmeli Oteli’nin arkası...

Etraf bomboş. Erol Evgin tozlu yolun kenarında duruyor ve kollarını iki yana açıyor. Beş kare çekip filmi değiştirmek için arkamı dönüyorum. Bir anda ortalık karışıyor. Mavi bir minibüs hızla geliyor, içinden silahlı dört adam iniyor. Dönemin moda silâhı ‘akrep’in buz gibi namlusunu, kalın bıyıklı, sakal tıraşsız, deri ceketli bir adam gırtlağıma dayamış. Küfür, hakaret gırla... Erol Evgin dizlerinin üstünde. Kafasına iki yandan silah dayamışlar. Sürekli “Ben Erol Evgin’im” diye tekrarlıyor.

Herhangi bir örgütün adamları Erol Evgin’i vuracak, görgü şahidi kalmasın diye bizi de temizleyecekler sanıyorum. Bizi minibüse bindiriyorlar, gidiyoruz. Yol uzadıkça uzuyor. Meğer arkadaki yüksek binaya gidiyormuşuz. Erol Evgin’e fon diye seçtiğimiz bina, Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ymüş. Gelenler de ‘Siyasi Şube’denmiş. Etrafı dürbünle izleyen polisler, suikast hazırlığı için binanın fotoğraflarını çektiğimizi düşünmüş. Bizi üst kata çıkardılar, amirleri Erol Evgin’i tanıdı. Buna rağmen filmlere el koydular. Sonra el sallayıp uğurladılar.”

(21.05.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır.)

2

Haberin Devamı