Türk oyuncuların rol aldığı 7 yabancı film

Türk oyuncuların rol aldığı yabancı yapımları izlemek Türk sinemaseverleri en gururlandıran durumlardan biri. Türk oyuncuların Hollywood'ta rol alması, Türkiye'de her zaman büyük olay olur. Hollywood'ta Türk oyuncuları görmek, sık sık rastladığımız bir sinema haberi olmasa da Türk oyuncular yabancı filmlerde oynadığında büyük mutluluk duyuyoruz. İşte, Türk oyuncuların rol aldığı 10 yabancı film! Sibel Kekilli-Ne AdamAlex (Matthias Schweighofer) genç yakışıklı fakat biraz talihsiz bir öğretmendir. Kız arkadaşı Caroline (Mavie Hörbiger) tarafından terk edildikten sonra artık bir şeyleri değiştirmesi gerektiğini de fark eder. Kendisinden, kadınların ilgisini çekecek, güven veren, modern bir erkek yaratmak zorundadır. Sürprizlerle dolu kız arkadaşı Nele (Sibel Kekilli), ve en iyi arkadaşı Okke (Elyas M'Barek), çapkın, biraz maço bir hovardadır ve Alex'e bu işin püf noktalarını sonuna kadar öğretmeye kararlıdır. Alex şimdi 'Kadınların istediği erkek nasıl olunur?' sorusuna yanıt ararken bir yandan da onu olduğu gibi sevecek bir kadının özlemini çeker. Sanata olan duyarlı yaklaşımları sebebiyle büyük medyanın Picasso adını taktığı seri katil, gecelere dehşet saçmaktadır. Elektrikler söndüğünde hayatlar da sönmektedir zira Picasso, kentte sürekli geceleri gerçekleşen elektrik kesintilerini fırsat bilerek bir dolu cinayet işler. Estetiğe son derece meraklı olan entelektüel seri katil, kurbanlarını öldürürken üzerlerinde ünlü sanatçıların eserlerinden izler bırakır. Garsonluk yapan Christie’nin bu cinayetlerden birine şahit olması ile gerilimli bir mücadele başlayacaktır. Polise haber vermesi sonucu olay yerine gelen polis memurları Stefan ve Lawrence, ilk önce Christie’yi katil zannederler. Kısa süre içinde yanıldıklarını anlamaları ile şimdiye kadar şahit olmadıkları büyük bir kovalamaca başlayacaktır. Ölümle Dans filminin de yönetmenliğini yapan Jon Keeyes’in yönettiği Dehşet Gecesi’nde genç oyuncu Mehmet Günsür de rol alıyor. Yağmurdan kaçarken doluya tutulan zavallı banka soyguncuları, polisten kaçmak isterken azılı haydutların kucağına düşüverirler. Bu üç kişilik soyguncu çetesi, gerçekleştirdikleri son soygun sonrası polisten kaçarlarken bir kafetaryaya sığınmışlardır. Ama asıl kaçmaları gereken insanlar o kafetaryanın içindedir. Kafeteryada tesadüf eseri müşteri olarak bulunan iki azılı katil tarafından, diğer müşterilerle birlikte rehin alınınca asıl mücadele artık şimdi başlayacaktır. Artık kaçtıkları polisler, kendilerini kurtarmaları için umut besledikleri insanlara dönüşmüştür. Zamanla yarıştıkları, gerilim dolu bir hayatta kalma mücadelesi başlamıştır. Jon Keeyes tarafından yönetilen Ölümle Dans, ülkemizde Tamer Karadağlı, Yelda Reynaud ve Deniz Akkaya’nın da filmde rol almaları nedeni ile dikkat çekmişti. Takıntılı bir interpol ajanı olan Louis Salinger ve Manhattan Bölgesi avukatı Eleanor Whitman, dünyanın en güçlü bankalarından birine adaleti getirmeyi amaçlamaktadır. Kara para aklama, silah ticareti dahil birçok yasal olmayan işlemleri su yüzüne çıkarırlar. Salinger ve Whitman’ın araştırmaları, onları Berlin’den Milano’ya oradan New York’a ve son olarak İstanbul’a götürür. Kendilerini uzun soluklu global bir kovalamanın içinde bulurlar. Salinger ve Whitman’in terörü finanse etmeye devam eden bankanın amansızca peşini bırakmamaları, hayatlarını riske sokacaktır. 24 yaşında genç bir erkek ile 40 yaşında bir kadın arasında sağlıklı bir ilişki mümkün olabilir mi? Eğer bu kadın Zeta Jones gibi seksi bir hüviyete sahipse neden olmasın? İşte The Rebound, New York’ta geçen bu ayrıksı hikayede, 40 yaşındaki seksi komşusuna tutkuyla yaklaşan bir adamın cilveli bir kadınla arasında oluşan engellenemez çekimi anlatan bir romantik komedi olarak karşımıza çıkıyor. Sandy, 40 yaşına henüz merhaba demiş, iki çocuk doğurmasına rağmen hoş, güzel ve seksi bir kadındır. Hayatını Sleepy Hollow yakınlarında bir banliyöde geçirmektedir. Pasta yapmak, sandviç hazırlamak, çocukları okula bırakmak, fantezisi olan futbol ligini takip etmek gibi birçok işi aynı anda yürütme konusunda uzmanlaşmıştır. Dışarıdan mükemmel bir dünya gibi gözüken hayatı kocasının onu aldattığını öğrenmesiyle darmadağın olur. Acı gerçekle yüzleşince 2 çocuğunu da alıp, bir iş bulmak ve yeni bir hayata başlamak üzere New York’a taşınır. Orada tam olarak hayatının en kötü noktasında olan 24 yaşındaki üniversiteden yeni mezun olmuş, sempatik Aram Finkelstein’la tanışır. İki hafta önce evlendiği Fransız karısı tarafından terk edilmiş ve kendisiyle sadece yeşil kart almak için evlendiğini öğrenmiştir. Romantik ve iyimser bu genç, dünyaya olan inancını kaybetmemek için mücadele vermektedir. Annesi tarafından ABD'ye gönderilen ancak oradaki hayat şartlarının filmlerde sunulduğu gibi toz pemde olmadığını anlayan masum bir genç kız olan Ebru'nun aşk hayatında yaşadığı hayal kırıklıkları ve başına gelen kötü olaylar sonrasında düştüğü durum ve onu bu kötülüklerden korumaya çalışan Rusty isimli işitme engelli bir sanatçı konu ediliyor. Türkiye’de çekilen You Can’t Win Them All (Paralı Askerler, 1970) adlı filmde Salih Güney aralarında Fikret Hakan'ın da yer aldığı Tony Curtis, Charles Bronson ve Michele Mercier ile kameralar karşısına geçmişti. Film maalesef Türkiye'de Atatürk düşmanlığı yaptığı gerekçesi gösterilememişti. Güney'in yıllar sonra verdiği bir röportajda şu ifadeler yer almıştı; filmin seçmesi için yığınla oyuncu gelmiştir ancak yönetmen Salih Güney’i görür görmez “Bekleyen herkesi yollayın, aradığım Yüzbaşı Enver geldi” der ve filme kabul edilir.