Dini bilgiler Cennete en son giren kişi

Cennete en son giren kişi

Paylaş
Cennete en son giren kişi

'Cennete en son giren kimse, bazen yürür, bazen ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer. Cehennemi tamamen geçince dönüp ona bir nazar eder...'

İbnu Mes’ud radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennete en son giren kimse, bazen yürür, bazen ağlar. Ateş de arada sırada onu yalar geçer. Cehennemi tamamen geçince dönüp ona bir nazar eder ve: “Senden beni kurtaran Allah münezzehdir! Allah Teâla hazretleri, bana evvelin ve ahirinden hiç kimseye vermediği şeyi verdi!” der. Derken ona bir ağaç gösterilir. “Ya Rabbi! der, beni şu ağaca yaklaştır da altında gölgeleneyim, suyundan içeyim!” Allah Teâla hazretleri: “Ey âdemoğlu! Dilediğini versem benden başka bir şey istemezsin değil mi?” der. Adam: “Ey Rabbim, ondan başka bir şey istemeyeceğim!” der ve başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir. Rabbi de onun özrünü kabul eder. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Onu ağaca yaklaştırır. Adamcağız, onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra adama, evvelkinden daha güzel bir ağaç daha gösterilir. Dayanamayıp: “Ey Rabbim! Beni şuna yaklaştır, gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, artık senden başka bir şey istemeyeceğim!” der. Allah Teâla: “Ey âdemoğlu! Bana öncekinden başkasını istememeye söz vermemiş miydin? Ben seni yaklaştıracak olsam başka şeyler isteyeceksin!” der. Adam, başka şey istemeyeceği hususunda söz verir. Rabbi de onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği şeyi görmüştür. Adamı ona yaklaştırır. Adam onun gölgesinde gölgelenir, suyundan içer. Sonra ona cennetin kapısının yanında bir ağaç yükseltilir. Bu ağaç diğer ikisinden daha güzeldir. Adam yine: “Ey Rabbim” Beni şuna yaklaştır da gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim, senden başka bir şey istemiyorum!” der. Rab Teâla: “Ey âdemoğlu! Sen ondan başka bir şey istemeyeceğine dair bana söz vermemiş miydin?” der. Adam: “Evet, Rabbim! Senden başka bir şey istemeyeceğim!” der. Rabbi onu mazur görür. Çünkü o, sabredemeyeceği bir şey görmüştür. Onu bu ağaca yaklaştırır. Adam ona yaklaştırılınca cennet ehlinin seslerini işitir. (Dayanamayıp): “Ey Rabbim! Beni cennete sok!” der. Rab Teâla: “Ey âdemoğlu! Beni senden kurtaracak şey nedir! Dünya kadarını ve beraberinde mislini versem razı olur musun!” der. Adam: “Ey Rabbim! Benimle istihza mı ediyorsun? sen ki âlemlerin Rabbisin!” der.” İbnu Mes’ûd bu noktada güldü ve: “Niye güldüğümü sormuyor musunuz?” dedi. “Niye güldün söyle!” dediler. “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm da böyle gülmüştü. “Niye güldünüz?” diye soruldu da: “Rabbülalemin’in, adamın “Sen ki âlemlerin Rabbisin, benimle istihza mı ediyorsun?” demesine gülmesine gülüyorum!” dedi. Allah Teâla Hazretleri: “Ben seninle istihza etmiyorum. Lâkin ben, Azimüşşân dilediğimi yapmaya kâdirim!” buyurdular.” Müslim, İman 310, (187).

ÖLÜMDEN SONRAKİ PERDESİZ GÖRÜŞ

CerÓr İbnu Abdillah radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir dolunay gecesi, aya baktı ve: “Siz şu ayı gördüğünüz gibi, Rabbinizi de böyle perdesiz göreceksiniz ve O’nu görmede bir sıkışıklığa düşmeyeceksiniz (herkes rahatça görecek). Artık, güneşin doğma ve batmasından önce hiç bir namaz hususunda size galebe çalınmamasına gücünüz yeterse bunu yapın (namazları vaktinde kılın, vaktini geçirmeyin).” Cerir der ki: “Resûlullah, sonra şu ayeti okudu: “Rabbini güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile tesbih et” (Tâ-ha 13). Buhari, Mevâkitu’s-Salât 6, 26, Tefsir, Kâf 1, Tevhid 24; Müslim, Mesacid 211, (633); Ebu Davud, Sünnet 20, (4729); Tirmizi, Cennet 16, (2554). Hz. Süheyb radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Cennetlikler cennete girince Allah Teâla Hazretleri: “Bir şey daha istiyorsanız söyleyin, onu da ilaveten vereyim!” buyurur. Cennetlikler: “Sen bizim yüzlerimizi ak etmedin mi? Sen bizi cennete koymadın mı? Sen bizi cehennemden kurtarmadın mı (daha ne isteyeceğiz?)” derler. Derken perde açılır. Onlara, yüce Rablerine bakmaktan daha sevimli bir şey verilmemiştir.” Süheyb der ki: “Resûlullah bu sözlerinden sonra şu ayeti tilavet buyurdular. (Mealen): “İyi iş, güzel amel yapanlara daha güzel iyilik bir de ziyade vardır” (Yunus 26). Müslim, İmam 297, (181); Tirmizi, Cennet 16, (2555). Ebu Zerr radıyallahu anh anlatıyor: “Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm’a: “Sen Rab Teâla’nı hiç gördün mü?” diye sordum. “Nurdur (münezzehtir) ben O’nu nasıl görürüm” buyurdular.” Müslim, İman 291, (178); Tirmizi, Tefsir, Necm, (3278). Mesrûk rahimehullah anlatıyor: “Hz. Aişe radıyallahu anhâ’ya dedim ki: “Ey anneciğim! Muhammed aleyhissalâtu vesselâm Rabbini gördü mü?” Bu soru üzerine: “Söylediğin sözden tüylerim ürperdi. Senin üç hatalı sözden haberin yok mu? Kim onları sana söylerse yalan söylemiş olur. Şöyle ki: Kim sana: “Muhammed Rabbini gördü” derse yalan söylemiş olur. (Hz. Aişe bu noktada, sözüne delil olarak) şu ayeti okudu. (Mealen): “Onu gözler idrak edemez, O ise gözleri idrak eder” (En’âm 103). Devamla dedi ki: “Kim sana derse ki Muhammed yarın olacak şeyi bilir, yalan söylemiştir. Zira ayet-i kerimede (mealen): “Hiçbir nefis yarın ne kesbedeceğini bilemez” (Lokman 34) buyrulmuştur. Kim sana “Muhammed’in vahiyden birşey gizlediğini söylerse o da yalan söylemiştir. Çünkü ayet-i kerimede (Mealen): “Ey Peygamber! Sana Rabbinden her indirileni tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Allah’ın risaletini tebliğ etmiş olmazsın” (Maide 67) buyrulmuştur. Lakin Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm Cibril’i (suret-i asliyesinde) iki sefer görmüştür.” Buhari, Tefsir, Maide 7, Bed’ü’l-Halk 6, Tefsir, Necm 1, Tevhid 4; Müslim, İman 287, (177); Tirmizi, Tefsir, En’âm, (3070).

CEHENNEM ATEŞİ

Enes İbnu Malik radıyallahu anh anlatıyor: 'Resülullah aleyhissalatu vesselâm buyurdular ki: 'Şu dünya ateşiniz var ya! Bu, cehennem ateşinin yetmiş cüzünden bir cüzdür. Eğer o, su ile iki kere söndürülmemiş (harareti giderilmemiş) olsaydı, ondan faydalanamazdınız. Şurası muhakkak ki, bu dünya ateşi, aziz ve celil olan Allah’a, bir daha eski hararetine döndürmemesi için dua eder.' Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: “Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: 'Kıyamet günü ölüm getirilir. Sırat üzerinde durdurulur ve: 'Ey cennet ahalisi!” diye nida edilir. Cennettekiler, (bu çağrı üzerine) içinde bulundukları (o güzel) yerden çıkarılacakları korku ve heyecanıyla bakarlar. Sonra da: 'Ey cehennem ahalisi!' diye nida edilir. Onlar da içinde bulundukları (o fena) yerden çıkarılacakları ümid ve sevinciyle bakarlar. (Ölüm gösterilerek) “Bunu tanıyor musunuz?” denilir. (Cennetlikler ve cehennemlikler hepsi bir ağızdan:) 'Evet! Bu ölümdür” derler.' Resülullah aleyhissalâtu vesselam buyurdu ki: “Bundan sonra emredilir ve Sırat üzerinde ölüm kesilir. Sonra her iki tarafa birden: 'Haydi bulunduğunuz hal üzere ebediyet sizindir, burada artık ölüm yoktur' denilir.'

KUR’AN’IN MUCİZE SIRLARI

Ses hızı yüzyıllar önce yazıyor muydu?

Önceki yazı dizisinde bu konuya değinmiştik fakat bu defa farklı bir işaret çıkıyor karşımıza. Bildiğiniz gibi hava olmasaydı sesle iletişim kuramazdık ve konuştuklarımız duyulmazdı yani konuşamazdık. Çünkü hava sesi iletir mesela uzay boşluğunda ses dalgaları iletilemez çünkü orada hava yoktur. Kur’an’da konuşma ve iletişimle ilgili dikkat çekici bir ayet vardır. Al-i İmran suresinde Hz. Zekeriya için şöyle buyrulur: “...”Senin için alâmet, insanlara üç gün, işaretten başka söz söyleyememendir. ...” (3. sure 41. ayet) İlginçtir ki ayetin numarası 3:41 tam da ses hızını gösteriyor yani saniyede 341 metre. Bundan iki ayet önce de 3:39 numaralı ayette seslenmek ifadesi geçiyor (Kur’an’da seslenmek kelimesinin geçtiği ilk sıradaki ayetlerden biridir) Ses hızı 340-341 metre olarak kabul edilse de sıcaklık ve yükseklik gibi etkenlerle değişip bazen 339 metre hızında da olabilir. Elbette asırlar önce kimse sesin hızını bilmiyordu hatta metre ölçüsü bile kullanılmıyordu o nedenle bu işareti Kur’an’ın mucizelerinden birisi olarak kabul edebiliriz. Önceki çalışmalarımızda ses ve dalga kelimelerinin de Kur’an’da yan yana geçtiğini belirtmiştik ki bu da sesin dalgalar halinde yayıldığına işaret eden ayrı bir mucizeydi ve o devirde kimse tarafından bilinmiyordu.

Simya ve altının atom numarası: 79

Bazı kaynaklarda Karun isimli kişinin simya ilmi sayesinde altın elde ettiği çok zengin olduğu anlatılır. Kur’an’da Kassas suresi 79. ayette Karun’dan bahsedilir ve bir önceki ayette de bir ilimden bahsedilir ki bu simya ilmine işaret olabilir. 79. ayette Arapça “Ziynet” kelimesi geçer ve bu kelime ihtişam, süs, değerli eşya... anlamlarında kulanıldığı gibi bazı ayetlerde Altın anlamında da kullanılır. İlginçtir ki altının atom numarası ayet numarasıyla aynıdır yani 79’dur ve bu ayette Ziynet kelimesi geçmektedir. Atom numarası dediğimiz kavram bir elementin yani altın, gümüş, bakır... gibi atomların nötron proton gibi görünmeyen parçacıklarıyla igili bir sayıdır ve son yüzyıllarda keşfedilmiştir. Aslında bu ayetlerde Karun’un servetinin kendisini kurtaramadığı anlatılmaktadır. Günümüzde de sahip olduğu zenginlikle kibirlenen bazı kişilerin aslında mutlu olmadıklarını görebilirsiniz. Tabi ki hayır yapan zenginleri kastetmiyoruz. Servetler ve zenginlikler hayırlı ve faydalı amaçlar için kullanılmadıkça kişilere zarar verebilir. Zaten dinimizdeki zekat kavramı yeterince anlaşılsaydı ülkemizde bu kadar yoksul ve işsiz insana da rastlamazdık. Sadece insana değil hayvanlara bile bir kap su veya yiyecek vermenin sevap olduğu bir dine mensubuz fakat bu dinin değeri yeterince bilinmiyor.

Laik kelimesiyle ilgili ilginç bir iddia

7256. ayette geçen “Laikrahe fid dini...” yani “Dinde zorlama yoktur” ifadesinin gelecek çağlarda ortaya çıkacak olan Laik sistemi haber verdiğini iddia etmişlerdir. Bu iddianın doğru olup olmadığını inceleyelim... Laik kelimesi Fransızca kaynaklı olup etimolojik anlamda 1560’lı yıllarda ortaya çıkan bir kelimedir. Yani Kur’an geldiği zaman böyle bir kelime kullanılmıyordu. “Laikrahe” ifadesi başka ayette geçiyor mu diye bilgisayarda baktığımızda ise başka yerde geçmediğini görüyoruz. Fakat tüm bunlar iddianın doğru olduğunu kanıtlamaz. Bu iddiayı öne sürenler daha fazla işaret ortaya koymalıdırlar. Zaten yeterince siyasetin konuşulduğu bir ülkede yaşıyoruz yeni bir tartışmaya hiç gerek yok. Maalesef çoğu televizyon kanalında sürekli siyasetin konuşulduğunu ve eğitici yayınların pek fazla yapılmadığını görüyoruz.

Ömer Çelakıl Kimdir?

1980’de doğdu. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Kur’an-ı Kerim üzerine matematiksel çalışmaları ve Kur’an’daki matematiksel sistemin açığa çıkartılması üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. İsmi ilk olarak 2000’li yılların başında duyulmaya başlandı. ‘Kur’an’ın Şifresi’ adlı kitabı 2002’de çıktı ve aynı yıl en çok satan kitap oldu.

Yarın: Kıyametin bilinmeyenleri

7

Haberin Devamı