Pazar Postası 'Mehter Marşı'yla başlayan, İzmir Marşı'yla süren bir hayat'
Paylaş
'Mehter Marşı'yla başlayan, İzmir Marşı'yla süren bir hayat'

Erkan Yolaç, şov dünyasının efsane isimlerinden. 51 yıl önce hayatımıza 'Evet Hayır Yarışması' ile girdi. “Mehter Marşı'yla gelecek İzmir Marşı ile gideceksiniz” sözü günlük yaşamın birparçası olmuştu o yıllarda. Hala da hayatımızda. En son Yılbaşı gecesi keyifle izledik. Hayatını yazıyor. Bize de öyle keyifli anlattı ki...

SERAL CUMALI

Haberin Devamı

seral.cumali@posta.com.tr

Babam Mehmet Yolaç Edirneli, ailesi Bulgaristan-Sofya’dan göç etmiş. Yol inşaatları yapan babam, ‘Yolaç’ soyadını alıyor. Türkiye’de yolun, arabanın olmadığı 1927’de Ford marka üstü açık spor arabası var. İş hayatı sarsıntı geçirince ailenin birçok ferdi gibi Alpullu Şeker Fabrikası’nda önemli bir görevde çalışıyor. Ben, 24 Şubat 1935’te Alpullu Şeker Fabrikası’nın revirinde doğuyorum. Zor bir doğum oluyor, anacığım (Hikmet Hanım) ölümlerden dönüyor. Ben 6 yaşındayken İstanbul’a geldik.

1943’te kardeşim Faik doğdu. Bir sene Saint Joseph’te okuyup sınıfta kalınca babam, Fenerbahçe Stadı’nın yanındaki, sonradan Kenan Evren Lisesi olan okula kaydımı aldı. Efsane Cihat Arman’ın antremanlarını seyrederek Fenerbahçeli oldum. Babamın işi nedeniyle 1951’de Karabük’e taşındık. Babam beni Kastamonu Lisesi’ne yatılı yazdırırken; “Sen oku yeterki, ben ceketimi satarım” demişti. İşlerinin iyi gitmediğini anlıyordum. “Bu üzüntü beni teneşir tahtasına götürecek” dediğini duyduğumda yaşı 51’di. O sene 8 kırıkla eve döndüm.

Haberin Devamı

“Bir günde evden iki cenaze çıktı”

Babamla kayınpederi (İbrahim Bey) birbirlerini çok severlerdi. Birlikte İstanbul’a gittiler, dönüşte dedem hastalandı bir haftada rahmetli oldu. Babam çok üzüldü, bizde adet değildir ama cenazede kayınpederine sevgisini anlattığı bir konuşma yaptı. O gece yanımdaki yatağa yattı. Uyanıp ferahlasın diye limonata getirdim. Bir yudum içti, kollarımda gitti. Bir günde iki cenaze çıktı evden. Evin bütün direkleri gitti. Anam 40, ben 16, kardeşim 8 yaşında. O günden itibaren tırnaklarımla kazmaya başladım.

Babamın bir dostu beni Belediye Fen Dairesi’ne işe aldı. Belediye mikrofonundan bir gün bana duyuru okuttular. Belediye reisi, “Hep o okusun” demiş, ilk sunuculuğum başladı. Resmim çok güzeldi bir yandan da tabelacılık yapıyordum. Beden eğitimi öğretmenim Turhan Çelik’in desteğiyle ite kaka liseyi bitirip Akademi’ye girdim. İç mimar olmak istiyordum, çünkü para ondaydı. Ama grafikteyim. Benim ısrarım hocalarımın kararıyla iç mimariye geçtim; 1959’da mezun oldum. Eski mezunların yaptığı kıyafet balosunda para ödülü vardı. Kaplumbağa kostümü ile o ödülü kaptım. Ankara’da askerde de anonsları bana yaptırdılar.

Haberin Devamı

“Sınavsız TRT’ye girdim”

Ankara Radyosu’ndan Salvo Azuz (manken Yusuf Azuz’un babası) dinlemiş; çağırdı. Sınava sokmadan bayram özel eğlence programına soktular beni. Bakırköy Kulubü’nde de amatör orkestramız ile program yapıyorduk. Akademiden arkadaşım, dekoratör Erol Kataş rock söylüyor, ben davul çalıyorum. Ne ararsanız var bende! İstanbul’a Alman Ölüm Akrobatları gelmişti, onu sunarken, Selmi Andak, Yeni Melek Sineması’nda filmden önce yapacağı şovda olmamı istedi. Terzi Luigi’ye siyah parlak bir elbise diktirdim; nereden aldın dediler, “Paris’ten’ dedim. Giyimime çok önem verdim. Uzun boylu, genç, aktif bir adam ilgi çekti. Davulu falan bıraktım, artık takdimciydim.

“BBC yarışmasını kendi kuralımla 51 yıl sürdürdüm”

55 yıldır sahnedeyim, 51 yıldır da ‘Evet Hayır Yarışması’ yapıyorum. ‘Evet Hayır’ 60’larda Londra’da BBC’de çok az yapılmış. Bir yerden duydum, kendi tarzıma uyguladım. Yarışmacı çıkışta çekindiği için, “Mehter Marşı’yla geleceksiniz”; kaybedince koşarak gittiği için de “İzmir Marşı’yla gideceksiniz” diyorum. 1962’de Caddebostan Gazinosu’nda ilk kez yaptım. Evet ve hayır dememek için kafa sallıyorlardı; “Başınızı emme basma tulumba gibi sallamayacaksınız!” kuralını koydum.

Haberin Devamı

Büyükdere Beyaz Park Gazinosu’nda ‘Evet Hayır’ yaparken, kısa boylu bir adam çıktı yarışmaya. Ben ‘evet’, ‘hayır’ dedirtmeye uğraşıyorum. “Erkan Bey ben Şişli Mezarlıklar Müdürü’yüm, bir gün avucuma düşeceksiniz” dedi. Seyirci psikolojisi enterasan, adamın tarafına geçtiler. Göbeğim çatladı adama evet dedirtmek için; pat diye demez mi. Havaya öyle sıçradım ki sevinçten; sonra da hep yaptım. Adam kös kös giderken, “Müdür Bey unutma ki bir gün sen de başka bir mezarlıklar müdürünün avucuna düşeceksin” diye seslendim. O an seyirci bana döndü...

“Aşkımıza şahit Göksu deresinin adını kızıma verdim”

Haberin Devamı

1970 yılı. Şimdiki Lütfi Kırdar, o zamanki Spor Sergi Sarayı’nda Hürriyet’in bir organizasyonu vardı. Kulise girdim, Orhan Abi (Boran), genç güzel bir hanımla oturuyor. “Seni tanıştırayım, yeni Türkiye güzelimiz Asuman Tuğberk” dedi. Orhan Abi’nin sahne sırası gelince, “Kızım sana emanet” dedi ve çıktı. Ben de emanete hıyanet etmedim!.. Neyse, 1974’te Asuman’ın da çıktığı defileleri sundum. Yönetmen Nisan Akman’ın eşi Eriş de defile müziklerini yapıyor. Eriş, “Birbirinize çok yakışıyorsunuz, niye evlenmiyorsunuz?” diye diye aklımıza girdi. Çok güzel bir flört dönemi oldu, Göksu deresinde bağlı duran ufacık bir teknem vardı, evimiz yok, orada uyuyor, bir lüfer yakalayıp tavada çeviriyoruz.

Parayla pulla olmayacak bir keyif! 9 Eylül 1974’te o zamanın ünlü lokantası Tilla’da Asuman’la yemek yedik. Tilla’da adetti, bir hatıra defteri getirtip not yazdırırlardı. Gelen deftere, “Benimle evlenir misin?” yazıp Asuman’a gösterdim. 21 Mart 1976’da evlendik. Bostancı’da taksitle ev aldık, tekneden eve taşındık. Asuman’la konfeksiyon atölyesi açtık. Şov dünyasından çok kazanmadım, konfeksiyondan kazandım. Önce kızımız doğdu, o dereye saygımdan adını Göksu koydum. Sonra da oğlumuz Mehmet dünyaya geldi. Her ikisi de evlendi, şimdi Amerika’da yaşıyorlar. Biz de sık sık giderek torunumuzu kucaklıyoruz...

(13.01.2013 tarihli Posta Karnaval'dan alınmıştır.)