Pazar Postası Bulaşıkçı düşesler, tuvaletçi kontesler, hastabakıcı baronesler
Paylaş
Bulaşıkçı düşesler, tuvaletçi kontesler, hastabakıcı baronesler

1917 Ekim Devrimi'nden sonra İstanbul'a kaçan ve büyük iz bırakan Beyaz Ruslar neredeyse yok oldu

94 yıl önce 150 bin Rus 1917 Ekim Devrimi’nden sonra İstanbul’a göç etmişti. Bir zamanlar İstanbul’un ana caddeleri kabarelerle, danslı şovlarla ve Rus lokantalarıyla doluydu. Çünkü 1918’den 1940’lara kadar Beyaz Ruslar İstanbul yaşamını etkilemiş, Türk kadınları Ruslar’ın Avrupai kadın imajından etkilenmişti. Bir zamanlar İstanbul sosyetesine ve Beyaz Ruslar’a hitap eden Beyoğlu’ndaki Rejans lokantası tarih oldu.

Başka bir yerde açılacağı söylense de, bu restoranın kapanmasıyla birlikte Beyaz Ruslar’dan kalan son kale unutulmaya yüz tuttu. Oysa bugünün Türkiyesi’nin şekillenmesinde önemli katkıları olan Beyaz Ruslar daima hatırlanmayı hak ediyor. İşte onların ilgi çekici ama bir o kadar da hüzünlendirici hikayesinden parçalar... Bugün hayatta olmayan gazeteci-yazar Jak Deleon’un Beyoğlu’nda Beyaz Ruslar kitabından...

Onlar için özel hastaneler ve okullar kuruldu

1917 devriminden sonra dünyanın birçok ülkesine dağılan Beyaz Ruslar özgürlüğün ilk durağı olarak Türkiye’yi seçti. Bu seçimin nedeni, Kırım üzerinden kaçan çoğunluk için en yakın ve en güvenli ülke olmasıydı. Bir diğer nedeni ise Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihsel hoşgörüsüydü. Osmanlılar, Rus göçmenlere kucak açmaktan kaçınmadı.

Bolşevik İhtilali’nden kaçarak İstanbul’a gelenlerin sayısı 1921’de 150 bini bulmuştu. İstanbul onlara ikinci vatan oldu. Osmanlı Kızılay’ı, aşevleri ile onların yemek ihtiyacını karşıladı. Sadece Türkler değil İstanbul’daki tüm azınlıklar Beyaz Ruslar’ın acılarını azaltmak için çabaladı. Özel hastaneler ve okullar kuruldu, çadır kentler açıldı.

Eğlence hayatına renk kattılar

Beyaz Ruslar, İstanbul’un toplumsal hayatına büyük renk kattı. İstanbul’un kültür, sanat ve eğlence hayatının kalbi olan Beyoğlu’nu mesken tutmuşlardı. Ana caddelerde kabareler, arka sokaklarda meyhaneler açtılar. Rus lokantalarının masaları caddelere taşıyordu. Şarkılı ve danslı gösteriler İstanbul gecelerine renk katıyordu. Sadece gece hayatını değil, gündelik hayatı da etkilediler. Avrupa görmüş Rus kadınları ve erkekleri İstanbul’da moda rüzgarları estiriyordu.

Ancak Beyoğlu’nun ön yakasında eski düşesler votka sunarken, Beyoğlu’nun arka yakasında Odessa ve Kiev genelevlerinden kaçan kadınlar kokain pazarlamaktaydı. İhtişamla rezaletin harmanlandığı haraşo fırtınası Beyaz Ruslar’ın çoğunun Fransa, Amerika ve Arjantin’e vize almasıyla durdu. İstanbul’da kalanlar, işlerini sağlama alan, yatırım yapan ya da bir Türkle evlenenlerdi.

Nataşa değil haraşo

‘Haraşo’ iyi, hoş, güzel anlamına gelen Rusça bir sözcük. Rus lokantalarında, barlarında, pavyonlarında, kabarelerinde çok sık duyulurmuş. İstanbullular Rus göçmenlere ‘haraşo’ adını takmışlar. ‘Haraşo‘ edebiyatı gazete köşelerine, karikatürlere girmiş. Her Beyaz Rus’un evinde bir haraşo bohçası varmış. Bohçalar Çarlık döneminden kalma kağıt paralarla doluymuş. Bir gün anavatanlarına dönebilme ihtimaline karşı... Rus kadınları o dönemde de güzellikleriyle olay yaratmışlar. Beyaz tenleri, açık renk saçları ve mavi gözleriyle Türk erkeklerinin ilgi odağı olmuşlar. Türk kadınlar bile giyimlerinden ve çekiciliklerinden dolayı hem hayranlık hem de kıskançlıkla bakıyormuş onlara. Avrupa görmüş Beyaz Rus aristokratlar son modayı İstanbul’a beraberlerinde getirmişler.

Eteğe takılı sırma püskül, tülden yelek, belden büzülerek düğümlenen ve ‘fiyonk’ yapılarak sarkıtılan kemer, işlemeli uzun kadife cepken, eteklerde ‘volan’ ve ‘sim’, boyunda ‘fırfır’ onlar sayesinde çok moda olmuş. Kimilerine göre ‘takma ben’ modasını da İstanbul’da onlar yaymış. İstanbul’a pasta zevkini aşılayanlar da bu Ruslardı. Seçkin tabaka muhallebicilere artık yüz vermiyor; pastanelere takılıyordu. Kaçamaklar pastane köşelerine kayıyordu. Giderek pastane tutkusu yaygınlaştı. Mütareke yıllarında İstanbul’un dört bir yanında açılan pastanelerde servis, Rus dilberlerinin tekeline geçti. İlk Smirnoff vokta da bu asilzadeler tarafından üretilmiş fakat savaş koşulları nedeniyle fabrika Paris’e taşınmış.

Sessiz sinema konusunda ilk zamanlarda çekimser kalan İstanbul zenginleri, Rusların sessiz sinemalara orkestralar kurması ve sahnelere göre klasik müziğin ünlü eserlerini canlı çalması sonrası sinemalara akın etmiştir. Çoğu İstanbullu Çaykovski, Beethoven gibi bestecilerin melodileri ile ilk bu sinemalarda tanışırmıştır... Kentte, ilk defa Florya’dan denize girenler Beyaz Ruslardı. Florya’daki kamplara yerleşen Rus mülteciler, Kırım’da alıştıkları düzeni sürdürerek denize girmeye başlarlar. Önceleri onları garipseyerek izleyen İstanbul halkı, zaman içinde bu alışkanlığı benimser ve uygulamaya başlar.

Kocalarını boşamak isteyen kadınlar oldu

Beyaz Rus kadınların İstanbul’a gelişleriyle birçok ailede huzursuzluk da baş göstermiş. Türk kadınların kıskançlığı tavan yapmış, birçoğu kocasını boşamaya kalkmış! Bu konu karikatürlere yansımış. 1920’lerde bir dergide çıkan karikatürün alt metni durumu anlatır nitelikte: “Kadın: ‘Herif, basma damarıma boşarım seni!’, Erkek: ‘Boşarsan boşa. Bir haraşo alırım yan gelir keyfime bakarım!’” Beyaz Ruslar’dan sanatla uğraşanlar çokmuş. Rusya’dan İstanbul’a göç eden ressamlar, müzisyenler ve edebiyatçılar, kültürlerini bu şehre yansıtmışlar.

O yıllarda Pera Caddesi’nde balerinler, piyanistler ve keman virtuözleri, ressamlar varmış. Kendinden söz ettiren, başarılı balerinlerden Lydia Krassa Arzumanova bunlardan biri. 24 yaşında Türkiye’ye gelen Arzumanova, Yıldız Alpar gibi birçok isme hocalık yapmış. Türkiye’de ilk bale okulunu kuran da Arzumanova olmuş. Sonraları İslam dinini seçen Arzumanova, Leyla Arzuman adını almış. Lydia Krassa Arzumanova’yı hatırlayanlardan biri de bale eğitmeni ve koreograf Olga Nuray Olcay. O da Doğu Avrupalı olduğu için ve Rusça’yı çok iyi konuşmasından dolayı pek çok kez Beyaz Rus zannedilmiş.

İçlerinde hep hüzün vardı...

Beyaz Ruslar İstanbul’a eğlenceyi, modayı, resmi, müziği getirmiş getirmesine de, içlerinde hep bir hüzün kalmış. Savaş dehşeti, göçe zorlanmışlığın izi olan bir hüzün... Beyaz Rus kadınlar özellikle de aristokrat kökenli olanların yaşadığı zorluklar çok daha büyük olmuş. Çar’ın sarayında yaşayıp her türlü lüks ve konfora sahip olan bu aristokrat Ruslar Beyoğlu’nda garsonluk yapmaya, daha az şanslıları ise Galata pavyonlarında kokain satmaya, kendilerini pazarlamaya başlamış. Aralarında bulaşıkçı düşesler, tuvalet temizleyen kontesler, hastabakıcı baronesler, dadılık yapan nedimeler varmış. Bir kısmı boynunda sigara tablası Pera’da bir aşağı bir yukarı dolaşıyor, kimi gazete satarmış. Beyaz Ruslar’ın en övgüye değer yanı ise her ne iş olursa olsun çalışmaktan kaçınmamaları, çalışkan olmalarıymış...

Nikolai Gheorghievich Timchenko

Aralarında kimler yoktu ki: Ukraynalı Nikolai Gheorghievich Timchenko, Çaykovsky’nin de okuduğu Saint Petersburg İmparatorluk Hukuk Okulu’ndan mezun olmuş. Sonrasında Çar Nikola’nın ordusunda üsteğmen rütbesiyle görev yapmaya başlamış. İstanbul’a geldiğinde ise sadece 23 yaşındaymış. Geldiğinde şoförlük dahil birçok işte çalışmış. Fransızca ve Almanca bildiği için mektupla öğrenim yoluyla Paris’ten elektrik mühendisliği diploması almış.

1934’te Anonim Elektrik Şirketi’ne giren Nikolai, Metro Han, Tünel Meydanı, Beyoğlu’ndaki şirkette bir yıl çalışmış. Sonrasında Siemens şirketi başta olmak üzere birçok Fransız ve Alman şirketinin de temsilciliğini yapmış. İki evlilik yapan Nikolai, birinci eşi Olga ve kızı Tatiana’nın izini Bolşevik Devrimi sırasında kaybetmiş. İkinci eşi ise Lena Leyna Tarakçı Rusya’ya giden Trabzonlu pastacı Yunus Tarakçı’nın kızıymış.

Barones Valentine Verjenskaya

91 yaşında Aynalıçeşme’de ölen Valentine, 1907’de Rusya’da doğmuş. Üç erkek, iki de kız kardeşi varmış. Eşi Baron Konstantin von Clodt Jurgenzkburg, Çar’ın soylu subaylarındanmış. 1920’de Bolşeviklerle çatışırken öldürülmüş. İstanbul’a 1920’de ayak basan barones önce Tepebaşı Bahçesi’nde piyano çalmış, sonra da Rejans’ta piyanistlik yapmış. Sonrasında ise Sıraselviler’deki bir hastanede hizmetçilik ve zengin çocuklara dadılık...

Sessiz filmler için sinema salonlarından birinde müzisyen olarak da çalışmış Barones Taskin. Orada da piyanist eşi Alexandır Taskin’le tanışmış. Alexandır Taskin’in babası da Çar’ın topraklarının denetçisiymiş. 1929-1934 yılları arasında İstanbul Radyosu’nda piyano çalan Valentin Taskin, İstanbul Radyosu‘nun ilk piyanisti olmuş.

(22.05.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

2

Haberin Devamı