Aydan Durak

05 Mayıs 2024, Pazar 11:58

Deterjan kalıntıları besin alerjilerinin gelişimine zemin hazırlıyor

Gündelik hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan temizlik ürünleri, ne yazık ki sağlığımız için bazı riskler taşımaktadır. Son altmış yıl içerisinde yapılan araştırmalar, besin alerjisi, astım ve alerjik rinit gibi hastalıkların artışında bu ürünlerin aktif maddelerinin önemli bir etken olduğunu göstermektedir.

Alerjik hastalıkların artışında genetik faktörlerin yanı sıra çevresel etkenlerin de önemli bir rol oynadığı ortaya konmuştur. İşte bu çevresel faktörler arasında, günlük hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan deterjanlar ön plana çıkmaktadır. Deterjanlar, cilt ve mukoza bariyerimizi zayıflatmakta, alerjen ve zararlı maddelere karşı doğal savunmamızı tehlikeye atmaktadır.

Deterjanlar, içerdikleri sert kimyasallar nedeniyle deride tahriş ve hasara yol açabilir. Bu, alerjen maddelerin deri yoluyla vücuda girişini kolaylaştırır ve alerjik reaksiyonlara sebebiyet verebilir. Ayrıca, deterjan kalıntılarının nefes yoluyla alınması, astım ve diğer solunum yolu alerjilerinin tetiklenmesine yol açabilir.

Evlerimizde sıklıkla kullandığımız çamaşır ve bulaşık deterjanları gibi temizlik ürünleri, sodyum dodesil sülfat (SDS) ve sodyum dodesil benzen sülfonat (SDBS) gibi maddeler içermektedir. Bu maddeler, cildimizin koruyucu bariyer fonksiyonunu bozarak alerjik reaksiyonların tetiklenmesine neden olabilmektedir.

Bilimsel çalışmalar, bu kimyasalların derimiz üzerindeki zararlı etkilerini gözler önüne sermekte; deri bariyer bütünlüğünün bozulması sonucunda alerjik hastalıkların ortaya çıkması arasında güçlü bir bağlantı olduğunu belirtmektedir. Deterjanların içinde bulunan kimyasallar, deri bariyerimizde bulunan proteinlerin düzenlenmesini bozduğu ve alerjik proteinlerin üretimini tetiklediği kanıtlanmıştır. Bu durum, atopik dermatit, alerjik rinit gibi hastalıkların yanı sıra besin alerjilerinin gelişimine de zemin hazırlamaktadır.

Ek olarak, restoranlarda kullanılan sanayi tipi bulaşık makineleri, genellikle yüksek sıcaklıkta güçlü deterjanlar kullanarak kısa sürede temizlik sağlarlar. Ancak özellikle deterjanlar yüksek konsantrasyonlarda kullanıldığında, yıkama sonrası tabaklarda, çatal bıçaklarda ve pişirme ekipmanlarında deterjan kalıntıları bırakabilirler.

Bunların kullanımı ile yüksek oranlarda deterjan maruziyeti ile yemek borumuzda ve bağırsaklarımızda deri bariyeri bozularak alerjik yemek borusu ve bağırsak hastalıklarında artış olduğu Alerji ve immünoloji alanında yaptığı bilimsel çalışmalar ile bilime yön veren öncü Türk bilim insanlarımızdan, İsviçre Alerji ve Astım Araştırma Enstitüsü (SIAF) Direktörü Sayın Prof. Dr. Cezmi Akdiş'in yapmış olduğu birçok çalışmada gösterilmiştir.

Bu bağlamda, özellikle çocukların ve alerjik bünyeye sahip bireylerin kullanımına sunulan deterjanların içerikleri konusunda daha bilinçli olmamız gerekmektedir. Deterjan etiketlerinde yer alan kimyasal bileşenler hakkında farkındalık yaratmak, potansiyel alerjenlere karşı korunmamızı sağlayacaktır. Ayrıca, mümkün olduğunca az kimyasal içeren doğal temizlik ürünleri tercih etmek, alerjik hastalıkların önlenmesinde önemli bir adım olabilir.

28 Nisan 2024, Pazar 17:20

Bahar alerjisi semptomlarını azaltabilirsiniz

Bahar alerjisi çeşitli belirtilerle kendini gösteriyor. Doç. Dr. Ayşe Pelin Yiğider, bahar alerjisinden korunmanın yollarını Posta.com.tr okurları için anlatıyor.

Bağışıklık sistemimizin bahar aylarında ortaya çıkan başta polenler olmak üzere çeşitli küçük maddelere karşı aşırı duyarlılık göstermesine bahar alerjisi adı veriyoruz. Sıklıkla bahar aylarında olmasına karşın mevsimin özelliklerine göre havada asılı kalan bitkisel veya hayvansal parçaların fazla miktarda olabildiği yaz aylarında ve mevsim geçişlerinde de bağışıklık sistemimiz bu tür tepkiler verebilmektedir.

Başta burun, boğaz ve yutak gibi üst hava yolu mukozası olmak üzere gözler ve ciltte bulgular olabilir. Hastalar sıklıkla hapşırma, burun kaşıntısı burun ve/veya geniz akıntısı, gıcık tarzında öksürük, gözlerde sulanma ve kaşıntı, kızarıklık, ciltte pullanma, kulak yolunda kaşıntı şikayetleri ile doktora başvururlar.

Hastalığın etkilediği bölgeye ve hastanın ihtiyaçlarına göre antihistaminikler, nazal steroid spreyler, montelukast sodyum antagonistleri gibi ilaç grupları kullanılmaktadır. İlaçların yan etki profilleri gözetilerek özellikler araç kullanımı söz konusu olacaksa hastalarımızın tedavi reçeteleri ve tedavi saatleri düzenlenmektedir. Tedavi kişiye göre belirlenmektedir.

Uzun süre tedavi edilmemiş alerjik reaksiyonlar sonucu kişinin alt yapısı müsait ise kronik hava yolu problemleri, sinüzit, nazal polip, astım ve özellikle çocuk hastalarda kulakta sıvı birikimi ve işitme kaybı gelişebilmektedir. Alerji testi ile kişinin alerjik olduğu madde tespit edilerek uygun bireylerde immunoterapi planlanabilir.

Öncelikle alerjen maruziyetini en aza indirmek önerilmektedir. Maske kullanımı mevsime göre tercih edilebilir. Son yıllarda çeşitli eliminasyon diyetleri ve beslenme protokolleri ile bağışıklık sisteminin alerji yolunun aktivasyonunun azaltılabildiği düşünülmektedir. Ancak genellenebilir bir bilgi söz konusu değildir. Kişiyi kendi bulguları özelinde değerlendirerek tedavi protokolünü oluşturmak gerekmektedir.

Kanıt düzeyi yüksek olan genellenebilir bir gerçek şudur ki rafine edilmiş şekerli gıdalar ve inek sütü bağışıklık sistemi üzerine alerji yolu lehine aşırı uyarılmaya sebebiyet vermektedir. Bu nedenle özellikle çocuklarımız için bu tip ürün tüketiminde sınırlarımızın olmasını önerebiliriz.

21 Nisan 2024, Pazar 17:12

HPV virüsü ve aşısına dair tüm bilmeniz gerekenler

Dünyada sık görülen ve cinsel yolla bulaşan virüslerden biri olan HPV, en yaygın viral enfeksiyon olarak biliniyor. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Kadriye Erdem, HPV ile ilgili bilinmeyenleri Posta.com.tr okurları için paylaştı.

Dünyanın en sık görülen cinsel yolla bulaşan virüsüdür. Çoğu kişide bir soruna yol açmaz. Spontan gerileme dediğimiz vücuda zarar vermeden geçip gidebilir. %97 böyle davranır.

2 yıl içinde spontan geriler. %3lük kesimde kadınlarda serviks kanseri, vulva vajen kanseri, erkeklerde penis ve testis kanseri, her 2 cinste ağız ve gırtlak kanserine yol açabilir. Ancak bu kadar yaygın görülmesine rağmen kanser, HPV’nin en az görülen sonucudur. HPV’nin selim tabiatlı formu ise genital siğille kendini belli eder. Hastalık daha çok kadınlarda görülür erkekler genellikle taşıyıcıdır.

İnsan vücudunda uzun yıllar herhangi bir belirti vermeden varlığını koruyabilen bu virüsü sadece özel testlerle tespit edebiliyoruz. HPV DNA TESTİ dediğimiz bu testler kadınlarda rahim ağzından tıpkı smear alır gibi fırça ile alınır, erkeklerde üretra kanalından alınır.

Önceleri rahim ağzı kanseri taramasında smear yapmak yeterliydi son yapılan çalışmalar bunun yetersiz olduğunu ortaya koydu. Artık co-test dediğiz smear testi ile HPV DNA testini birlikte yapıyoruz. Smear testi ile rahim ağzında hücresel değişiklik, kanser veya kanser öncüsü lezyon var mı? HPV testi ile de bulaş var mı? Varsa hangi tipi bulaşmışı anlıyoruz. Eğer HPV’nin yüksek riskli tipleri ( yani daha çok kanser yapma ihtimali olan virüs tipleri) pozitif çıkarsa servikste daha ileri araştırma Kolposkopi yapıyoruz.

Eğer düşük riskli HPV varsa takip ediyoruz. HPV’NİN 300’den fazla alt tipi olduğunu biliyoruz. Bunlardan sadece15-20 tipi yüksek riskli yani kanserojen özelliktedir. Bunların içerisinde de tip 16 ve tip 18 rahim ağzı kanserlerinin %70-80inden sorumludur.25-65 yaş aralığında HPV testi öneriliyor.5 yılda bir co-test olarak yapılabilir. Smear testi ise 21 yaşından itibaren 3 yılda bir cinsel aktiviteye başlamış kişilerde bakılmalıdır. HPV aşısı yapılmış dahi olsa tarama bu şekilde yapılmalıdır.

HPV bulaşıcılığı en yüksek olan ve %95 cinsel yolla bulaşan virüstür. Bunun için cinsel aktivite gerekir ama cinsel ilişkiye girilmesi gerekmez . Cilt teması ile de bulaşabilir.%1-3 oranında konjenital olarakta bulaştığı bildirilmiştir ( yeni doğanda hiçbir soruna yol açmıyor)Siğil tedavisi sırasında meslek hastalığı olarak doktorlarda solunum yolunda hastalık yapabileceği tartışılıyor.

HPV nin yol açtığı siğil elektro koterizasyon, kriyoterapi, cerrahi eksizyon, lazer uygulaması ve medikal tedaviler şeklinde tedavi edilebilir. Kanser ise erken evrede lokal eksizyon, LEEP, KONİZASYON gibi cerrahi tedavi yöntemleri ile tedavi edilebilir. İleri evre kanser için ise cerrahi, kemoterapi, radyoterapi diğer tedavi yöntemleridir.

12 Nisan 2024, Cuma 14:22

Bahar yorgunluğuyla başa çıkmak için neler yapmalıyız?

Bahar mevsiminin gelmesiyle birlikte yorgunluk, halsizlik, keyifsizlik gibi şikayetlerde artıyor. Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Taha Can Tuman, bahar yorgunluğuyla başa çıkma önerilerini Posta.com.tr okurları için anlatıyor.

Mevsimlerin duygu durum, enerji, uyku, iştah ve bilişsel işlevlerimiz üzerinde etkisi vardır. Uyku uyanıklık döngüsü, güneş ışığı ve melatonin salınımı ile ilişkilidir. Kış mevsiminden bahara geçişle birlikte gündüzler uzar ve güneş ışığından daha fazla yararlanırız, yine güneş ışığında artışla beraber melatonin salınımında baskılanma ve serotonin üretiminde artış görülür. Havaların ısınmasıyla birlikte testosteron ve östrojen üretiminde artış görülmektedir.

Bahara geçişle birlikte görülen bu hormonal değişim ve adaptasyon süreci, bahar yorgunluğu belirtilerine neden olmaktadır. Aynı zamanda baharla birlikte artan vücut ısısı, kan damarlarını genişleterek kan basıncı düşürür ve yorgun hissetmeye neden olur. Havaların ısınması, nem oranlarında artışa neden olmakta, nemli hava nefes almayı zorlaştırarak derin nefes alıp verme ihtiyacı ve yorgunluğa neden olmaktadır. Bunun dışında bazı vitamin ve mineral eksiklikleri de bahar yorgunluğuna katkı sağlamaktadır.

Bahar yorgunluğunun belirtilerine bakacak olursak, enerji azlığı, halsizlik, bitkinlik, yorgunluk, keyifsizlik, uyku miktarında artış, sabahları uyanamama, gün içinde uyku hali, bedensel yakınmalar, isteksizlik, iştah değişiklikleri, dikkat dağınıklığı, odaklanma güçlüğü, konsantrasyon problemleri, karar verme güçlüğü, sinirlilik, tahammülsüzlük, gibi belirtiler görülebilir. Bu belirtiler genellikle bir iki hafta içinde düzelir.

Eğer belirtiler iki haftadan uzun sürüyorsa, kişinin yaşam kalitesini ve işlevselliğini olumsuz etkiliyorsa mevsimsel depresyon açısından bir psikiyatri uzmanı tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca bazı depresyon hastalarında mevsimsel özellik olabileceğini ve bipolar bozukluk hastalarında mevsim geçişlerinin atakları tetikleyebileceğini unutmamalıyız.

Bahar yorgunluğu ile başa çıkabilmek için neler yapmalıyız?

14 Mart 2024, Perşembe 15:56

Bu yaz aklınızda bulundurmanız gereken 5 temel cilt bakımı önerisi

Yaz mevsimi hızla yaklaşırken, daha yüksek sıcaklıklara, artan güneşe maruz kalma ve daha yüksek nem seviyelerine hazırlanıyoruz. Tüm bunların, özellikle artan kirlilik ve kötüleşen hava kalitesi oranı gibi diğer dış faktörlerle birleştiğinde cildimize zarar vermesi kaçınılmazdır.

Bu dönemde cildinizi güneşin sert UVA/UVB ışınlarından, terden ve diğer çevresel kirleticilerden korumak çok önemlidir. Yazın cildinize iyi bakmanız için en önemli 5 cilt bakımı ipucunu burada bulabilirsiniz.

1- HER GÜN GÜNEŞ KREMİ

Güneş koruyucuyu çoğunlukla plaj tatilleriyle ilişkilendirsek de, nerede olursanız olun her gün en az 30 SPF uygulamak zorunludur. UVA ve UVB ışınları da camdan geçebilir; bu nedenle iç mekanda korunduğunuzu düşünseniz bile tekrar düşünün. Boynunuza, kollarınıza ve vücudunuzun açıkta kalan diğer bölgelerine de uygulamayı unutmayın. Birkaç saatte bir, terliyorsanız veya yüzüyorsanız daha sık tekrar uygulayın.

2- NAZİK BİR TEMİZLEYİCİ KULLANIN

Günde iki kez sabah ve gece cilt bakımı rutinlerinize cilt tipinize uygun yumuşak bir temizleyici ekleyin. Bir temizleyici yüzünüzü soyup kuru bir his bırakmamalı, bunun yerine aynı zamanda hem temiz hem de nemli bir his bırakmalıdır. Sabah yüzünüzü yıkamak, gece boyunca biriken bakterileri temizleyeceği gibi, aynı zamanda önceki gecenin ürünlerinin fazlalığını da ortadan kaldıracaktır. Günün sonunda yüzünüzü yıkamak, makyajınızı çıkarmanıza ve gün boyunca biriken tüm tozları gidermenize yardımcı olur.

3- SU BAZLI SERUM KULLANIN

Yaz sıcağı ve nem seviyeleri çılgınca dalgalanırken, cildiniz bir gün kuru ve kaşıntılı, ertesi gün ise yoğun ve yağlı hissedilebilir. Nem seviyelerini tutarlı tutmak önemlidir ve su bazlı bir serum kullanmak bu konuda yardımcı olabilir. Unutmayın, kuru cilt ile nemsiz cilt arasında fark vardır. Kuru cilt bir cilt tipidir, susuz kalmış cilt ise çoğu suya ihtiyaç duyar. Cildinizi nemli tutmak, yağ ve sebum üretimini kontrol etmeye ve cilt bariyerini güçlendirmeye yardımcı olur.

10 Mart 2024, Pazar 10:24

Ramazan ayını sağlıklı geçirmek için öneriler

Sağlıklı bir Ramazan ayı geçirmek için hem iftarda hem de sahurda tükettiğiniz besinlere çok dikkat etmeniz gerekiyor. Gastroenteroloji Uzmanı Prof. Dr. Vedat Göral, Ramazan için sağlıklı beslenme önerilerini anlatıyor.

Ramazan ayında, uzun süreli açlık olmakta ve yanlış beslenme şekli, bazen olumsuzluklara yol açabilmektedir. Ramazanın en güzel dakikaları ise, iftar sofrasına oturduğumuz ve güzel donatılmış bir masada aile bireyleri ile yapılan iftardır. İftar açarken, metabolizmayı zorlamamak gerekiyor. Ramazan ayında, gün içinde uzun süre boş kalan mideyi, iftar sofrasında bir anda doldurduğumuzda, reflü, midede rahatsızlık, kalp rahatsızlığı, tansiyon yüksekliği, gaz, şişkinlik ve hazımsızlık şikayetleri oluşabilir.

Uzun süre aç kaldıktan sonra oruç açılırken yemekler yavaş yavaş iyice sindirilerek tüketilmelidir. Tüm gün aç kaldıktan sonra iftar sırasında hızlı yemek yemek oldukça sık görülür. Ancak birden hızlı yemek hazımsızlık yarattığı gibi ihtiyaç duyulandan fazla yemek yemeye de sebep olabilir.
Genelde Ramazan ayında beslenme, iftarda büyük ve bol kalorili bir öğün, sahurda daha hafif bir öğün şeklindedir. Ramazan'da öğünlerdeki besin çeşitliliği artmaktadır. Ancak besin çeşitliği artarken, günlük alınan karbonhidrat, yağ, protein, vitamin ve mineral miktarları, ideal beslenmeye uygun olmalıdır, yani fazla olmamalıdır.

İftar zamanı geldiğinde, bütün gün boş kalan mideye, iftar açtıktan sonra, hızlı biçimde ve kalorisi yüksek gıdalarla yüklenilmemelidir. Eğer hızla yemek yenirse; midede ağırlık, gaz, şişkinlik, bulantı, yanma, reflü gibi sorunların yanında, kabızlık problemi de ortaya çıkabilir.
Oruç, iftarda önce, su veya hurma ile açılmalıdır. Ayrıca, bir dilim peynir, 2 adet zeytin veya 2 parça hurma ile mide, yemeğe hazır hale getirilmelidir. Sonrasında ise yarım kase çorba tüketilmelidir. Bu süreçte bir dilim, tam tahıllı ekmek tüketmek daha yararlıdır.

İftar açıldıktan sonra, çorba ile devam edilmeli, kısa bir süre ara verdikten sonra, mümkünse yemeğe geçilmelidir. Böylece, iftara; su, çorba, peynir, zeytin, hurma veya kuru kayısı ile hafif başlayarak, ana yemeğe daha sonra geçilmesi daha uygundur.

İftariyelik tüketiminden en az 15 dakika sonra, ana yemeğe geçilmesi, hazım açısından uygun olacaktır. Hamur işleri mümkün olduğu kadar, az tüketilmeli, yemeği yavaş yavaş ve lokmaları iyice çiğneyerek yemeliyiz.

03 Mart 2024, Pazar 12:17

Yüzük takmak parmak kopmasına kadar götürebiliyor

Yüzükleri bazen evlilik, nişan, söz gibi ilişkilerimize bir sembol olması, bazen de sadece aksesuar amaçlı kullanıyoruz. Bununla birlikte, yanlış yüzük seçimi günlük hayatta bazı kazalara sebep olabiliyor. El ve Mikro Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Uzman İsmail Bülent Özçelik, konuyla ilgili detayları anlatıyor.

Genellikle yetişkinlerde iş kazaları, çocuklarda da kapıya parmaklarını sıkıştırmaları sonucunda parmak kopma vakalarıyla karşılaşıyoruz. Yine aynı şekilde parmaklarımıza büyük gelen yüzükler tercih ettiğimizde yüzüğün birçok yere takılması söz konusu olabiliyor, bu da aynı şekilde parmak kopma kazalarına sebep olan durumlardan bir tanesi.

Durumu kadın ve erkek açısından inceleyecek olursak, kadınlar genellikle minibüsten inerken kapıya ya da merdivendeki tırabzanlara yüzüklerinin takılması sonucunda bu tür durumlarla karşılaşabiliyor. Erkeklerde ise iş kazalarında parmak kopma vakaları görüyoruz.

Parmak kopma vakalarını incelediğimizde kopma durumunun çoğunlukla dördüncü parmakta meydana geldiğini görüyoruz. Bu yaralanmalar ‘yüzük avisyon yaralanmaları’ olarak adlandırılmaktadır. Bu tür kopmanın kesici alet kopmalarından bir farkı var. Kesici aletle gerçekleşen kopmalar eşit seviyede gerçekleşen kopmalar oluyor; ancak yüzüğün takılması sonucu kopma gerçekleştiğinde, bu kopma kesici aletteki gibi eşit seviyede gerçekleşmiyor. Avuç içindeki sinirlerde kopmalar meydana geliyor ve bu durum tedavi edilse bile damarlarda tıkanmaya sebep olabiliyor. Uzuv tekrar tutmuş görünse bile ani tıkanmalar gerçekleşebiliyor. Şunu da belirtmek gerekir ki, çekerek kopma sonucu yapılan tedavilerin başarılı olma olasılığı diğerlerine göre daha azdır.

PARMAK KOPMASI DURUMUNDA NELER YAPILIR??

Kopma meydana geldikten sonra hastada tansiyon düşmesi, bayılma gibi durumlar oluşabilir. Bu durumda ayaklar yükseğe kaldırılmalı, kanamanın durması için yaranın üzerine temiz bir bez ile baskı yapılmalı, sargı ile sıkıca sarılmalı ve yaralanmanın gerçekleştiği el kalp seviyesinin üzerinde tutulması için yükseğe kaldırılmalıdır. Büyük damarlarda bir kopma gerçekleştiğinde ise kol üst tarafından sıkı bir şekilde bağlanmalı ve böylece kanın durdurulması sağlanmalıdır. Bu işlem tansiyon aleti ile de gerçekleştirilebilir.

SÜLÜK TEDAVİSİ BİR SEÇENEK OLABİLİR

Kopma durumlarını tedavi amaçlı gerçekleştirilen ameliyatlarda atardamar ve toplardamarların ikisi de dikilir. Bununla birlikte, bazen ileri derece kopmalarda toplardamarlar dikilemeyebiliyor ya da onarılmış olan toplardamarlar, atardamarın getirmiş olduğu kanı geri götürmekte zorlanabiliyor. Böyle bir durumda sülük ile yapılan tedavi faydalı olabilir; ancak bu tür bir tedavide enfeksiyon riskinin fazla olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.