Pazar Postası 'Şarkılarımı söylerken piyanomun tuşlarına çok gözyaşı döktüm'
Paylaş
'Şarkılarımı söylerken piyanomun tuşlarına çok gözyaşı döktüm'

Ümit Besen, bir dönemin eğlence hayatına damgasını vuran piyanist şantör kuşağının en önemli ismi. Bugünlerde Ülker Rondo reklamında 'kendisi olarak' yer alıyor...

SERAL CUMALI

scumali@posta.com.tr

Piyanosunun başında; “Hayatın draması varsa Rondo’nun kreması var” diye şarkı söylüyor.

Korukent’teki evlerine konuk olduk. 29 yıllık evi Emel Hanım, kızları Melis, Ezgi, Selen, torunları Belis ve dünyanın en kendini sevdirmeye meraklı köpeği Sindy ile mutlu bir aile babası Ümit Besen. Evdeki kadın hakimiyeti, kadın nüfusundan açıkça belli oluyor. Kızlarını anlatırken gözleri parlıyor. Ezgi’nin hayvansever bir avukat olarak ‘uçağın kargosunda kaybolan kedi’ davasını nasıl kazandığını gururla anlatıyor.

Ama torununa aşkı bir başka. Sindy’ye ise mesafeli. Sindy de bu mesafenin farkında. Ümit Besen’den ve küçük Belis’ten uzak duruyor. Ümit Besen hayatını şu sözlerle özetliyor: Reklamdaki gibi ben de hayatın dramasını da kremasını da birlikte yaşıyorum...

Çocukluğunuzu nasıl hatırlıyorsunuz?

Adana-Osmaniye’de geçti çocukluğum. Babamın otomobil tamirhanesi vardı. Okul tatil olduğunda babam, “Sokaklarda aylak aylak gezmeyin, burada meslek öğrenin” deyip kardeşimle beni tamirhanede çalıştırıyordu. Bizi sıkı bir disiplin altında büyüttü. Akşam 7’den önce eve dönmemizi isterdi. 18-19 yaşına kadar hayatım böyle geçti.

Bu kadar disiplinli bir baba müziği destekledi mi?

Müziği destekliyordu, çünkü rahmetli dedem ud çalardı ve iyi bir müzik öğretmeniydi. Amcam ünversiteye İstanbul’a gelince, tavan arasında onun kırık melodikasını buldum. Biraz çalmaya çalıştım, baktım Samanyolu’nu falan çalıyorum. Babam da bende bir ışık gördü, önce daha iyi bir melodika, sonra akordeon aldı. 14 yaşında düğünlerde sahneye çıkmaya başladım, bu sefer babam basit bir org aldı. 17 yaşına geldiğimde artık daha profesyonel bir org istiyordum. O zamanlar Anadol otomobilleri vardı; 19 bin liraydı. Org da aynı paraydı. Babam “Hangisini alayım?” dedi, ben orgu tercih ettim. İyi bir org almak için İstanbul’a geldik. Karaköy’de org alırken Nino Varon oradaydı; “Nilüfer’in Dünya Dönüyor albümünde bu orgu kullandık, çok güzel” dedi. O orgu aldık; Osmaniye’ye döndük.

Org daha profesyonel olunca müziği de daha mı profesyonel yaptınız?

Osmaniye’de lise yıllarımda ‘Tayfunlar’ adlı bir orkestra kurmuştum. Çünkü çok hızlı esen rüzgar gibiydik. Düğünlere bizi çağırırlardı, bayağı ünümüz vardı. Civar ilçelere, Adana’ya bile giderdik. Hem de iyi yerlere giderdik.

İstanbul’a geliş nasıl oldu?

Çukurova Kulübü’nde teyzemin düğünü oldu. Yine bizim orkestra çalıyor, ben de piyano çalıp şarkı söylüyorum. Galataraylı rahmetli Metin Oktay içeriden beni dinlemiş. İstanbul’a gelince de, Tarabya’daki Köşem Bistro’nun sahibi rahmetli Hanifi Koç’a, “Adana’da Ümit Besen diye bir çocuk var, onu getirirsen burayı kurtarırsın” demiş. 2-3 masa ancak doluyormuş, işler kötü gidiyormuş o zaman Köşem Bistro’da. Halamın oğulları İstanbul’da üniversite okurken oranın müşterisiymiş, Hanifi Bey onlara bir gün sormuş; “Ümit Besen diye bir çocuk varmış Osmaniye’de. Tanır mısınız?” diye. Onlar da “Bizim Ümit” demişler. Hanifi Bey beni İstanbul’a çağırdı. 1978 yılıydı; babam dedi ki; “Oğlum, aile yeri midir, pavyon mudur, neyin nesidir, bize yakışır bir yer midir Köşem Bistro? İstanbul’un seni bozmasını istemem. Gidip beraber görelim.” Baktı ki aile mekanı, insanlar eşleriyle, dostlarıyla geliyor; babam razı oldu. Ben de geldim ama “Acaba İstanbullular’ın müzik duygularına uyum sağlayabilecek miyim?” diye korkarak geldim.

Sonra?

Benim yaptığım şarkılar, besteler buradakilerin susadığı bir şeymiş meğerse. Köşem Bistro her gün dolup taşmaya başladı. O zaman Ferdi Özbeğen de ilk plağını yapmış, bu işin çığırını açmış. Hüseyin Emre ve Selami Şahin de beni dinlemeye geldi ve bana hemen plak teklif ettiler. 80 yılında “Şikayetim var kaderden yana” adlı ilk plağım çıktı, 100 bin tane sattı. 10 bin satan ‘Altın Plak’ı hak ediyordu o zaman. O kadar hızlı bir şekilde halka kendimi kabul ettirdim ki; artık 15 gün önceden yer ayırtmak gerekiyordu beni sahnede dinlemek için.

Ferdi Özbeğen’in plağı tutunca bana da teklif geldi

Ferdi Özbeğen’den farkınız neydi?

Ferdi Özbeğen piyanoyu belirli bir kesime çalarken, ben halkın arasına indirdim. Aramızdaki fark bu. Çünkü ben üreten bir insanım. Yaşadığım duyguları yansıttım. Islak Mendil, Nikah Masası, Dostlar Sağolsun, halkla ortak yaşanan duygularmış ki, çok çabuk yayıldı şarkılarım. Derken 10 plak üst üste listelerin tepesinde kaldı.

Ferdi Özbeğen’le sıkı bir rekabet vardı aranızda. Dostluk oldu mu?

2 tane kafa insan olunca rakip olarak yazıldı, öyle bir şey yoktu. Çünkü onun yaptığı ile benim yaptığım aynı görülse de farklıydı. Ben daha çok kendi bestelerimi söylerdim, arabeske yakın müziği modernize ettim. Ferdi Özbeğen ise yabancı müziklere Türkçe sözler yazılırdı, o da onları söylerdi. Aramızdaki fark budur. Ama kadife gibi bir sesi vardır, severim Ferdi Özbeğen dinlemeyi. Hep birbirimizden öncekine bir şeyler borçluyuz. Ferdi Özbeğen plak yapmasaydı, bana da teklif gelmezdi. Çünkü onun plağı çok tutulunca bana da plak teklifi geldi.

Sizin izleyici kitleniz kimdi?

Genelde birbirini seven çiftler. Bir genç sevdiğini anlatamıyor, “Seni Ümit Besen’e götüreyim” diyor genç kıza. Sonra bu şarkı senin için diyor ve duygularını benim şarkımla anlatıyordu.

“Sahneye gönderilen ilan-ı aşk yazılı kağıtları yırtardım”

Şarkılarınızda hep aşk acısı var. Sahnede piyanoyla o şarkıları söylüyorsunuz yıllardır. Türkler acılı şarkılarla mı eğlenmeyi seviyor?

Çalıştığım yerlerde ilk başlamam kendi bestelerimin yanı sıra ‘Dönülmez Akşamın Ufkundayım, ‘Akşam Oldu Hüzünlendim Ben Yine’ gibi Türk Sanat Müziği eserleri de seslendirdim piyanoyla. Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay şarkıları da söylüyordum. İnsanlar o şarkıları yeni gibi dinliyor, hoşlarına gidiyordu. Türk Sanat Müziği ve arabesk’in piyanoya uyarlanışını sevdiler ve yeni bir ekol olarak algıladılar.

Eğlenmeye gelenler Islak Mendil’i dinlerken nasıl tepki gösteriyorlardı mesela?

Islak Mendil’i dinlerken birbirlerine sarılıp romantik dans ederler. Ama hareketli şarkılara geçince oynuyorlar. Ama şöyle şeyler de oluyordu: Ben “Dönülmez Akşamın Ufkundayım”ı söylemeye başladım bir seferinde, birisi sahneye fırladı ve oynamaya başladı. Müziği algılayınca durdu ve benimle göz göze geldi. Baktım ki adam oturmuyor, elleri havada, ısrar ediyor oynamakta, ben de şarkıyı kestim, oyun havası çalmaya başladım. Ama böyle olaylar sahnede beni kızdırıyor.

Başka neler sizi kızdırır sahnedeyken?

Kendi reklamını yapmak için uğraşanlara kızarım. Mesela hava atmak için şampanya gönderenleri sevmem. Bir dakika arayla ismini söyletmek için 4 kez şampanya gönderen oluyor. Göndereceksen bir kere gönder. Bir kere teşekkür ediyorum; sonra “Tek tek değil toplu halde gönderin” diyorum onlara. Kızdığımı böyle belli ediyorum. 4 kere aynı şarkıyı isteyenler oluyor, çok kızıyorum ona da. “Ben playback miyim?” derim. Söylemem o şarkıyı bir daha onlara. Hiçbir zaman sahnede müşterinin pohpohçusu olmadım. Tekrar gelsinler bana diye uğraşmadım. Sadece onlara güzel vakit geçirtmeye çalıştım.

Kağıda şarkı isteği yerine ilan-ı aşk notları yazıp size verenler olur muydu?

Çok şeyler yaşadım, gerçekten öyle şeyler de geliyordu. Ama ben yırtar atardım o kağıtları. Hiç kaale almadım o ilan-ı aşk notlarını. Şöhreti taşımak kolay bir mesele değil. Hiçbir zaman magazin malzemesi olmadım. Öyle aşk ilan edenlere de direkt “kardeşim” diye hitap ettim. Orada hemen olayı kestim. Yüzüğümü gösterdim; “Bak evliyim” dedim. Ben eşime bağlı bir insanım. Şu anda da benim aile yapımı biliyorlar, ben onların hepsinin ağabeyiyim, babasıyım, evlerinde plağı, kaseti bulunan insanım.

O yıllarda film de çevirdiniz...

Tek kanal TRT vardı, oraya da çıkamıyorduk. Hayranlarımıza görsel olarak ulaşmak için film tekliflerini kabul ettim. 14 film çevirdim o yıllarda.

“7’den 70’e her yaşta fanatiğim hala var”

Tarabya’da hayat bulan o eğlence kültürü bir döneme damgasını vurdu. Şimdi nerelerde devam ediyor?

Tarabya’da çok uzun yıllar bu olay devam etti. Ama Tarabya şimdi çok değişti. Çoğu yer kapandı. Tarabya Oteli’nde uzun zamandır tadilat var. Öyle olunca ben 10 senedir Tarabya’nın dışında program yapıyorum. Uzun yıllar Sahil’de program yaptım, şimdi cuma günleri İdealtepe Çakırkeyif’teyim, cumartesi de Ankara’da Salatabar’da sahneye çıkıyorum. Yazın Didim’de olacağım. Tabii Tarabya’nın tadı bir başkaydı. O sırasıra yan yana dükkanlar bambaşkaydı. Başka bir havası vardı.

Çıktığınız yerler yine dolup taşıyor mu?

Öyle fanatiklerim varki! 7’den 70’e. Geçen cuma bir müşterimden sahnede kağıt geldi; “Ölmeden önce yapılacak 100 şeyin başında gelen ilk şey: Ümit Besen’le resim çektirmek, onu dinlemek.” Bir tane daha: “Allah razı olsun abi, askere gidiyorum, şehit düşersem mutlu bir şekilde düşerim, çünkü seni dinledim.” Adam 20 yaşında.

Genç kuşak oyuncuların da evine gidip onlara mini bir konser verdiğiniz yazıldı?

Özge Özpirinççi’nin doğum gününü benim program yaptığım Süreyya Teras’ta kutladılar. Özge, Engin Altan Düzyatan, 70 kişilik bir grup olarak geldiler. Çok güzel bir gece geçirdik. Ama bir gazetede çıkan ‘10 bin lira alarak evlerine gitti’ haberi doğru değil.

Evlere konser vermeye gidiyor musunuz?

Hiçbir zaman hiçbir eve gidip, para alıp şarkı söylemedim. Benim çalıştığım yere gelirler, birlikte eğleniriz.

Araba merakı ne zaman başladı?

Çocukken babamın tamirhanesinde çalışırken başladı. İlk plaktan kazandığım parayla babama araba alıp gönderdim. Sonra kendime güzel bir araba aldım. İki senedir Sevgililer Günü’nde kendime araba hediye alıyorum.

Araba da Jaguar...

Özal’ın damadına hediye edildiği zaman benim Jaguar’ım vardı. O zamandan beri hep Jaguar kullanırım. Şimdi de en son çıkan XJ modelini aldım. Ben bu hayatta hayalleri ertelemeyi sevmiyorum. Arsa alırsam daha çok prim yapar diye düşünmüyorum. Binebilecek kudretim varsa her zaman en iyisine bindim ve şu anda da biniyorum. Ferdi Özbeğen de Jaguar hastası. Birgün arabayla geldi beni aldı. Mercedes kullanırdım, ertesi gün gidip ben de Jaguar aldım. O bana aşıladı.

Sevgililer Günü’nde kendinize Jaguar, eşinize ne aldınız?

Ona da güzel bir Rolex saat hediye ettim. Bu evi de ona hediye ettim, ben çok hediye eden bir insanım.

Rondo reklamını neden kabul ettiniz?

Her reklamı kabul etmem. Ama bu reklamda ben kendimi oynadım, müziğini de ben yaptım. Restoranda masama ‘Rondo’ gönderenler oluyor artık.

Reklam devam edecek mi?

İki yeni ürün çıkıyor, geçen hafta onların reklamını çektik.

Reklamdan ne kadar ücret aldınız?

Para peşinde olan bir insan olmadım inanın. Benim Maslak’ta yeteri kadar dükkanım var, eskiden Toprakbank’ın bulunduğu binanın mal sahibiyim. Yıllar yılı her akşam çalışıyorum. Yıllardır yatırım yaptım. Öyle boş bir adam olmadım. Ne hayali ihracat yaptım, ne fatura kestim, beste yapıp piyanomla söyleyerek kazandım bu parayı. Rondo’ya yaptığım müzik için de bana para ödüyorlar. Kendi maharetimle kazanıyorum oradan da.

Kendinize iyi baktığınız belli oluyor, hiç değişmediniz?

Kendime iyi bakarım, antioksidanlar, balık yağı takviyeleri yaparım. İçki sigaradan uzak duruyorum.

Adettendir çalıştığınız yerlerde şarkı söyleyene içki gönderilir. Nasıl uzak kaldınız?

Ben hep su, soda içtim. Viski ikram ettikleri zaman garsonlar bana elma suyu koyup getirirlerdi. İkram edilen viskiyi içiyorum edasıyla onlara kaldırdığım bardağın içinde elma suyu vardı.

Siz de müşteriyle birlikte eğlenir misiniz?

Hissetmezseniz yapamazsınız. Söylediğim şarkıyı yaşayan ve hisseden biriyim. Gözyaşlarım piyanonun tuşlarına düşerdi. O şarkıları söylerken insan hissedince gülemiyorki. O yüzden beni soğuk bulurlardı. Son zamanlarda etrafa biraz gülücük dağıtmaya başladım. Çıktığım reklamda da olduğu gibi, ‘ben hayatın dramasını da kremasını da birlikte yaşayan’ bir insanım. Hayatımın dramasında kardeşim var; iki senedir kanserle mücadele ediyor. Kremasında da o acıyla aynı zamanda dünyaya gelen torunum var. Acıyı duydum, tatlıyı yaşadım. Herkes gibi hayatın gerçeklerini yaşıyorum...

“Eşim hayranım değildi o yüzden biraz fazla uğraştım”

Eşinizle nasıl tanıştınız?

Eşimle Lalezar’da program yaptığım dönemde tanıştık. Bir grup arkadaş gelmişlerdi, doğumgünü kutluyorlardı. Benim hayranım değildi, o yüzden biraz fazla uğraştım. Arkadaşını tanıyordum, ondan bilgi aldım. Evinin önünden geçerken balkonuna çiçek atıyordum. Çok uğraştım. Böyle şeyleri pek beceremem de. Şarkılar bana yardımcı oldu. Benim en büyük silahım şarkılardı.

Nasıl ikna ettiniz?

Kardeşinin bir müzik mağazası açılışı vardı. Ben de gittim, orada birbirimizi daha da tanıdık. Çok uğraştım, sonunda benim onu sevdiğimi anladı ve sonra da evlendik. Ben 24, eşim 22 yaşındaydı. Rahmetli annemle babamın evlendikleri yaşta. Şimdi ben babamın beni İstanbul’a getirdiği yaştayım; 54 yaşında.

Bu acılı aşk şarkıları o süreçte mi yapıldı?

O zaman yazdıklarım da, küstüğümüz zamanlar yazdıklarım da var. Lise çağlarında yaşadığım platonik aşklara da yazıldı şarkılarım. Gördüğüm bir rüya, seyrettiğim romantik bir aşk filmi bile bana şarkı yazdırabiliyor. Ama eşime çok şarkı yazdım.

Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz?

Romantik müzik. İçinde her türlü duygu, ayrılık, yaşanmışlık var.

Bütün şarkılarınızı yaşadınız mı?

Benim yazdığım şarkıların hepsi yaşanmıştır.

Nikah Masası da mı? “Nikahında şahidin olurum” diyorsunuz?

Her şey yaşanmıştır.

Gerçekten sevdiğinizin nikahında şahidi olma isteğini hissettiniz mi?

Bu sevgiliye bir sitem. Uykudan kalkıp 20 dakikada yazdığım bir şarkı, 29 senedir insanların dilinde dolaşan bir şarkı oldu.

“Benim şarkılarımın asaleti vardır. Yarıda kesip de ‘Ahmet Bey hoşgeldiniz’ demedim”

Piyanist şantör, taverna müziği kavramları nasıl çıktı?

Piyanoyla tek başımıza şarkı söylediğimiz için ‘piyanist şantör’ diye adlandırıldık. ‘Taverna müziği’ denildi yaptığımız müziğe, öyle bir müzik yok ki! Taverna insanların eğlendiği, dans ettiği, yemek yediği, hoppala şıkıdım şıkıdım diye şarkıların birlikte söylendiği bir ortam. Yunanca’dan gelir, eğlenirken tabaklar kırılır. Bizde tabak falan kırılmaz, sadece komiler mutfakta tabak kırar arada! Bu nedenle kendimi tavernacı olarak addetmiyorum.

Piyanist şantörlerin şarkılar arasında gelenleri “Hoş geldiniz Ahmet Bey” ya da “Hoş geldiniz Mehmet Bey” diye karşılamaları da bir olaydı. O nasıl çıktı?

Ben 11 albüm çıkardıktan sonra bazı arkadaşlar tavernayı yansıtan, o ortamda yapılmış gibi bir kaset yaptı. Arif Susam da, o dönem “A Sabancı da buradaymış”, “A bilmemkim de buradaymış” diye bir albüm yapmıştı. Ordan çıktı.

Siz hiç dediniz mi, “A Mehmet Bey de buradaymış” diye?

Hayır, ben programın başında herkesi selamlarım, “Hoş geldiniz, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum” derim, iyi eğlenceler dilerim. Benim tarzım budur. Benim şarkımın bir asaleti vardır, onu kesip böyle şeyler söylemem.

(26.06.2011 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

4

Haberin Devamı