Elif Demirtaş Bilir En acı sesleniş: Sesimi duyan var mı?
HABERİ PAYLAŞ

En acı sesleniş: Sesimi duyan var mı?

Bir gece yarısıydı…

Sıcaktan uyuyamamış, salonda yere eskilerin 'döşek' dedikleri bir yatak atmıştık kardeşimle. Biraz serinlik gelir umuduyla, balkon kapısının önüne sermiştik yatağımızı. Kardeşim hemen dalmıştı. Ben de tam dalmak üzereydim ki ilk sarsıntıyı hemen hissettim. Tıkır tıkır tıkır bir şey titredi. Rüzgar sesi gibi de bir uğultu duydum. Derken sesler yükseldi, kardeşim de uyandı. Önce ne olduğunu anlamaya çalışarak birbirimize baktık. O zamanlar televizyon üniteleri yoktu. Camdan kapakları olan, 'vitrin' dediğimiz içi bardak dolu mobilyalarımız vardı. Bir yandan da onların şıngır şıngır sesleri gelmeye başladı ve ben kardeşimi almadan hemen fırladım yataktan. Hala aklıma gelir, içim yanar.

Haberin Devamı

En acı sesleniş: Sesimi duyan var mı

Antreye koştum. Annemle babamın yatak odasına ulaşmaya çalıştım ama sarsıntı arttı, yürüyemedim. Antredeki duvar üzerime üzerime gelip gidiyordu. Lambalarımız da 'avize' dediğimiz taşlı tuşlu lambalardandı. Antrede kaldım öylece, bir yandan da “Anne, baba kalkın bir şey oluyor” diye çığlık çığlığayım... Babamı gördüm bir göz… Kalktı, yatakta doğruldu ve dua okumaya başladı. O an kardeşim yanıma kadar gelmiş miydi bilmiyorum hiç. Antredeydim ve bir adım daha atamadım, gidemedim annemle babamın yanına. O ara ışığı yaktım, deprem de hafifler gibi oldu ve babam yanıma doğru koştu. Bir anda kapkaranlık oldu her yer, beyaz bir ışık fark ettim, şimşek çaktı diye düşündüm ve o son sarsıntı başladı, sesler seslere karıştı. Babama sarılıp “Öleceğiz” diye ağlamaya başladım ama annemle kardeşim neredeydi, hala hatırlamıyorum. Babam “Tamam geçti” diyerek bana, ben “Öleceğiz” diyerek babama sarılıyorum. Babam bir yandan yine dua okuyordu. Bize de “Dua okuyun, dua okuyun” diyebildi sakin görünmeye çalışarak.

17 Ağustos 1999

En acı sesleniş: Sesimi duyan var mı

Adım atamayacak kadar evi sallayan, cam eşyaların düşmesine sebep olan şeyin adı 'deprem'miş. Muhakkak öncesinde de depremler olmuştur ama ben 17 Ağustos 1999’da deprem denen şeyi ilk defa yaşadım.

Kendimize gelince, karanlıkta elimize ne geldiyse giydik üzerimize. Cep telefonlarımız var mıydı, hatırlamıyorum. Sene 1999… Evlerin kapıları tahtaydı, çelik ya yoktu ya yaygın değildi. Bizim evimizin çift kapısı vardı. İç kapıyı açtık, ikinci kapı demir olduğu için sıkışmıştı. O kadar da kilitlemişiz ki, ellerimiz de titriyor bir yandan. Zar zor açtığımızı hatırlıyorum.

Haberin Devamı

Bu arada babama “Dışarı çıkalım” demiştim korkuyla, babam “Dışarıda ne yapacağız, kimse yok dışarıda” dedi. Ben ağlamaya başladım "Ne olur çıkalım" diyerek. “Kızım kimse yok dışarıda, çıkan olursa biz de çıkarız” dedi. Ben beklemek istemedim. Babam camdan baktı, kimse yoktu gerçekten. O an düşündüğüm tek şey, evden çıkmaktı. Israrlarıma dayanamadılar, sonunda indik aşağıya.

Gördüğüm manzara şaşırttı beni. Daha 5 dakika önce baktığımızda kimse yoktu ve indiğimizde gördüm ki insanlar sokaklara sığmamış, kaldırımlar ve yollar dolmuş taşmış. Arabalar geçip gidiyordu önümüzden. Hatırlarsınız gökyüzündeki yıldızları, sonradan çok konuşuldu. Herkes gökyüzüne bakıyordu. Ben de kafamı bir kaldırdım ki, yıldızlar parıl parıl ve sanki elimle uzansam dokunabileceğim kadar yakın. Yıldızların parlaklığını gökyüzünü aydınlatıyordu. Belki de her yer karanlık olduğu için o kadar belirgindi; bilmiyorum.

Haberin Devamı

“Sesimi duyan var mı?”

En acı sesleniş: Sesimi duyan var mı

Üçüncü katta evimiz… Kimi komşumuz merdiven boşluğunda giyiniyordu, kimi öylece fırlamıştı evden. Ortalık sakinleşince evlerimize gireriz diye düşünüyorduk. En azından ben öyle düşünüyordum. Tabii kimse durumun ciddiyetinin farkında değildi. Bir yandan sürekli olduğumuz yerde sallanmaya devam ediyorduk. Aradan birkaç saat geçince arabaların radyoları açıldı, her arabadan farklı sesler yükseliyordu. Camiden anons yapılmaya başlandı. Babam para, araba anahtarı ve birkaç gerekli eşya almak için eve çıkarken biz de çıktık, üzerimizi iki dakikada giyindik ve yeniden indik sokağa.

Zaman ilerledikçe gelen haberler çok ürkütücüydü. Diğer apartmanlardan birinde oturan bir amca minik bir televizyon getirdi. Sokakta yattığımız süre boyunca sürekli ve son ses televizyon izledi. O ses hala kulaklarımda “Sesimi duyan var mı?”

Evet, vardı seslerini duyan. Evet, enkaz altında seslerini duyup sesini duyuramayanlar vardı. Enkaz altından çıkacak yakınlarını bekleyen insanlar eşliğinde, en ufak bir ses duymak için sessizce çalışıyordu ekipler. Hepsi sessiz, hepsi çaresiz… Belki de ses çıkmasın diye ağlayamıyorlar, umutla bekliyorlardı. Enkaz altından sağ kurtarılan her insan büyük sevinçle karşılanıyordu. Günler geçtikçe yaşanan mucizelerle birlikte umutlar yeniden yeşerdi.

Yarım kalan hayatlar, eksik kalan vücutlar, annesiz babasız kalan çocuklar, evlatlarını kaybeden anne babalar ve bina yığınları kaldı yürek yangınlarıyla birlikte. Aradan geçen onca yıla rağmen hiçbir şeyi unutmadık. Her depremde kulaklarımızda o ses yankılanıyor hala: Sesimi duyan var mı?

Türkiye’nin yaşadığı en büyük ikinci deprem

17 Ağustos 1999 Gölcük Depremi. Uykudaydık, uykudaydılar... Saat 03.02'de uyandık dehşet içinde. Upuzun ve en acı 45 saniye…

O sabah tüm Türkiye acı haberlerle başladı güne.

Büyüklüğü açısından Türkiye'de meydana gelen en büyük ikinci yer sarsıntısı olarak kayıtlara geçti. Depremin büyüklüğü 7,5 olarak ölçüldü. Büyük çapta can ve mal kaybına yol açan depremde 17 bin 480 kişi yaşamını yitirdi, 23 bin 781 kişi yaralandı ve 505 kişi sakat kaldı.

Hep hatırlayacağım

Hep hatırlayacağım o cümleyi: Sesimi duyan var mı?

Mesela 17 Ağustos 1999 depreminde;

Sefaköy'de 7 katlı bir binanın enkazından yaralı kurtarılan Ömür Kınay’ın fotoğrafını…

Depremin yedinci gününde enkazdan sağ çıkarılan 'depremin mucize çocuğu'' 5 yaşındaki İsmail Çimen'i...

Elinde ekmeklerle gözyaşlarını silen o dedemizi…

Geçtiğimiz gün yaşanan Elazığ depreminin ardından; 8 kişinin hayatını yönlendirme ve müdahale ile kurtaran Emine Kuştepe’nin Azize ile konuşurken “Sen güçlü bir annesin ve şu an aşağıda bizim tek iletişim kurabildiğimiz kişi sensin” demesini…

Azize’nin enkaz altından yaşama tutunmak için uzattığı o eli…

Deprem anında babasının kalkan olduğu 2,5 yaşındaki Yüsra Yıldız’ı ve yaşamını yitiren o baba gibi babayı…

"Çabuk. Daha dayanamıyorum. Allah rızası için kurtarın” diyen, Yüsra’nın enkaz altından sağ olarak çıkarılan annesi Ayşe Yıldız’ı ve diğer çocuğunun hayatını kaybetmesini…

Hiç unutmayacağım bunları, hep hafızamda hep kulağımda kalacak o cümle:

“Sesimi duyan var mı?” acı acı yankılanacak kulaklarımda.

Unutmayacağız!

Tolstoy’un da dediği gibi: İnsan acı duyabiliyorsa canlıdır, başkalarının acısını duyabiliyorsa insandır.

Bizler birer canlıyız, bizler birer insanız…

Sıradaki haber yükleniyor...
holder