Magazin Tanınmak ve ünlü olmaya çalışmak zehirli bir şey

Tanınmak ve ünlü olmaya çalışmak zehirli bir şey

Paylaş
Tanınmak ve ünlü olmaya çalışmak zehirli bir şey

Deniz Hamzaoğlu ve Deniz Barut, ‘Gellert Tepesi’nde Düş ve Gerçek’ adlı tiyatro oyununda birlikte oynuyor. Dünyanın Gazze'deki savaşla şoka uğradığı bir dönemde bu oyun da bir savaşı anlatıyor. İki oyuncu bize hem bu oyunu, hem de sosyal medya çağında yaşadıklarını anlattı.

Oyun şahane, oyuncular şahane, dekor şahane. Vigor Kültür Sanat›ın yapımcılığında, Deniz Hamzaoğlu ve Deniz Sanat’ın ‘Gellert Tepesi’nde Düş ve Gerçek’ oyunu, tiyatroseverlerle buluştu. İzlerken duygularınız bir uçtan diğerine savruluyor. Bazen gözyaşlarınıza bazen de kahkahalarınıza hakim olamıyorsunuz. İkiliyle buluştuk, oyunu ve daha fazlasını konuştuk.

Haberin Devamı

KOLAY PARA VE ŞÖHRET ARZUSU TOPLUMU ZEHİRLİYOR

İki adaş olarak böyle bir projede nasıl bir araya geldiniz?

Deniz Hamzaoğlu: Deniz’le zaten bir dizide partnerdik. Beraber oynadığımız günlerde hep konuşuyor, “Birlikte bir tiyatro yapsak ne güzel olur” diyorduk. İsteyince her şey mümkün oluyor.

Deniz Barut: Deniz, ‘Kuruluş Osman’da çok iyi anlaştığım bir rol arkadaşımdı. İyi anlaşan ve birbirine güvenen iki insandan güzel ve iyi işler çıkar diye düşündük. Oldu.

Normalde set ortamlarında bu kadar güven ve dostluk sanırım kolay edinilmiyor, değil mi?

D. H.: Evet, set ortamlarında kavga gürültü, egolar, kıskançlıklar olduğunu duyuyoruz ama ben de Deniz de epey şanslıyız çünkü işi seçerken daha başta kimlerle beraber oynayacağımız noktasında seçici davranıyoruz. İşin kendi doğası gereği orada iyi anlaşmak zorundasınız yoksa kavga gürültünün olduğu yerde ne iyi sinema ne iyi dizi yapılır.

Haberin Devamı

Deniz Barut: Birbiriyle bağları güçlü insanlarla, bağları kopuk iki insanın sergilediği oyunculuk zaten izleyiciye de yansır. Seyirci artık çok seçici ve neyin gerçek olduğunu hissediyor.

GÜNDEMDEN DOLAYI SOSYAL BASKI HİSSEDİYORUZ

Savaş nedeniyle birçok etkinlik iptal edildi. Siz ne düşünüyorsunuz?

D.H.: Biz de prömiyeri iptal edelim mi etmeyelim mi diye çok düşünmüştük. Ama sonuçta burada bir eğlence yok. O nedenle etmedik. Tiyatro durmaz ve kapanmaz. Vigor Sanat da bu konuda arkamızda durdu. Ama bu durumlarda sosyal baskı gündeme geliyor. Siz oyuna gelirsiniz, izlersiniz. Umutsuz bir hayat hikayesidir ama oradan biri gelir sizin fotoğrafınızı çeker ve kardeşleriniz orada ölürken bunlar gülüyor der ve sonrasında hiçbir şey anlatamayız. Maalesef bu kültür oluştu. İnternet icat oldu ve herkes için zor zamanlar başladı. Oradaki zorbalık artık insanın tahammül sınırlarını aşan bir zorbalık.

D. B: Sosyal medya denilen yerde bir linç kültürü var.

KEŞKE ARTIK TAMAMEN GEÇMİŞTE KALAN ŞEYLERİ ANLATSAYDIK

‘Gellert Tepesi’nde Düş ve Gerçek’ oyunu tam da da savaş zamanında savaşı anlatıyor. Sizdeki duygusu ne?

D.H.: Keşke dünyada gerçek anlamda savaşlar olmasaydı ve bizler bunu sadece sahnede oynasaydık. Ama ne yazık ki çok gerçek…

Haberin Devamı

D.B.: Bizim oyunumuzdaki iki karakterin yaşadığı şeyleri bugün dünyada birileri yaşıyor. Belki de 10 katını yaşıyor. Bu, bizi oynarken daha çok üzüyor ve empati duygusunu artırıyor. Bambaşka bir ruh haline giriyoruz. Muhtemelen seyirci de bizimle aynı yoğunluğu yaşıyor. Keşke sadece geçmişte olan ve bitmiş bir şeyi oynasaydık. İnsan oldukça şiddet var oluyor. Yaşanan trajedi değişmiyor.

Bir savaşı anlatsa da umut da var oyunda ama değil mi?

D. H.: Umut hep var. Onu da yitirirsek geriye bir şey kalmaz insandan, insanlıktan yana.

D.B.: Oyun korkunç bir kuşatma sırasında her şeyini kaybetmiş, birbirini tanımayan iki yabancının, birbirine tutunuşunu anlatıyor. Kahramanları geçmişle yüzleştiriyor. Savaşın dehşetiyle baş etmek için kimi zaman hayallere, kimi zaman oyunlara sığınan insanların yolculuğu bu. Oyunun adı üzerinde aslında. Düş ve gerçek… Hangisi düş, hangisi gerçek? Bir süre sonra hem izleyici için hem de karakterler için oyunun hangi kısmının düş hangi kısmı gerçek olduğu birbirine karışıyor. Tam bir savaş psikolojisi… Yaşamak zorundasınız ama şartlar ortada. Sıkışıp kalmış çaresiz iki insanın hikayesi. Hayatta kalmak için oyunlar oynayıp mücadele veriyorlar. Umutları hep var.

Haberin Devamı

Çok güzel oynuyorsunuz. Sizi izlerken oradaki duyguyu çok derinlemesine hissettiğiniz belli oluyor.

D.B.: Geçenlerde bir video izledim ve çok takıldım ona, tıpkı bizim oyundaki gibi bir hissiyat vardı. Çocuğa koşarak biri gelip diyor ki, “Bombayı gördün mü?” O da, “Yemin ederim ben topumu almaya gidiyordum” diyor. Yani oyun oynamaya o an bile devam ediyor. Ve yanına bomba düşmüş. O sanıyor ki ondan suçlanacak. Halbuki zarar görüp görmediğini soruyorlar. Çocuk işte orada bile oyuna devam ediyor.

Özellikle, gündemi yansıttığı için mi seçtiniz bu oyunu yoksa böyle mi denk geldi?

D.H.: Aslında çok uzun zaman önce karar verdiğim bir oyundu bu. 20 yıl evvel hatta. Çok umutlu bir hikaye anlatmıyoruz oyunda. İçinde insanlığa ve umuda dair çok şey var fakat oyunumuz umutlu bir oyun değil. Tıpkı bugünkü dünya gibi.

Haberin Devamı

D.B.: Gülerken utanırsınız ya hani; bizimki de öyle bir his.

ULAŞILMAZ OLMAK OYUNCUYU GELİŞTİREN BİR ŞEYDİ

Sosyal medya herkesi çok ulaşılır hale getirdi, bundan ne kadar etkileniyorsunuz?

D.H: Evet artık kimse merak konusu olmuyor. Herkes çok ulaşılır ve göz önünde sosyal medya nedeniyle. Kolay yoldan para kazanma, ünlü olma hevesi… Topluma en büyük zararı bunlar veriyor. Gençler çok daha iyi şeyler üretecekken sabun köpüğü işlere yöneliyorlar.

D.B: Ulaşılmaz olmak oyuncuyu da geliştiren bir şeydi, sürekli orada göz önünde olunca canlandırdığınız karakter de izleyiciye çok inandırıcı gelmemeye başlıyor. Tanınmak ve ünlü olmaya çalışmak en zehirli şeyler.

Sizi zehirlemedi mi peki şöhret?

D.H.: Ben hiç oyunculuk bile düşünmüyordum. Tiyatro araştırmacısı, tarihçisi, dramatör falan olmak istiyordum.

Hayati Hamzaoğlu gibi önemli bir oyuncunun oğlu olmanıza rağmen mi?

D.H.: Evet en çok da öyle bir babam olduğu için.

D.B.: Eğer siz işinizi gerçekten severek yapmıyorsanız ve dünyanızı tamamen güç ve şöhret üzerine kurarsanız her yanınız zehirlenir.