Gazanfer Gür

28 Haziran 2011, Salı 05:00

Türkiye'nin Suriye politikası!

<#comment>

“Komşularla sıfır problem” sloganıyla başlayan yeni Türk dış politikası ilk fireyi Suriye’de veriyor. Tunus’tan başlayarak Libya, Mısır ve Bahreyn’e kadar ulaşan “Arap Baharı”nın son durağı güney komşumuz Suriye olunca “Kanka” Esad’la aramız bozuldu. Bir yanda sayıları on bini geçen mülteci sorunu, diğer yandan Esad’ın olaylardan Türkiye’yi suçlayıcı tutumu.

İster istemez yıllar önce Saddam rejiminden kaçanlar için Irak sınırında kurduğumuz çadır kentler aklımıza geliyor. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra emperyalist ülkelerin cetvelle çizdiği sınırlar birer birer çatlarken sıra Suriye’ye de geldi. 21. Yüzyıl’da insan haklarına yakışmayan anti demokratik baskı rejimlerine karşı özgürlükçü batı koalisyonunda yer alan Türkiye, Libya’da NATO şemsiyesi altında taraf olurken Suriye’de tek başına kaldı. Suriye’nin hem Türkiye’ye hem de İsrail’e sınırı olması, olayı daha da karmaşık hale getiriyor.

Suriye sorunu, ABD, Türkiye, İsrail, Filistin, Lübnan, El Fetih, Hamas faktörlerinin birbirine karıştığı bir bilmece haline gelmiş vaziyette. Bu arada hariçten gazel okuyan İran ve Fransa’nın olaya katılması karmaşıklığı daha da artırıyor. Libya’dan farklı olarak Fransa’nın Suriye’ye doğrudan bir eylem riski olamasa da bu kez Türkiye’nin Fransız oldu bittisine karşı hazırlıklı olduğu gözleniyor.

***

Görünen o ki Esad, Suriye’de iktidarı bırakmaya niyeti olmadığı gibi ciddi bir reform programı da ortaya koymuyor. Verilen sözler lafta kalıyor. Suriye’ye bir NATO müdahalesi söz konusu olmadığı için Türkiye’nin uluslararası destek bulacağı iki seçeneği kalıyor. Birleşmiş Milletler ve İslam Konferansı Örgütü. Suriye’de daha fazla kan dökülmeden iç barışı getirmek, yeni kurulacak hükümetin ve muhtemel Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun ilk ciddi sınavı olacak.

<#comment><#comment>2<#comment>

“Komşularla sıfır problem” sloganıyla başlayan yeni Türk dış politikası ilk fireyi Suriye’de veriyor. Tunus’tan başlayarak Libya, Mısır ve Bahreyn’e kadar ulaşan “Arap Baharı”nın son durağı güney komşumuz Suriye olunca “Kanka” Esad’la aramız bozuldu. Bir yanda sayıları on bini geçen mülteci sorunu, diğer yandan Esad’ın olaylardan Türkiye’yi suçlayıcı tutumu.

İster istemez yıllar önce Saddam rejiminden kaçanlar için Irak sınırında kurduğumuz çadır kentler aklımıza geliyor. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra emperyalist ülkelerin cetvelle çizdiği sınırlar birer birer çatlarken sıra Suriye’ye de geldi. 21. Yüzyıl’da insan haklarına yakışmayan anti demokratik baskı rejimlerine karşı özgürlükçü batı koalisyonunda yer alan Türkiye, Libya’da NATO şemsiyesi altında taraf olurken Suriye’de tek başına kaldı. Suriye’nin hem Türkiye’ye hem de İsrail’e sınırı olması, olayı daha da karmaşık hale getiriyor.

Suriye sorunu, ABD, Türkiye, İsrail, Filistin, Lübnan, El Fetih, Hamas faktörlerinin birbirine karıştığı bir bilmece haline gelmiş vaziyette. Bu arada hariçten gazel okuyan İran ve Fransa’nın olaya katılması karmaşıklığı daha da artırıyor. Libya’dan farklı olarak Fransa’nın Suriye’ye doğrudan bir eylem riski olamasa da bu kez Türkiye’nin Fransız oldu bittisine karşı hazırlıklı olduğu gözleniyor.

***

Görünen o ki Esad, Suriye’de iktidarı bırakmaya niyeti olmadığı gibi ciddi bir reform programı da ortaya koymuyor. Verilen sözler lafta kalıyor. Suriye’ye bir NATO müdahalesi söz konusu olmadığı için Türkiye’nin uluslararası destek bulacağı iki seçeneği kalıyor. Birleşmiş Milletler ve İslam Konferansı Örgütü. Suriye’de daha fazla kan dökülmeden iç barışı getirmek, yeni kurulacak hükümetin ve muhtemel Dışişleri Bakanımız Davutoğlu’nun ilk ciddi sınavı olacak.

20 Haziran 2011, Pazartesi 05:00

CHP seçimi neden kaybetti!

Bir haftadır gazetelerde çarşaf çarşaf CHP seçimi neden kaybetti geyikleri okuyor, her gece TV kanallarında üstadların CHP muhabbetini dinliyoruz. “Testi kırıldıktan sonra akıl veren çok olur “misali tüm Türkiye CHP eksperti oldu akıl veriyor. CHP yönetimine göre aslında seçim kazanıldı. Geçen seçimlere göre milletvekili sayısını arttıran tek parti CHP.

[[HAFTAYA]]

CHP de kazananlar sadece milletvekili seçilenler. CHP hem seçimi, hem de seçmenini,asıl önemlisi önümüzdeki dönem yapılacak yerel seçimler için moral ve inandırıcılığını kaybetti. Bize göre hesap uzmanı Kemal Kılıçdaroğlu aslında yüzde 50’nin yüzde 26’dan büyük olduğunu biliyor ve seçim öncesi verdiği Kılıçdaroğlu sözünü tutarak yüzde 30’un altında oy aldığı için 12 Haziran gecesi istifa etti ancak çevresi buna engel oldu.

Dünyada hiçbir Ana muhalefet partisi yüzde 26 oy almak için seçime katılmaz. Hedef iktidar olmaktır. Yönetimde kalmak istemenin en önemli nedeni önümüzdeki yerel seçimlerdeki kadroları oluşturma isteği! CHP Meclis gurubundaki milletvekillerinin ülke yönetiminde bir etkisi yok. Ancak CHP’li belediyeler hâlâ sahillerde ve büyükşehir ilçe belediyelerinde dümenin başında! CHP’deki çekişmenin asıl nedeni yerel seçimler!

***

CHP seçimleri neden kaybetti geyiğine bizim de ilave katkımız olsun. Belki yönetimden okuyan olur!

- CHP nin seçim kampanyası başta “Herkes için CHP “sloganı olmak üzere çağdışı. CHP herkes için değil CHP seçmeni için özel olmalıydı.

- Televizyon reklamlarında ön plana çıkartılan 68 kuşağı sol tipi simit satan emekli öğretmen örneğindeki iç karartıcı tablo, negatif enerji vermekten başka bir işe yaramadı.

13 Haziran 2011, Pazartesi 05:00

Seçim sürprizi

Bize göre tüm partiler seçimde sürpriz yaptı. Tüm oyların yüzde 50’sini alarak AKP sürpriz yaptı. CHP yüzde 25 barajında kalarak sürpriz yaptı. Yeni yönetim, yeni kadrolar, açılım bir işe yaramadı.

MHP, ardı ardına gelen kaset depremlerine rağmen yüzde 14 oy alarak sürpriz yaptı. Tüm Türkiye’yi dolaşan Kılıçdaroğlu’nun topladığı kalabalıkların “Bölükbaşı” kalabalığı olduğu ortaya çıktı. Çok partili Türk demokrasi tarihinde 9 yıl iktidarda kalıp oylarını arttıran tek parti AKP önümüzdeki dönem yapılacak olan yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimi için de büyük bir avantaj kazandı.

[[HAFTAYA]]

Seçim sonuçlarına bakılırsa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın güven tazelediği ve uyguladığı iç ve dış politikanın vatandaştan onay aldığını söylemek zor değil. Seçimin galibi AKP, kaybedeni ise CHP oldu. CHP’nin geçen genel seçimlere göre oy oranını arttırması partiye gönül verenlerin kabul edeceği bir başarı değil. Kurultaylar partisi CHP önümüzdeki dönem tekrar eski kısır döngüsüne gireceğe benziyor.

***

Seçim sonuçlarını özetlersek: AKP “Merkez Sağ” oyları alarak Türkiye’nin partisi olduğunu gösterdi. CHP, kritik sıralarda örgütten aday göstermeyerek,tombala adaylarla ve yaptığı açılımlarla “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu”. CHP büyükşehirlerde ve sahillerde bile istediği oy patlaması yapamadı.

CHP’nin kalesi İzmir’de bile bize göre seçiminin galibi AKP oldu. Seçimin diğer galibi ise bağımsız adaylar. Demokrasi ayıbı yüzde 10 barajını düzenli bir organizasyonla geçerek TBMM de grup kuracak 4. parti oldular. Seçimlerin Türkiye için hayırlı olmasını ve seçim meydanı kavga ortamının sona ermesini diliyoruz.

16 Mayıs 2011, Pazartesi 05:00

Diyarbakır-Tahir Meydanı hattı

Tunus’da başlayıp Mısır, Libya, Yemen’den sonra Suriye’ye uzanan “Arap Baharı’nın” seçim ortamındaki Türkiye siyaset gündemini etkilememesi düşünülemez. Tunus’ta ve Mısır’da Tahrir meydanında bir halk hareketine dönüşen muhalif güçlere destek veren AKP hükümeti Libya ve Suriye’de ise başlangıçta Kaddafi ve Esad yanlısı bir tutum izledi.

Libya ve Suriye ilişkilerindeki bu hassasiyeti anlamak mümkün Arap Baharı’na karşı zikzaklı bir yol çizen AKP hükümeti Libya’da NATO kılıfıyla sorunu şimdilik buzdolabına koydu. Suriye’de ise Esad’ı acil reformlar konusunda ikna etmeye çalışıyor. Ancak hâlâ net bir Arap politikamız yok. Suudi Arabistan veya Arap körfezindeki Emirliklerde özgürlük yanlısı bir halk hareketi başlarsa nasıl bir tavır alacağız belli değil! Libya’da çalışan Türkler’in tahliyesini başarıyla gerçekleştiren Türkiye’nin en büyük sıkıntısı Libya’da çöle gömülen milyarlarca dolar Türk sermayesi ve işini kaybeden on binlerce yurttaşımız.

[[HAFTAYA]]

***

Tahrir Meydanı “Arap Baharı”nın ve direnişin sembolü haline gelince Güneydoğu’dan tehlikeli sesler gelmeye başladı. BDP’nin bağımsız milletvekili adayları ve İmralı’dan Abdullah Öcalan, 12 Haziran seçimleri sonrası için tehditler savurmaya başladı. Seçim kampanyalarında en ön plana çıkması gereken ve Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden bu sorun ne yazık ki kaset komplolarının gölgesinde kaldı.

Hiçbir parti Güneydoğu gerçeğini dile getirmeden seçim kampanyası yürütmeye çalışıyor. Ortalık güllük gülistanlık ise Ilgaz dağlarının eteklerinde yapılan gövde gösterisi ne! Polislerimizi uzaylılar mı şehit ediyor! Türkiye’nin İstanbul Kanalından çok huzur ve milli bütünlüğe ihtiyacı var.

***

Geçen hafta MHP, MYK üyesi ve Kocaeli 1’inci sıra adayı Lütfü Türkkan, AK Parti’nin yeniden iktidar olması halinde Diyarbakır’ın Mısır'daki Tahrir Meydanı’na döneceğini, karışıklık çıkınca da İskenderun Limanı’na Birleşmiş Milletler gemilerinin gelip “Kürtler’e yardım etmeye geldik” diyerek kukla bir Kürt devleti kuracaklarını iddia etti.

09 Mayıs 2011, Pazartesi 05:00

Organize İşler

12 Haziran’da yapılacak seçim için oy pusulası basım ihalesini önce 11 milyon 990 bin liralık teklifle kazanan firmanın, 3 gün sonra tekrarlanan ikinci ihaleyi 899 bin liraya alması Türkiye’de tuzun koktuğunun resmi belgesi.
2007 seçimlerinde de oy pusulalarını basım işini bir firmanın 4.5 milyon TL’ye yakın bir fiyata alması o tarihte de tartışmalara neden olmuştu. İhaleye girme yeterliliği bulunmadığı gerekçesiyle elenen firmalar konuyu Kamu İhale Kurumu’na itiraz yoluyla taşımış, ancak kurum işin aciliyeti gereği görüşülmesine yer olmadığına karar vermişti. Konu dava yoluyla Danıştay’a da taşınmış ancak dava Danıştay’da da reddedilmişti.

[[HAFTAYA]]

İşin garip yanı oy pusulası basım ihalesinde 3 günde ortaya çıkan 11 milyon liralık farkı izah edemeyen YSK’nın aynı işi 2009'da bugünkü fiyatın 14 katına Finlandiya-Helsinki merkezli bir firmaya vermesi akla hemen “Türkiye’de matbaa mı kalmadı?” sorusunu akla getiriyor. DMO’nun uyarısına rağmen, güvenlik gerekçesiyle son ihalede matbaaların Ankara merkezli olma şartında ısrar eden YSK’nın aklı 4 yıl önce nerelerdeydi! diye kimse sormuyor.
Anlayacağınız her seçim için ayrı şartname yazılıyor.
Ankara Ticaret Odası eski Başkanı ve CHP milletvekili adayı Sinan Aygün, bu ihalede de kimsenin ATO’dan muhammen bedel istemediğini, YSK’nın da kendisinin muhammen bedel belirlemeden ihaleye çıktığını belirterek DMO’nun uyarısıyla devletin zarardan kurtarıldığını belirtiyor.

***

Oy pusulası basımında yaşanan ihale skandalı “Seçim Ekonomisi’nin” sadece bir boyutu.

02 Mayıs 2011, Pazartesi 05:00

Şu Çılgın Türkler!

Turgut Özakman’ın Kurtuluş Savaşı’nı anlatan ‘Şu Çılgın Türkler’ romanından sonra çılgınlık ‘Kanal İstanbul Projesi’yle devam ediyor. Çılgın Türkler, Kurtuluş Savaşı sonrası bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdular. Kanal İstanbul Projesi’nden sonra İstanbul’un nüfusunun 25 milyonu bulacağı kesin de neredeyse tamamen boşalacak Anadolu’da ne kurulacağını kestirmek güç. Türkiye’nin en verimli topraklarını önce Çorlu, Çerkezköy sanayi bölgeleri ile yaşanmaz hale getirdikten sonra şimdi de kanal ve yeni kent projeleriyle bir beton yığınına çevirmeye çalışıyoruz. Kanal İstanbul Projesi ilk bakışta kulağa ve göze hoş gelse de, kağıt kalemi ele alınca gerçek rakamlarla karşı karşıya geliyoruz.

[[HAFTAYA]]

Türkiye’nin en iyi baraj uzmanlarından bir dostumun yaptığı basit hesap, bu kanalın yapılmaması gerektiğine ikna olmama yeterli oldu. Kanal derinliği 25 metre ve su seviyesi üstü hafriyat ortalama 75 metreden hesaplanınca kesit ve şev eğimleriyle kazı alanı olarak 32.500 metrekare gibi bir rakam ortaya çıkıyor. Kanal uzunluğu 50 km ile çarpılınca kabaca 1.6 milyar metreküp kazı ortaya çıkıyor.. Kazı maliyeti 10 euro/metreküpten 16 milyar euro. Bunun tahkimatı v.s. sırf hafriyat bütçesi 20 milyar euro. Ne kadar sürede kazılır? Sadece hafriyat 5 ayrı konsorsiyuma verilse ve finansman problemi yoksa, mevcut makine parkıyla her bir grup ayda 1 milyon metreküpten 330 ayda sadece hafriyatı bitirir! Hafriyatı daha hızlı yapmak için yeni kazı makinelerine, yeni hafriyat kamyonlarına ve yeni yollara gereksinim var.

Sonuç: 2013’te araştırmalar biter. 2015’te kesin projesi belli olur. 2016’da ihale edilir. Bir getirisi olmayacağı için bütçeden finanse edilir. İstimlak hiç bitmez. İstimlak bitse bile hukuki süreci ve davaları bitmez. Davalar Türkiye’de bitse bile Avrupa mahkemelerinde bitmez. 2030’da biter diye hayal edebiliriz en erken 2040’da biter. O zamana kadar da ya petrol biter veya alternatif enerji kaynaklarının devreye girmesiyle petrole ve tankerlere gerek kalmaz. Gelelim kanalın uluslararası hukuki durumuna: Kanal İstanbul Projesi’nin tepesinde Montrö’nün keskin kılıcı duruyor. 1936’da İsviçre’nin Montrö kentinde (Montreaux) imzalanan antlaşmayla yalnızca İstanbul Boğazı’ndan değil, Karadeniz’den Ege’ye çıkış sırasında İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi’nden geçiş düzenlendi.

Buna göre, Boğazlardan ticari geçişler, Türkiye’nin belirleyeceği sağlık kuralları dışında denetimsiz ve ücretsiz olacaktı. Kanal İstanbul Projesi’nin finansmanının önündeki en önemli engel, alternatif güzergah İstanbul Boğazı’ndan geçişin ücretsiz olması. Böyle bir projeyi yap-işlet-devret modeliyle yapabilecek hesap-kitap bilmez bir şirket veya devlet bulmak zaten mümkün değil. Finansman hazineden karşılanacaksa, yazık bu milletin parasına. Çılgın Proje açıklanınca aklımıza 32 yıldır tamamlanmayı bekleyen ve kimilerine göre 1 milyar dolar, resmi verilere göre ise 628 milyon liralık yatırım yapılan Ankara-İstanbul Sürat Demiryolu ‘Ayaş Tüneli’ Projesi geldi. Bugüne kadar 21 hükümet eskiten Ayaş Tüneli kaderine terk edilmiş durumda. Bu projeye 10 yıldır yatırım yapılmamakta, bugüne kadar harcanan para ise tam bir milli servet kaybı. Umarız Kanal İstanbul’un sonu ‘Ayaş Tüneli’ne benzemez.

25 Nisan 2011, Pazartesi 05:00

CHP çocukları yeniden keşfetti

Atatürk'ün partisi CHP, 84 yıl sonra Mustafa Kemal’in izinden giderek nihayet çocukları keşfetti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 23 Nisan günü Genel Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Sencer Ayata ve Engin Altay ile birlikte çocuk raporunu tanıtması bizce 12 Haziran seçimlerinin kaderini değiştirecek bir çıkış oldu.

Kılıçdaroğlu 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramında da benzer bir projeyi gençler için gündeme oturtursa CHP, psikolojik oy sınırı yüzde 30’ları aşar. Bu dönem CHP’nin seçim beyannamesinde olsun, vatandaşa verdiği 41 söz projesinde olsun bir farklılık göze çarpıyor. 2B Orman arazileri sorununun çözümünde kamuoyuna açıklanan öneri popülist bulunsa da CHP artık gündemi oluşturacak projeler üretmeye başladı.

[[HAFTAYA]]

Bu değişimdeki en önemli katkının Sencer Ayata’nın yönetimindeki bilimsel çalışmalar olduğunu söylemek zor değil. CHP, seçimlerin artık mahalle aralarında bangır bangır müzikle seçim araçlarıyla kazanılmayacağının farkına varmış. Özellikle televizyonlardaki tanıtımın daha etkili olduğu bir gerçek.

***

Gelelim CHP’nin açıkladığı “Çocuk Bütçesine”. Devlet bütçesi içinden çocuklar için yapılan tüm harcamaları şeffaf hale getirilmesi ve kamu kaynaklarından 0-6 yaş arası çocuklara ayrılan payın arttırılması (yüzde 6.5) ve daha etkin kullanılması projenin temelini oluşturuyor. Büyükşehirlerin “çeperlerinde”, Doğu ve Güneydoğu’da çocuk merkezlerinin kurulması, bu merkezlerde ücretsiz gündüz bakım hizmeti verilmesi zaten çağdaş bir sosyal demokrat partinin programında olması gereken temel politikalar.

2 yıllık okul öncesi eğitimin zorunlu ve ücretsiz olması, ilköğretimde tam gün eğitime geçilerek öğrencilere gelir durumu düşük yerlerden başlanarak sabahları süt, öğlen ise iki tas yemek verilmesi önemli noktalar. Bugün sadece 8 çocuk hastanesi bulunan Türkiye’de, CHP iktidarında her ile çocuk hastanesi açılması iddialı bir hedef olsa da CHP’nin çocuklardan sonra sağlığı da keşfetmesi olumlu bir nokta. Seçimlere 48 gün kala CHP’de artık ağzı olan konuşamıyor. Kılıçdaroğlu da vatandaşın duymak istediklerini dile getiriyor.

18 Nisan 2011, Pazartesi 05:00

Siyasette havuç bitmez!

Milletvekili aday listeleri açıklandıktan sonra siyasi partilerde başlayan isyan dalgası yavaş yavaş azalıyor. Liste dışı kalan adayların tepkilerini azaltmak, küskünleri geri döndürmek için uğraşan genel merkezler aday adaylarına yeni havuçlar göstererek parti bütünlüğünü korumaya çalışıyorlar. Siyasi parti yöneticiliğinin en zor yanı ve mahareti siyasi olarak hiçbir yere gelmesi mümkün olmayan insanları yıllarca değişik havuçlarla oyalayarak kendi parti içi iktidarları için çalıştırmaktır.

[[HAFTAYA]]

Siyaset öyle bir havuç tarlası ki havuçta bol, tavşanda. En basit havuç, ilçe delegesi olmaktır. İl delegesi olup kurultaya gitme hakkı kazanan partilinin keyfine zaten diyecek yoktur. Gönlünde yatan ilçe başkanlığı veya belediye meclisi üyeliği rüyalarına girer. İlçe başkanlığından sonraki hedef, ya bir sonraki yerel seçimde partinin belediye başkanı adayı olmak veya genel seçimde meclise gitmektir. Ama o aday olunacak seçim bir türlü gelmez. Her zaman yükte hafif, pahada ağır bir büyük abiye yer vermek zorunda kalınır.

Aynı senaryo il başkanları içinde geçerlidir. Hiçbir il başkanı çalıştığı seçimde aday olamaz. Hedef hep bir sonraki seçimdir. O seçime kadar da ya örgüt, ya parti meclisi, ya da genel başkan değişir. Adaylık güme gider. Hamallık döneminde genel merkezlerin verdiği sözler seçim vakti geldiğinde unutulur gider. Partinin ve memleketin yüksek menfaatleri için adaylık bir başka bahara kalır.

***

Partilerin yönetim kadrosunun en önemli görevi havuç peşinde koşacak yeni tavşanlar bulmaktır. Bunun da değişik yöntemleri vardır. En basit yöntem adaylık sürecinde eski milletvekillerinin büyük kısmının liste dışı bırakılacağını açıklayarak umudu artırmaktır. Diğer etkili yöntem ise kurultaylarda MYK, Parti Meclisi gibi yönetim kadrolarına siyasi tecrübesi olmayan çaylakları alarak partiyi yönettiğini zanneden ancak aday olamayacak bir kadro oluşturmaktır.

Partinin A takımını temsil eden Parti Meclisi üyeleri neden aday olamadıklarını bir türlü anlayamazlar ve kendilerini kullanılmış hissederler. Yoksa doğru dürüst, konularında uzman bir parti meclisi kursanız,zaten kimse cesaret edip aday olmaz. 550 Milletvekilliği için on beş bin kişi kuyruğa girmez. Sonuçta siyaset, genel başkan ve etrafındaki heyetin tepeden indirdikleri adaylara birer kulp takarak örgütleri ikna etme sanatı haline gelir. Seçmenleri ikna etmeye zaten gerek yoktur. Aday listeleri,sıralamalar seçmenin umurunda bile olmaz. Sonuçta seçmen oyunu partiye ve genel başkana verir.