Magazin İlahi aşk her şeyden ötedir

İlahi aşk her şeyden ötedir

Paylaş
İlahi aşk her şeyden ötedir

Üçüncü kitabı olan ‘Aşkın Kapısı’ ile okurlarıyla buluşan Yazar İkbal Bayrak’ın yeni romanını okuduğumda adeta Leyla ve Mecnun efsanesinin günümüze uyarlanmış halini hayal ettim. O kadar araştırmış ve o kadar üzerinde çalışmış ki insan okuyunca derin bir nefes alıyor. İkbal Bayrak, bu romanda Yaradan’a olan aşkın kapısını aralıyor ve okurunu uzun bir yolculuğa çıkarıyor.

‘Aşkın Kapısı’nı okurken Mecnun’un Leyla’ya olan aşkının günümüze uyarlanmış versiyonu gibi düşündüm hep. Yanılıyor muyum?

Haberin Devamı

Her ikisi de beşeri aşktan ilahi aşka uzanan bir hikaye. Hakiki aşk potansiyelinin açığa çıkabilmesi için o duyguyu harekete geçirecek beşeri bir aşka ihtiyaç var. Leyla da Nevâ da aşk yolunun başlangıcında gönülleri mecnun eden ve iradeyi sıfırlayan ilahi aşkın tutkunu.

Leyla, bir zamanlar Mecnun’un hayatının gayesiyken, seneler sonra Mecnun onu tanımamıştı. Selim de bir ömür Nevâ’yı beklemiş fakat gün geldi daha büyük bir aşk için Nevâ’dan vazgeçti. Siz olsaydınız ne yapardınız bu durumda?

Nevâ geri döndüğünde Selim’in aşkı Mevla’da sükun bulmuştu. Yani izafi ve gölge olan Nevâ aradan çıkmış, beşeri aşka hakiki aşka geçmişti. İlahi aşktan bir yudum alma şerefine nail olan birinin sonsuza dek artarak devam edecek bir aşka, geçici bir menfaati tercih etmesi akıl kârı olmasa gerek.

Haberin Devamı

Aşk, inanç, sorumluluk, vicdan ve ilahi adalet gibi zorlu sınavları günümüz ve geçmişle harmanlamışsınız. Peki, günümüz dünyasındaki insanları bu kadar değiştiren ne?

Hızla girdiğimiz bir haz çağında yaşıyoruz bugün. Son 50 yıldaki icat sayısı, dünya var olalı beri bulunan icat sayısından daha fazlaymış. 30 yıl önce değil cep telefonu, bilgisayar bile yoktu hayatlarımızda. Bugünse vazgeçilmezimiz olan akıllı telefonların, sosyal medya ağlarının olmadığı bir hayatı düşünemiyoruz. Teknoloji hızla ilerlerken bu değişim, merkezindeki insanı da ziyadesiyle etkiliyor. İnsan bu değişime sağlıklı bir şekilde adapte olamadığı için de ruhsal sıkıntılar yaşıyor. Çünkü fıtratı değişmeyen insanın, hayata bakış açısı ve hayatla etkileşimi değişiyor. Tıpkı internet bağımlılığı gibi, çağın yeni türeyen hastalıkları da genelde egoya; ‘dur!’ diyememenin ve Yaratıcı’dan uzaklaşıp boşlukta kalmanın neticesi.

Egoya ‘dur’ diyebilmenin de ancak nefis terbiyesiyle mümkün olduğunu öğreniyoruz kitaptan. Nefsi bilmek neden bu kadar zor peki?

Tasavvuf literatüründeki nefsin tam karşılığı olmasa da modern psikolojide ona en yakın kavram ‘ego’dur. İnsandaki ‘ben’lik algısı yani. İnsan ‘ben’ duygusu olmadan yaşayamayacağı için nefis, bedenli olmanın gereği diyebiliriz. Ruhsal tekamülümüzü zorlaştırmasının sebebiyse hayatta kalmayı amaç edinen nefsin sahibini tehlikelerden sakınmak, canını yakacak durumlardan ve acıdan uzak tutmak, daima çıkarını korumak, beslenmek, üremek, zevk almak gibi en ilkel ihtiyaçlarını yönetmek üzere programlanmış olmasıdır ki bu da kişinin ‘ben’ dediği kendini yalnızca bedenden ibaret zannetmesine sebep olur. Bu zan da insanı, bedeni tatmin eden nefsani duygulara yönlendirir. İşte hızla gelişen teknolojiye, değişen dünyaya rağmen, insanoğlunun halen en ilkel güdüleriyle karar almasının sebebi, zevk ilkesine göre işleyen ve hiç geciktirilmeden bütün isteklerinin yerine getirilmesini isteyen nefsi tarafından yönetilmesi.

Haberin Devamı

TASAVVUF, ALLAH’LA DAİMİ BERABERLİĞE AÇILAN BİR KAPI

Tasavvufa duyulan büyük ilgi, aşka hakikaten ihtiyacımız olduğunu mu gösteriyor? Sizce tasavvuf neden önemli?

Elbette, her şeyden çok aşka ihtiyacımız var. Bugün tüm insanlığı çepeçevre kuşatan tüm sorunların temelinde yatan şey, Rabbimizle kuramadığımız bağ. Ve günümüz insanının yalan yanlış yerlerde aradığı gerçek mutluluğa, yani Allah’la daimi bir beraberliğe açılan kapının anahtarı tasavvuf. İslam dininin reçetelerinden başka hiçbir ilaç, insanı ruhsal ıstırabından kurtaramaz.

Haberin Devamı

Hem tasavvufu hem de Mevlana ve Şems’in aşkını o kadar farklı işlemişsiniz ki, “Biz aslında birçok eserde yanlış okuyormuşuz” hissine girdim. Yanılıyor muyum?

İki büyük veli tanıştığında Hz. Mevlana, Selçuklu Medresesi’nde eğitim veren, zahiri ilimlerin zirvesinde bir alimdi. O dönemin ordinaryüs profesörü yani. Onunla tanışmadan önce kimsenin ismini bile duymadığı cihan şeyhi Şems Hazretleri ise ilm-i ledünni sahibi bir veli idi. Hz. Mevlana, Hz. Şems’teki Allah aşkını görünce vurgun yemişe döndü. Onun aynasında Cenab-ı Hakk’ı seyretmek bile onu sarhoş edince aynı aşka kendisi de ulaşmak istedi. “O zaman, bana teslim olup ben ne dersem onu yapacaksın,” şartını koşan cihan şeyhine teslim oldu. “Ancak yaşayan bilir” der hikmet ehli. Yaşamayan da anlamayınca altında başka sebepler arar. Yani idrakini aşan bu ilahi aşkı, esareti altında olduğu nefsiyle yorumlar.

Haberin Devamı

Son olarak, siz Mevlana’nın en çok hangi sözüne sığınırsınız?

“Bu can bu tende oldukça Kur’an’ın kulu, kölesi, Hazret-i Muhammed’in nurlu yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden, bundan başka söz naklederse, o kişiden de bizarım, o sözden de” der Hazret. Ve bu sözünün şekle, surete dönüşmesiyle ahlakı en güzel şekilde yansıtan nadide bir aynadır…

MODERN ZAMAN İNSANI KENDİNİ DEĞERLİ HİSSETME ARZUSUYLA YANIP TUTUŞUYOR

“Her insan kendine bir değer biçer, atfeder ve vehmeder” diyorsunuz satır arasında; bunu biraz açar mısınız?

Romanda değersizlik hissiyle mücadele eden karakterler, Şems-i Tebrizi’nin bu kıymetli sözünün günümüzdeki birer temsili aslında. Bu hissi bastırabilmek için kendini önemli hissetme arzusuyla yanıp tutuşan modern zaman insanı. “Her insan kendine bir değer biçer, atfeder ve vehmeder. Sonra kendine biçtiği bu değere şahit arar. Bu değere şahitlik edenleri sever. Biçtiği bu değerden bile çok değerli olduğunu iddia edip şahitlik edenlere ise aşık olur. Çektiği acıların kaynağı budur” diyor Hazret. Yani insanın çektiği acıların sebebi, hak ettiğine inandığı değerin başkaları tarafından verilmemesi.