Pazar Postası '40 yaşından sonra yemek yapmayı öğrendim'
Paylaş
'40 yaşından sonra yemek yapmayı öğrendim'

Türkan Şoray, Fatma Girik ve Hülya Koçyiğit'le beraber Türk sinemasının 'dört yapraklı yoncası'nı oluşturan Filiz Akın 22 yıl sonra 'Gün Akşam Oldu' dizisiyle ekrana döndü

SERAL CUMALI

scumali@posta.com.tr

Show TV’de bağlayan dizide Filiz Akın, Halil Ergün’ün büyük aşkla bağlı olduğu güzel eşi Serap Hanım’ı canlandırıyor. Ama canlandırdığı Serap karakteri ilk bölümde ölüyor.

Filiz Akın’ı çok özlemişiz; keşke dizide daha çok görülebilse! Ama zaten sonraki bölümlerde işinin az olması sağlık koşullarına da uygun diye dizide oynamayı kabul etmiş... Onu kontrollü, mesafeli, nazik ama fazla ölçülü tanıyoruz. Daha da çok tanımaya ne dersiniz?

Size teklif edilen rollerden birini 22 yıl sonra nihayet kabul ettiniz. Neden bu role evet dediniz?

Gold Film ‘Hanımın Çiftiği’nde reyting anlayışından bile çok etkilenmeyen özenli bir iş çıkardı son olarak. Bu proje aslında Eşref Bey’i canlandıran Halil Ergün Bey’in çocuklarıyla yaşadıklarını anlatıyor. Benim oynadığım sembolik bir kişilik. Ama vereceği bir mesaj var. Her yerde sevgisizliğin, aşağılanmanın, şiddetin olduğu bir zamanda; ölümü bile hiçe sayan bir sevgi olabilirmiş. İşte sevgi bu dedirtiyor. Galiba sembolik bir rol de olsa, ölüme meydan okuyan aşkın yansıması, sonra da sürpriz bir şekilde kocasının tekrar karşısına çıkacak kadar bir tutkunun varlığı. Bu duyguyu Halil Ergün gibi dizi çalışmaları hep zirvede olmuş bir efsaneyle paylaşmak. Kabul etme nedenim bu. İlk bölümden sonra işimin çok az olması da sağlık şartlarıma daha uygun. Ama ölüyorum heyecandan...

Dizi ve film projelerinde yeni dönem çok görkemli. Tekrar içinde olmak isteği de var mıydı?

Yeni sinema anlayışı doğana kadar çok zaman geçti. Dünyada da çok şey değişti. Artık yeni sinema yeni yüzlerle, yeni oyuncularla çok güzel. Bizim dönemimizden bazı isimlerin yeniden doğuşu, başarısı inanılmaz. Ama kararımdan memnundum ve seyirci olmanın dayanılmaz rahatlığıyla oyunculuk reflekslerinden arınmıştım. 117 filmde rol almanın doyumluluğuyla hiç aklım kalmamıştı. Gelen teklifleri; ısrar ederlerse nezaketen dinleyip geri çeviriyorum.

Eşiniz ne diyor yıllar sonra bir dizide yer almanıza?

Eşim, “Şu dizinin seninle olan birinci bölümü bir gösterilse de gözü şu ara hiçbir şey görmeyen Serap Hanım’dan kurtulup kendi eşime kavuşsam” diyordu hep.

“Duygusal dünyada umduğunu bulmak piyango”

Hayatınızla ilgili ne hayal ederdiniz? Ne umdunuz; ne buldunuz?

Çocukken farklı olmak isterdim. Ama ne istediğimi tam bilmiyordum. Resim, kompozisyon konusunda hep ödüller kazanıyordum ama benim gibi başka okullarda binlerce çocuk vardı. Okulun en iyi taklit yapan kızıydım bunun ne gibi bir işe yarayacağını bilmiyordum. Maddi imkanlarımız izin verse Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde mimari veya dekorasyon okumak isterdim.

Annem babamdan ayrıldığında terzilik yaparak beni ve kardeşimi büyüttü. Çok zevkli modern bir kadındı. Kardeşim ve kızı moda konusunda çok başarılı isimler oldular; Günseli Coşkuner ve gençlerde çok beğenilen Zeynep Tosun. Ben de bu sektörde olabilirdim ama o zaman bu kadar kazandıran bir iş değildi. Bir yarışmayla sinemaya geçip bir isim sahibi olma şansım oldu. İnsanın kendi imkanlarıyla ayakta durması, başarılı olması çok önemli ama her şey değil. Duygusal dünyadaki hayal kırıklıklarını çoğaltıyor şöhret sanki.

Şöhret sizi mutlu etmedi mi? Pişmanlık duyduğunuz oldu mu?

Zaten mutluluk, hak ediyor diye tepsi içinde sunulmuyor. insana Sevgi ve saygının olduğu, beğenmediği, farklı düşündüğü zaman bile birbirini kırmamaya özen gösteren bir ilişkinin içinde olmayı her şeyden fazla istedim. Çok iyi niyetli olmanın cezalandırdığı ortamlarda insan ihanetin olmadığı, sevgi ve şefkatin güzelliğinin peşine düşüyor gençken.

Aşka, evliliklere çok fazla anlam yükleyip, idealize etmemek lazım. Daha gerçekçi olmalarını sağlamalıyız çocuklarımızın. Yani mesleğim çok zordu ama seyirciden çok büyük bir sevgi ve saygı görme ödülünü yaşattığı için hiç pişmanlık duymadım; tam tersine iyi ki o şansı elde etmişim. Ama duygusal dünyada umduğunu bulmak insanların gayretine dayanmıyor, tamamıyla bir piyango durumu.

Sizde nasıl oldu?

Ben belki 30 yıl önce, bizim dönemimizin bittiği bilinciyle yeni sinema anlayışına kadar olan durgunluk döneminde; kadın-erkek ilişkisi gibi sinema beni bırakacağına ben onu bırakayım, hatıralarda olduğu yerde öylece kalsın diye düşünerek sinemayı noktaladım. Bu çok sağlıklı oldu. Ruhsal bakımdan çalkantılar, endişeler yaşamadım. Bu sektörde kalıp bu uzun geçişte direnen, çıkış yolu arayan bilhassa sinemanın militanı olan arkadaşlarıma hayranlıkla bakıyorum. Filmlerde rol aldığım dönemde işimi çok ciddiye aldım.

Yalnız sinema bütün hayatımı kaplasın istemiyordum. Benim için aile olmak ve hayatı paylaşmak, vakit bulamamaktan ertelenen dostluk, arkadaşlık ilişkisini doyarak yaşamak, bilgi ve sevgiyi paylaşmak, yeni kültürleri tanımak da önemliydi. Yeme içme kültürünü keşfetme, tıptaki gelişmelerle insanların ömrü uzadıkça genç kalmayı keşfeden öncülerin, zayıflama, güzelleşme gurularının fikirlerini öğrenmek gibi hobilerim oldu.

Bunları bir kitapta derledim. 11 yıl Paris’te Neuilly denen muhitte, ardından 4 yıl sefarette farkında olarak veya olmayarak kendini daha farklı gösterebilir. Ama nereye kadar! Fazla dayanamaz bir müddet sonra düşünceleri ve davranışlarıyla esas kişiliği ortaya çıkar. Ben de o kadar uzun zamandır haklın karşısındayım ki ne olup olmadığımı düşüncelerimden, seçimlerinden biliyorlar. Bu kadar uzun zaman kendini saklayamaz ki insan.

“Alzheimer’lı gibi oldum unutkanlığım hat safhada”

Daha az bilinen tarafınızda neler var?

Beni tanıyanları güldürmeye bayılırım. Ne kadar başarılıyım bilmiyorum ama fıkra dinlemeyi ve anlatmayı çok severim. Yakın arkadaşlarım “Nasıl aklında kalıyor?” diye şaşırırlar. Kendimle çok dalga geçerim. Komik demeyeyim de matrak demek daha mı doğru olur bilmiyorum.

Nasıl mesela?

Mesela, benim arabam yok. Gerektiği zaman taksiye biniyorum. Şoför arkadaşlarla aramda tanıma, tanımama konusunda ilginç konuşmalar geçiyor. Ben 30 senedir baş ağrısı çekiyorum bir tek nöralterapi işime yaradı. İğnelerimi yaptırıp dönerken çok bitkin oluyor, ağzımı açmak istemiyorum. Nişantaşı Hüseyin Nazlıkul’da oluyorum tedaviyi.

Bebek’e evimize gitmek için bir gün taksiye bindim. Ben kendimi kasketimle saklamaya çalışıyorum. Şoför arkadaş devamlı dikiz aynasından bana bakıyor. “Affedersiniz birine benzetiyorum. Siz Filiz Akın mısınız?” deyince, ben de sohbet edecek halim olmadığı için, “Hayır, değilim” dedim. “Aa, zaten ben ne diyorum yahu. Onu kısa pantolonluyken tanıdım şimdi çok yaşlı olmalı. Siz gençsiniz” demez mi! Üzüleyim mi, genç bulduğu için bahşişi daha mı bol olsun bilemedim.

Geçirdiğiniz hastalık ve tedavi neşenizi etkiliyor mu?

Radyoterapi o kadar kuvvetli uygulandı ki burnumun arkasındaki bölgeden boynumu içeren bölgeye kadar çok hasar gördü, hatta ciğerlerimin üst kısmına kadar yandı. Burnum kuru, ağzımda bir takım enzimler yok oldu. Yemek borusunun üst kısmı kuruluktan yutkunma işlemini yapamıyor, boğulacak gibi oluyor, devamlı öksürüyorum yemek yerken.

Ağır bir reflü ve ses çatlaklığı yaşıyor, bazen de hiç konuşamıyorum. Sağ kulağımdan dolayı duyma sıkıntısı yaşıyorum, yine de şükrediyorum. Hayatı paylaşabiliyor, gülebiliyorum sevdiklerimle. Beynimin o bölgesinde etkilenen kompartmanlardan dolayı Alzheimer’li gibi oldum. Unutkanlığım had safhada. Oğlum İlker çok gırgır geçiyor benimle.

Ne diyor?

Geçen günlerde babasıyla Paris’e gitmişti. Kız kardeşinin mutlu gününü bize anlatsın istedik. O sırada eşimin işi çıktı. İlker’e “Sen annene anlat ondan dinlerim, iki kere yorulma” deyince; “Yok yok ben anlatayım. Şimdi annem anlatırken pazartesi, cumartesi olur, diyelim bir Ahmet var o Abdurrahman olur, sonunda da olay karman çorman olunca ‘Aman ne bileyim ben’ deyip çıkar işin içinden” diye benimle dalga geçti. “Anneme o yeni filmi sormayın o en son Ben Hur’u seyretti veya “Bir daha yüksek sesle söyleyin annem duymaz uydurur” gibi laflar eder.

Gerçekten sinemaya gitmiyor musunuz? En son hangisini seyrettiniz?

Olur mu canım! En son Nuri Bilge Ceylan’ın Bir Zamanlar Anadolu’da filmine gittim. Lütfen bilhassa sinemayla ilgilenenler, gelişmesini takip edenler mutlaka seyretsin.

“Özel tariflerimin olduğu yemek kitabı çıkaracağım”

Tekrar gündeme gelen ünlüleri reklamlarda görüyoruz. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Moda ile ilgili markaların bazı isimlere götürdükleri teklifler var... Belki farklı, örtüşen bir teklif gelirse düşünürüz. Sohbet programı için bir teklif vardı tekrar değerlendirir miyiz bilmiyorum.

Siz neler yapmak istiyorsunuz bundan sonra? Planlarınız var mı?

Yemek yapmayı 40 yaşlarında öğrendim. Çünkü annem yemek yapmak zorunda kalmamı hiç istemediği için beni mutfağa sokmadı. Yemek yapmayı öğrendiğim dönem Paris’te yaşıyordum. Arkadaşım rahmetli Demet’e “Domatesi küp küp doğra, soğanı ince ince kes” dediğinde “Kaç santim?” diye sormuştum. O da “Dur cetveli alıp geleyim. Allah Allah bu yaşta domatesi, soğanı ölçeceğim aklıma gelmezdi” diye gülerdi. Fakat çok yaratıcı bir alan olduğu için bir sanat dalı gibi çok ilgilendim.

Bütün dünyadan en lezzetli tarifleri deneyerek çok emek verdim. Onun için en lezzetli en seçilmiş tarifleri içeren bir yemek kitabı hazırlamak isterim; bu içimde kaldı. Kitap deyince; gençlere kendi yaşam deneyimimi, düşüncelerimi aktaracağım ‘Hayattan ne öğrendim’ diye bir proje var. Bircan Silan’la yapacağımız projenin yapımcısı hazır. Madem ki onlara dokunabilecek iyi kötü bir konumum var; paylaşmak istiyorum. En ufak bir katkım olursa ne mutlu; ki ben de başkalarının deneyimlerinden çok faydalanmış biriyim. Yine de insan ya fikri veya kararı üzerinde sağlama yapmış oluyor ya da kendi bildiğini uyguluyor!

(09.10.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

3

Haberin Devamı