Güney Öztürk

22 Temmuz 2024, Pazartesi 07:00

Silikon Vadisi'nde başarılı bir Türk

Herkes Silikon Vadisi’ndeki teknolojiden ilk elden haberdar olmak istiyor. Bugün size San Francisco’da yaşayan genç, dinamik bir Türk iş insanının vizyonundan geleceği anlatacağım. Bu kişi Burak Arık. Kendisi Maxitech adlı şirketin CEO’su...

Maxitech; İş Bankası’nın dijital dönüşümüne katkı sağlamak için 2016 yılında San Francisco’da kurulmuş. Öyle başarılı olmuş ki, kısa zamanda Silikon Vadisi’ndeki yenilikleri ve startup şirketleri, Türkiye’deki firmalarla buluşturan bir tür inovasyon servis hizmeti sunmaya başlamış. Akbank, Fibabank, Kuveyt Türk, Pegasus, Ford gibi yerli yabancı sayıları 40’ı bulan müşteriye dijital dönüşümlerinde danışmanlık sağlıyor. Yani doğru teknolojiyi, doğru şirkete adapte ediyor. Beni asıl etkileyen Burak Arık’ın gelecekle ilgili sözleriydi. “Şu an ciddi değişim ve dönüşümün tam ortasındayız. Bunu dünya ancak 4-5 yılda kavrayacak. Biz aslında burada dünyayı değiştirecek firmaları tespit edip, son teknolojileri onlara adapte etmeye çabalıyoruz” diyor.

8 yıldır ABD’de teknolojiyi takip eden Burak Arık, Silikon Vadisi’nde çıkan bir teknolojinin Avrupa ve Türkiye’de görülmeye başlamasının en az 2-3 yıl aldığını belirterek “California halen tartışmasız teknolojinin merkezi” ifadesini kullanıyor. Arık’a göre yapay zekâ dünyada ülkelerin yarışacağı, birbiriyle çatışma yaşayacağı çok önemli bir konu. Ancak bu konunun Türkiye’yi de yakından ilgilendiren tehlikeli bir boyutu var. Yapay zekâ gibi gelişmiş teknolojileri kullanan ve buna yatırım yapan ABD, Çin, Japonya gibi gelişmiş ülkelerle, gelişmekte olan ülkeler arasındaki makas giderek açılıyor. Arık’a göre gelişmekte olan ülkeler açısından bu, çok büyük bir tehdit. Bu yüzden Türkiye’nin ve Türk firmalarının hızla adapte olması, dönüşmesi gerekiyor.

GELECEĞİN MESLEKLERİ

Peki bankalar neden yapay zekâ yarışına giriyor? Arık bunu “farklılaşma ihtiyacı” diye yanıtlıyor. Öyle ki, New York’un en köklü finansal kurumlarından Citibank, 120 yapay zekâ şirketine yatırım yapmış. Bunların 80’inin de bizzat müşterisi olmuş. Bankaların ardından, otomotiv, sigortacılık ve endüstri şirketlerinde genç beyinlere yönelik talep hızla artıyor. Maxitech’in Türk CEO’su geleceğin meslekleri arasında; web developer, yapay zekâ mühendisliği, machine learning, block chain, oyun yazılımı, e-sports’u sayıyor. Ona göre 1 developer (bilgisayar programcısı) yapay zekâ sayesinde 10 programcının işini yapabiliyor. Normalde aylar alan internet sitesi kurma, mobil uygulama geliştirme, gibi işler şipşak halloluyor. Bu da yeni girişimlerde patlama yaşanacak anlamına geliyor.

İşe başlamak çok hızlanacak. İşsizlik değil, aksine yeni işler ortaya çıkacak. Ama söylediğim gibi, ülkeler kendini yapay zekaya adapte ederse... Z kuşağı ise iş ve özel hayatında dengeye önem veriyor. Silikon Vadisi’ndeki gençler, girdikleri şirketlerin yaşam alanlarını pozitif dönüştürüyor. ABD’de şu an en dikkat edilen konu çeşitlilik. Yani farklı geçmişlere, ırklara ve kimliklere sahip çalışanların işe alınması, terfi ettirilmesi. Buna her şirket çok özen gösteriyor. Başarının sırrı da buradan geçiyor. Burak Arık, üniversitenin öneminden bahsetti ama farklı şekilde... “Araştırmalara göre Amerika halka açık şirketlerin CEO’ları; yönetim kurullarına adam atarken yüzde 51 oranında ya okuduğu üniversiten ya da golf kulübünden arkadaşını seçiyormuş” dedi. Bu da üniversitede networking (ilişki ağı) hâlâ ne kadar önemli olduğunun açık bir göstergesi.

15 Temmuz 2024, Pazartesi 07:00

Turnuvalar keyif vermiyor

Euro 2024 seyrettiğim en tatsız, en keyifsiz turnuvaydı... Neyse ki Türkiye yarışı sürükledi de hayatımıza renk geldi. Gerçekten ekran karşısına her geçişimde aynı şeyi düşündüm. Bu Almanları, Slovaklar da yener Türkler de... Bu İngilizleri, Danimarka da devirir, Gürcistan da...

Takımların hiçbirinde benim anladığım şekilde bir yıldız oyuncu, Arda gibi heyecan veren genç yetenek yoktu. Olanlar da yaşlıydı. Halbuki çocukluğumda, mahalle arasında futbol oynarken topu ayağıma aldığımda “Maradona, Maradona ve gooollll” diye kaleye plastik yuvarlağı gönderirdim. Başka birisi Maradona’yı seçmişse ben ya Rummenigge ya da Platini olurdum. Kaledeysem Zoff...

Dünya Kupası’nı iple çeker, Socrates, Zico, Lineker, Baggio, Hagi’yi izlemek için ailece yerimize kurulurduk. Peki n’oldu? Geçmişteki turnuvalar, yalnızca takımların mücadelesine değil, aynı zamanda bireysel yeteneklerin parlamasına da sahne oluyordu. Oyuncular, yeteneklerinin dışında, karizmaları ve liderlik vasıflarıyla da sahada fark yaratıyorlardı. Günümüzde ise futbol, taktiksel ve takım oyununa dayalı bir yapıya büründü. Antrenörler, bireysel yeteneklerden ziyade takım uyumunu ve sistemleri ön plana çıkarmaya başladı. Ayrıca futbolcuların fiziksel gücü de üst seviyeye çıktı. Sahada adeta 22 atlet mücadele eder oldu.

Uzun atlayanlar, depar atanlar, yüksek atlayanlar, kafa, kol, gövde, bacak müthiş bir tempo ve direnç var. Aslında normal bir günde bir atletizm turnuvasında yaşananların hepsi ve daha fazlası 90 dakikada futbol sahasında her an yaşanıyor da biz topa bakmaktan bunu fark edemiyoruz. Hal böyle olunca iki çalım atabilene üçüncü çalımı yaptırmıyor defans oyuncusu... Sonuçta futbol öyle bir hale geldi ki oyun iki ceza yayı arasındaki bir gladyatör dövüşüne dönüştü. Mevcut saha, kale ölçüleri futbolculara dar geliyor. Gole ve estetik hareketlere hasret kaldık.

MİLİMETRİK OFSAYTLAR

Bir başka sıkıntı da bana göre VAR marifetiyle milimetrik ofsayttan gollerin geçersiz kılınması... Aslında bu kadar hızlı ve atletik oynanan futbol için ofsaytın yeniden tanımlanması ve artık santim değil metre hesabı yapılması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü futbolun ruhu ölüyor, en azından ben ekran başında aynı coşkuyu yaşamıyorum. Gerçek bir hikâyeden örnek vereyim.

Yıllar önce tüm servis müdürleri olarak yazı işleri masasında haber toplantısındaydık. O gün gazetelerde var olan ama bizim atladığımız bir haberi tartışıyorduk. Yeni tarafından haberi bir kez daha basmak istiyorduk ama sözün kısası elimizde yeni tarafı yoktu. O sırada toplantıya yazarımız Necati Doğru geldi. Tartıştığımız habere kıvrak zekasıyla öyle esprili bir başlık söyledi ki, hepimizin çok hoşuna gitti. Ama haber müdürü itiraz etti, “Tamam da abi haber özel değil ki, var gazetelerde” dedi.

Necati Abi de kara gözlüklerinin üzerinden bakıp “Haber özel değil de benim başlık özel” deyiverdi. Hepimiz kahkahayı patlattık. Ve o haber, ertesi gün o başlıkla gazeteye girdi. İçeriği bir gün önce diğer gazetelerde çıkanla aynıydı. Ama başlığı çok konuşturdu. Sonuçta yaptığımız şey gazetecilik tekniğine aykırıydı belki ama gazeteciliğin ruhuna tamamen uygundu. Şimdi futbolcu, insan üstü çaba ya da atletik beceri, ne derseniz deyin yerden 3 metre havaya zıplayıp, topu kafayla köşeye yolluyor ya da röveşataya kalkıp ters voleyle ağları delen bir gol atıyor. Seyirci ayakta, delirmiş, hakem ofsaytı gösteriyor.

08 Temmuz 2024, Pazartesi 07:00

Avrupa'da domino etkisi

1800’lerde 200 milyon olan Avrupa nüfusu, 1900’lerin başına gelindiğinde 400 milyonu aşmıştı. Üstelik Avrupa’daki bu hızlı nüfus artışı, Amerika’ya ve dünyanın geri kalan (Avustralya gibi) bölgelerine yoğun beyin göçü ve iş göçü yaşandığı yıllarda oldu. Gidenlerin yerini kasabalardan şehirlere göç eden, sanayi devriminin ailece un ufak ettiği vasıfsız kitleler aldı. Kalabalıklar Avrupa’nın sosyal ve siyasi yapısını değiştirdi. Milliyetçi söylemler, devrimler, emperyalist hareketler arttı.

Sonuçta bir Sırp milliyetçinin tetiğinden çıkan kurşunla 1. Dünya Savaşı patlak verdi. 1980’de de Avrupa Birliği’nin nüfusu 355 milyondu. 2024 itibarıyla 449 milyona ulaştı. Sanmayın ki Avrupa Birliği ülkeleri çocuk yapıyor. Net nüfus artışı 2022’de negatif oldu yani 1.3 milyon azaldı. Nüfusun artmasına katkı sağlayan asıl olay yaşanan göç dalgası. Şimdi bu dalga, yüzyıl öncesinin hayaletlerini tekrar iktidara taşıyor. Fransa, İtalya, Hollanda başı çekiyor, Almanya peşinden geliyor. İsveç, Polonya, Slovakya, Macaristan da onları izliyor.

PARANIN ALTIN ÇOCUĞU GİTTİ

Hafta içi İngiltere’de yapılan seçimlerde Churchill’in, Thatcher’in partisi olan Muhafazakâr Parti hezimete uğradı. 14 yıllık iktidarları, İşçi Partisi tarafından tarumar edildi. Halbuki İşçi Partisi’nin lideri öyle karizmatik bir adam da değildi. İngilizler ‘sadece değişim istediklerinden’ merkez sola oy verdi. İngiltere’nin en büyük sorunu durgunluk ve hayat pahalılığıydı. Brexit (AB’den çıkış) sonrası büyüme 4 puan; ithalat ve ihracat hacmi yüzde 15 puan düştü. Ortalama bir İngiliz, Brexit yüzünden yılda 850 sterlin daha az kazanır oldu. Bu kaybın 2035 yılına kadar kişi başına 2 bin 300 sterline dayanacağı hesaplanıyor.

İkinci sorun dibe vuran sağlık sistemiydi. Hastalar, devlette online sistemden aylarca randevu alamıyor, alsalar bile ameliyat için en az 6-7 ay beklemek durumunda kalıyorlar. Yeterli doktor, hemşire ve hasta bakıcı bulmak ise neredeyse artık imkansız. Hizmet kalitesi yerlerde sürünüyor. Şöyle ki; ortopedik hastaların yüzde 26’sı, rehabilitasyon, fizik tedavi hastalarının ise yüzde 58’i yurtdışına tedaviye gitmeye başladı. İngiliz diş hekimlerinin yüzde 94’ü, yurtdışında diş tedavisi yaptırmış hastaları muayene ettiklerini söylüyor. Saç ekiminde ise İngiltere’de bir hastaya 5 bin sterlin fiyat çekilirken, Türkiye’de 1 haftalık saç ekimi paketine konaklama dahil 2 bin euro ödeniyor. İngiliz hastaların yüzde 20’si Türkiye’de saç ektirmiş, rakama bakın...

Tüm bunlara yasadışı göçü de ekleyin. Hesapta Brexit ile serbest dolaşım kapanacak, yasadışı göçün önüne geçilecekti. Ama hiç de öyle olmadı. Küçük teknelerle kanal üzerinden yapılan geçişler patladı. 2022’de 45 bin, geçen yıl da 46 bin göçmen tekneyle İngiliz adasına ayak bastı. Bu yıl biraz olsun önü alındıysa da yasadışı çalıştırılan göçmenler konusunda bir arpa boyu yol kat edilemedi. İşte bu nedenlerden dolayı İngiltere’de Muhafazakâr Parti, sandığa gömüldü. Onunla birlikte yıllarca Amerika’da Goldman Sachs’ta çalışan maliye uzmanı ve hatta 2022’ye kadar Ekonomi Bakanı olan Başbakan Rishi Sunak da tarih oldu. Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron’un merkez sağ partisini de aynı gerekçelerle aynı hüsran bekliyor.

01 Temmuz 2024, Pazartesi 07:00

Lityum çıkarma basit ve temiz mi?

Gelecek, temiz yakıtlı elektrikli araçlarda, dolayısıyla enerji depolayan pil üretiminde... Şirketler daha hızlı şarj olan ve daha uzun süre kullanılabilir bataryalar için yarışıyor. Ancak madalyonun bir de karanlık yüzü var. Pil yapımında kullanılan lityum karbonat, sodyum, bor, potasyum ve magnezyumun, eşsiz dağ sularından, göllerinden ayrıştırılması gerekiyor. Beyaz Altın diye bilinen lityum elementi, tuzlu suyun içinden buharlaşma havuzlarında bekletilme yoluyla çıkartılıyor.

Elde edilen konsantre sıvı daha sonra lityum karbonat halinde işlenmek üzere kullanılıyor. Ancak bir ton lityum elde etmek için, yaklaşık 2 milyon litre suyu buharlaştırmak gerekiyor. Bu da her yıl çok büyük miktarlarda suyun kaybolmasına neden oluyor. Ayrıca açık havuzlardan yeraltına sızan tuzlu su da, tatlı su rezervlerinin tuzlanmasına yol açıyor. Örneğin, Şili’nin Atacama Çölü’nde, lityum üretimi su kaynaklarının yüzde 65’ini yok etti. Atacama’da, lityum madenciliği her gün 21 milyon litre su tüketiyor. Bolivya’daki Salar de Uyuni’de yapılan bir araştırmaya göre, lityum çıkarmanın yeraltı su seviyelerini yüzde 30’a kadar azaltacağı tahmin ediliyor. Lityum karbonat üretimi sırasında kalsiyum hidroksit, sodyum karbonat ve kükürt asidi gibi kimyasallar kullanılıyor. Bu kimyasallar da yeraltı sularına karışıp kirletiyor.

TONLARCA KARBON SALINIYOR

Çıkarılırken suların kirlenmesine ve buharlaşmasına yol açan lityum madenciliğinin işleme süreci de büyük bir enerji gerektiriyor. Bu sürecin karbon ayak izi, 1 ton lityum üretme başına, doğaya 5 ton karbondioksit (CO2) gazı bırakmak olarak gerçekleşiyor. Şu an lityum madenciliği, küresel sera gazı emisyonlarının yani dünyanın ısınmasının yüzde 1’ine katkı sağlıyor. Lityum madenciliği faaliyetleri ayrıca, yüzey toprağının bozulmasına ve erozyona neden olabilir. Örneğin, Avustralya’daki Greenbushes madeni, her yıl 1.8 milyon ton toprak ve kaya kazıyor. Pillerin atık yönetimi de ayrı bir sorun.

Lityum madenciliği sırasında üretilen atık miktarı oldukça fazla. Şili’deki bir lityum madeni, yılda yaklaşık 15 milyon ton atık üretiyor. Üretilen her 1 ton lityum karbonat için yaklaşık 50 bin litre atık su ortaya çıkıyor. Bu suyun arıtılması ve güvenli bir şekilde bertaraf edilmesi gerekmekte, peki nasıl? Bir tarafta fosil yakıtları terk edip, rüzgâr ve güneş enerjisinin öne çıktığı sürdürülebilir bir gelecek kurarken, diğer yandan doğanın yine pervasızca katledildiği yeni bir döngüye girmiş bulunuyoruz. Daha çevre dostu madencilik çözümleri için devletlerin, şirketler üzerinde kesinlikle denetimi artırması, baskı kurması ve çok daha katı kurallar koyması gerekiyor. Aksi halde ‘sürdürülebilir bir gelecek’ diye diye, doğa tahribatı kaçınılmaz olacak.

24 Haziran 2024, Pazartesi 07:00

Gençler telefona o kadar da bağımlı değil

Dijitalleşmenin egemen olduğu bu çağda, 1997 ile 2012 arasında doğan Z Kuşağı’nın, akıllı telefonlarına sandığımız kadar bağımlı olmadıklarını, onlardan uzaklaşıp daha analog hobilere yöneldiklerini düşünüyorum. Bu değişim sadece bir trend değil, hayatlarındaki teknolojinin yaygın etkisine derin bir yanıt niteliğinde... Z Kuşağı, parmaklarının ucunda teknolojiyle büyüdü. Küçük yaşlardan itibaren akıllı telefonlar, sosyal medya ve anında bilgiye erişim, günlük rutinlerinin ayrılmaz bir parçası oldu. Ancak, sürekli dijital bombardıman, her geçen gün daha çok gencin ekrandan uzaklaşmasına yol açtı.

Burada aşırı ekran süresinin anksiyete, depresyon ve dikkat bozuklukları gibi çeşitli zihinsel sağlık sorunlarına yol açabileceğini gösteren raporlara girmek istemiyorum. Söylemek istediğim benim çevremde izlediğim gençlerin çoğu çevrimdışı etkinliklere katılarak hayatta denge bulma arzusundalar. İnanın bana, bazen ben onlardan daha çok telefonda boş boş gezinerek vakit harcıyorum. Mesela gençlerin çoğunda ‘akılsız telefon’ denilen eski model, açılır kapanır kapaklı telefonlara (ya da ikinci bir telefona) yönelik arzu var. Bu sadece o telefonların nostaljisinden değil, özel hayatlarının ticari birer meta haline dönüşmesinden en çok onlar rahatsız. E-kitapların ve sesli kitapların sağladığı kolaylığa rağmen, birçok genç, geleneksel basılı kitaplara geri dönüyor. Kokusu, dokunmanın keyfi ve dijital dikkat dağıtıcıların olmaması, daha derinlemesine bir okuma deneyimi sunuyor. Örneğin plakların, pikapların yeniden dirilmesi. Z Kuşağı gençler için plaklar, dijitalin taklit edemeyeceği daha zengin ses kalitesi ve müzikle bağlantı anlamı taşıyor. Gazeteciliğe başladığım ilk yıllarda olan film makaraları...

Anında fotoğraf paylaşımının yaşandığı bir çağda, fotoğraf kameralarıyla ya da polaroid çekim yapma popülerlik kazanıyor. Geçenlerde akıllı telefonunun lensine klasik bir film kamerası monte etmiş yönetmen adayı bir genç gördüm yolda. Çekim yapıyordu. Film geliştirme heyecanı ve analog fotoğrafların benzersiz estetiği her zaman çekicidir.

‘NEWTRO’ AKIMI

El Sanatları, örgü, ahşap işçiliği vs. listeyi uzatabilirim. Adeta bit pazarına nur yağıyor. 90’lar kıyafetlerinden, kaset çalarlarına kadar her şey moda oluyor. Gençler yeni (new) ile eskinin (retro) birleştiği bu akıma ‘Newtro’ diyor. Vintage giysiler, modernleriyle kombinleniyor. 207 ülkeye yayılmış 800 bin üyeli, birbirine kartpostal yollayan ‘Postcrossing’ diye bir grup var mesela. Her ay 400 bin pullu kartpostal atıyor gençler hiç tanımadıkları ülkedeki birine...

Kurulduğundan beri 77 milyon kartpostal atılmış. Şaka mısınız! Dijital oyunların aksine, masa oyunları, bulmacalar yok satıyor. Neden çünkü, yüz yüze etkileşimi, stratejik düşünmeyi ve ekip çalışmasını teşvik ediyor da ondan. İlginç bir şekilde, sosyal medya platformları da bu analog hobilerin yaygınlaşmasında rol oynuyor. Influencerlar, deneyimlerini sık sık paylaşarak takipçilerini yeni bir şeyler denemeye teşvik ediyor. Özetle dijital iletişimin izole edici, rahatsız edici, takip edici ve size ticari gözle bakan tutumunun aksine; bir konsere gitmek, bir gösteriye katılmak, analog bir hayat gençler için paha biçilmez hale geliyor. Pandemide eve kapanan gençlerin nasıl akın akın konserlere, sergilere, gezilere gittiğini düşünün. Halbuki internetten izlemek daha ucuz, konforlu ve güvenliyken... Gençler, hayatta dengeyi buluyor siz merak etmeyin. Zihinsel sağlıklarını ve kişisel tatminlerini ön planda tutan, hayata gerçek anlamda dokunan bir yaşam tarzı geliştiriyorlar. Daha otantik, farkındalık dolu ve anlamlı ilişkiler arzuluyorlar. Dijital dünyanın keşmekeşinde gezinirken, yavaşlamanın ve yaşamın somut yönleriyle ilgilenmenin keyfini keşfediyorlar. Bence trend bu yönde...

17 Haziran 2024, Pazartesi 07:00

Bakın dünya ne halde?

Kargaşadan, bir yıldız doğar...

- Friedrich Nietzsche Fransa’da, AB parlamentosu seçimlerini ezici çoğunlukla aşırı milliyetçi ırkçı parti Ulusal Birlik’in yüzde 32 oyla kazanmasının ardından, merkez sağcı Cumhurbaşkanı Macron, erken seçim ilan etti. Fransa’da gelecek ay parlamento seçimleri yapılacak. Macron’un Rönesans Partisi bu seçimde yüzde 15 oy aldı. Yani rakibinin yarısından az. Ancak Macron baskın genel seçimle herhalde partisinin daha çok kan kaybetmesinin önüne geçmek istedi.

Hem 3-4 parçaya bölünmüş Sol’u dağılmış halde yakalayacak, hem de hazır faşizmin iktidarından korkan kesimin oyunu almak istiyordu. Ancak ne oldu biliyor musunuz? Komünistler, Sosyalistler, Yeşiller gibi parça parça partilerden oluşan Sol, Macron’un seçim kararının ertesi günü birleşti. Kendilerine Popüler Cephe adıyla yeni bir ittifak kurdu, seçime bu şekilde gitme kararı aldı. Seçimlerde Macron’un partisi sandığa gömülecek. Zira kendisi hiç sevilmiyor. Solcu cephe ile milliyetçi cephe parlamentoda çoğunluğu alacak. Hükümet ve başbakan da bunlardan seçilecek. Ve daha sonra Fransa, AB üyeliğinden çıkmak isteyecek. Ama bu, başka bir yazı konusu. Bu arada Fransa’nın sıkıntısı dışarıya mülteci göçü gibi yansıtılsa da değil. Aslında, daha çok mezarda emeklilik, işsizlik, vergiler gibi ekonomik çerçevede dönüyor.

İngiltere’de ise 4 Temmuz’da erken genel seçime gidiyor. Muhafazakâr Parti’nin lideri Başbakan Rishi Sunak, sonbaharı beklemeden seçim kararı aldı. Ancak Sunak, herhalde tarihe tam bir loser (kaybeden) olarak geçecek. Seçimlerden solcu İşçi Partisi tarihi zaferle çıkacak. Ancak bu zafer aslında İşçi Partisi’ne ait olmayacak. İşçi partisi sadece bölünmüş sağın zaafından yararlanıp aradan sıyıran olacak. Başbakan Sunak, oylarının yarısını henüz 4 yıl önce kurulan sağcı Reform Partisi’ne kaptıracak.

Seçimler yüzde 43-46 İşçi Partisi’nin zaferiyle sonuçlanırken, Muhafazakâr Başbakan Sunak yüzde 20-23 alıp tarih sahnesine veda edecek, sağdaki Reform Partisi ise yüzde 10-15 oy alarak yükselişini sürdürecek. Amerika’da ise seçimler kasımda... 350 milyon nüfuslu, üniversiteleri, teknolojisi, Silikon Vadisi, genç beyinleri, demokrasisiyle övünen bir ülkeden seçimde yarışacak çıka çıka biri 81 yaşında (Joe Biden), diğeri 78 yaşında (Donald Trump) iki lider çıktı. Başkan Biden’ın son fiziksel ve mental halini izlediğimizde, böyle bir kişinin yeniden başkan olması herkesi endişelendirmeli.

Tanrı korusun alacağı kararlar, basacağı düğmeler dünyayı cehenneme çevirebilir. Normalde ABD’de Seçim Kurulu, Biden ile ilgili doktor raporu istemeli. Ama orası Amerika, burası da Türkiye olduğu gibi... Karşısında ise, hayat kadınlarıyla ilişki yaşayıp sus parası vermekten, vergi kaçırmaya; devlet evraklarını çalıp evinde saklamaktan, seçim sonuçlarını beğenmeyip darbe yapmaya, Kongre baskınına kadar giden anayasal suçlar işleyen; yargılanan, ceza alan kriminal sicil kaydı bulunan bir emlak milyoneri var. Ve bu yarışı Trump göğüsleyecek gibi... Artık gerisini siz düşünün. Rusya’da Putin, Çin’de Xi Jinping, Hindistan’da Hindu milliyetçisi Modi, İsrail’de Natanyahu, İran’da, Almanya’da, İtalya’da liste uzayıp gidiyor. Gerçekten ateşten bir dünyaya hazır olun. Kaos, yeni düzenin habercisidir; ama her zaman umut vermez.

10 Haziran 2024, Pazartesi 07:00

Size önerim uzaya çıkın

Sevgili gençler, meslek seçme yıllarındasınız. Ben de size bir meslek önereyim; uzay mühendisliği... Belki müstehzi gülüyor olabilirsiniz. Ama uzay gelecek değil, geldi bile. Şunları hatırlatarak başlayayım. Navigasyon ve haritalama teknolojileri GPS’ler, küresel iletişim, internet ve TV yayınlarını mümkün kılan uydular, teflon tencere tavalar, cırt cırt fermuarlar, dijital termometreler, MR ve tomografi cihazları, su arıtması, sudan oksijen elde etme, kablosuz aletler... Tüm bunlar Batı ile Doğu arasındaki uzay yarışının uzun yıllar önce hayatımıza kattığı kolaylıklardan bazıları...

Bu yarış 2000’lerde duraksamış olsa da şu an yeniden başlamış halde. Uzay ekonomisi roket hızıyla büyüyen ve dünya ekonomisine önemli katkılar sağlayan bir sektör haline geldi. 2023 itibarıyla uzay ekonomisi 630 milyar dolar değerindeydi ve bu değerin 2035 yılına kadar 1.8 trilyon dolara ulaşması bekleniyor. ABD’de devletin uzay programları için yaptığı harcamalar, 2021 ve 2022 yıllarında 70 milyar doları aşmış durumda. Hemen arkasındansa Çin ve Hindistan’ın katlanarak yaptığı harcamalar geliyor. Özel sektör de bu yarışta para saçıyor. SpaceX, Blue Origin ve diğer ticari uzay şirketleri, maliyetleri düşürerek ve yenilikçi teknolojiler geliştirerek uzay ekonomisini şekillendiriyor. Örneğin SpaceX, yeniden kullanılabilir roketlerle fırlatma maliyetlerini önemli ölçüde azaltarak daha fazla uzay misyonunun gerçekleştirilmesini sağladı. Ayrıca tarım, meteoroloji, enerji, telekomünikasyon, sigorta ve lojistik gibi sektörler de uzay ekonomisinin büyümesinden ve teknolojisinden ziyadesiyle fayda sağlıyor. Bugünden başlayarak uzayda yönelebileceğiniz mesleklere gelince...

1.Uzay mühendisliği: Uzay araçlarının, roketlerin, uyduların tasarımı, fırlatılması, bakım ve onarımı için mühendisler gerekecek. Bir uzay mekiği 2.5 milyon parçadan oluşuyor. Ana motorlar, elektrik sistemleri, yaşam destek, ısı kalkanları, iletişim ekipmanları gibi...

2.Uzay hukuku: Uzay faaliyetlerinin artmasıyla uluslararası anlaşmalar, ticari anlaşmazlıklar ve uzay mülkiyeti konularında hukukçulara ihtiyaç olacak. Uzay politikası uzmanları ise hükümetlerle özel sektör arasında köprü işlevi görecek.

3.Uzay veri analistleri: Uzayı gözleme ve veri toplama yaygınlaştıkça, bu verileri analiz edebilen uzmanlar önem kazanacak. Tarım, iklim değişikliği, şehir planlama alanlarında uzay verilerini kullanarak çözüm üretecekler.

4.Uzay turizmi rehberleri: Uzay turistlerine rehberlik edecek, güvenliklerini sağlayacak ve onları eğitecek profesyonellere, pilotlara ihtiyaç duyulacak.

5.Uzay madenciliği: Asteroitler ve diğer gezegenlerde madencilik yaparak değerli mineralleri çıkaracak uzman mühendis ve teknisyenler önemli olacak. Bu meslek, gelecekteki uzay keşifleri ve dünya üzerindeki kaynakların sürdürülebilirliği açısından kritik rol oynayacak.

6.Uzay sağlık uzmanları: Astronotların ve uzay turistlerinin sağlığını koruyacak, uzayda ameliyat edecek tıp uzmanları gerekecek. Uzayda uzun süreli kalmanın insan vücudu üzerindeki etkilerini araştıracak, yeni sağlık hizmetleri sunacaklar.