Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş üçüncü yılını doldururken, çatışmaların seyri hem bölgesel dengeleri hem de küresel politikayı derinden etkilemeye devam ediyor. Sahada yaşanan gelişmeler, diplomatik manevralar ve küresel aktörlerin tutumları, savaşın geleceği hakkında önemli ipuçları veriyor.
Rusya, 2022’de başlattığı savaşın ilk döneminde hızlı bir zafer kazanmayı umuyordu ancak Ukrayna’nın direnci ve Batı’nın desteği, bu planları büyük ölçüde sekteye uğrattı. Moskova, doğu cephesinde yıpratma savaşına yönelmiş durumda. Özellikle Donetsk ve Luhansk bölgelerinde ilerleme sağlama hedefiyle yoğun saldırılar düzenleniyor.
Kursk ise şu anda tam bir güç mücadelesine tanıklık ediyor. Rusya Devlet Başkanı Putin’in özellikle Kursk’u ziyareti hem askerlere moral vermeyi hem de dünya kamuoyuna mesaj niteliği taşıyordu.
Putin yönetimi, ağır ekonomik yaptırımlara rağmen Rusya’nın askeri kapasitesini artırmaya devam ediyor. İran ve Kuzey Kore gibi ülkelerden silah tedariki, cephedeki Rus gücünü takviye eden unsurlar arasında. Ayrıca Kremlin, Çin ile olan ekonomik işbirliğini derinleştirerek yaptırımları etkisiz hale getirme çabasını sürdürüyor.
Ukrayna açısından en büyük soru işareti, Batı’nın uzun vadeli desteğinin devam edip etmeyeceği. ABD ve Avrupa Birliği’nin sağladığı askeri yardım, Kiev’in direnişini ayakta tutan en önemli faktörlerden biriydi. Ancak Trump’ın akıl almaz inişli çıkışlı grafiği ve Avrupa’daki ekonomik sıkıntılar, bu desteğin sürdürülebilirliği konusunda belirsizlik yaratıyor.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Batı’dan daha fazla hava savunma sistemi ve uzun menzilli silah talep ederken, sahada da gerilla tipi saldırılar ve dronlarla Rus hatlarına zarar vermeye çalışıyor. Öte yandan, Ukrayna ordusunun geçen yıl başlattığı karşı taarruz beklenen başarıyı getirmedi ve cephe hattı büyük ölçüde durağanlaştı.
Savaşın üçüncü yılında hem Ukrayna hem de Rusya ciddi kayıplar vermiş durumda. Çin ve Türkiye gibi aktörler, tarafları müzakere masasına oturtma girişimlerini sürdürüyor. Savaşın durması için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şimdiye kadar en açık ve samimi gayreti gösteren dünya lideri oldu. Ancak şu aşamada ne Moskova ne de Kiev, toprak tavizi içeren bir anlaşmaya sıcak bakıyor.
Batı’nın ekonomik ve askeri desteği azaldıkça, Ukrayna’nın müzakere seçeneğine daha fazla yönelmek zorunda kalabileceği konuşuluyor. Rusya ise elindeki kazanımları koruyarak savaşın dondurulmasını amaçlıyor.
Türkiye son 20 yılda savunma sanayisine yaptığı ciddi yatırımların meyvelerini toplamaya başladı. Konsantrasyon, kaynak aktarımı ve önceliklendirme sayesinde bugün Türkiye’nin kuruluşları dünya çapında başarılar elde ediyor. İHA-SİHA’lar, otonom sistemler ve zırhlılar dâhil belli segmentlerde Türk imalatçılar küresel düzeyde en iyiler arasına girdi.
ASELSAN, Kıbrıs Barış Harekâtı koşullarında Türkiye’ye uygulanan ağır ambargoların bir sonucu olarak başlatılan yerlilik ve millilik hamlesinin sembol şirketlerinden biridir. Kurulduğu günden bugüne yetenek ve kapasitesini sürekli geliştiren ASELSAN’ı uzun süredir yakından izliyorum. Şimdiki Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. Haluk Görgün’ün ASELSAN Genel Müdürlüğü döneminde izlenen vizyon, çok saygın ve güçlü bu kurumumuzu farklı bir yere taşımıştı.
Bir süre önce görevine başlayan ve savunma sektörünün önemli isimlerinden olan ASELSAN Genel Müdürü Ahmet Akyol ekip arkadaşlarına yeni hedefler koyarak kurumu daha da ileri götürmek için yoğun gayret gösteriyor.
ASELSAN’ın çok ilginç bir yönü var. Tıpkı TUSAŞ gibi Türkiye’de eş zamanlı olarak birçok platform ve sistemi geliştirebilecek ve imal edebilecek kapasitede. Dünyada bu niteliklere sahip fazla kuruluş yok. Güçlü bir insan kaynağına sahip olan ASELSAN’ın geniş bir spektrumda AR-GE yapıyor olması büyük bir avantaj sağlıyor. Diğer taraftan Türkiye’nin gözbebeği savunma sanayii kuruluşlarından kabul ediliyor ve her kesimden tam destek görüyor.
Kurum bir süredir ‘aselsaneXt’ vizyonuyla ihracat odaklı büyüme stratejisini başarıyla uyguluyor. Oyun değiştirici teknolojilerin gücüyle istikrarlı ilerliyor. Bu stratejinin ilk somut çıktılarını 2024 yılı finansal göstergelerine yansıtan ASELSAN, 50’nci yaşını kutladığı 2025’i tüm verilerde rekorlarla karşılıyor.
Hedef, 2030 sonunda dünyanın en büyük 30 savunma sanayii şirketinden biri olmak. ASELSAN, denizlerin altından uzayın derinliklerine kadar her platform için geliştirdiği özgün teknolojilerin etkisiyle 2024 yılında dünyanın en büyük savunma sanayii şirketlerinin yer aldığı listede beş sıra birden yükselerek 42’nci sıraya oturdu. Uluslararası savunma liginin en formda oyuncuları arasında yer alan ASELSAN, dünyanın en hızlı büyüyen 10 savunma sanayii şirketinden biri oldu.
ASELSAN, 2024 yılında geçen yıla göre yüzde 32 artışla toplam 6.5 milyar dolar tutarında sözleşme imzaladı. Böylece 2023 yılı sonunda 11 milyar dolar olan bakiye siparişleri yüzde 28 oranında artarak 14 milyar dolar seviyesine yükseldi.
Suriye’deki savaş, 2011 yılından bu yana hem coğrafi hem de toplumsal açıdan büyük bir yıkıma neden oldu. Ancak son dönemde, olayların şiddetini artıran ve daha da derinleştiren bir unsur var: Mezhep çatışmaları. Bu olaylar sadece Suriye halkını değil, bölgedeki diğer ülkeleri ve uluslararası toplumun genelini de etkiliyor. Suriye’deki mezhep çatışmalarının en temel kaynaklarından biri, yıllarca süren mezhebi gerilimlerin ve ayrımların üzerindeki örtünün savaşın patlak vermesiyle bir anda kalkması oldu.
Suriye’nin yaklaşık yüzde 74’ü Sünni Müslüman’dan oluşurken, yönetici elit ise büyük ölçüde Alevi kökenli Baas Partisi’ne mensuptu. Bu durum, tarihsel olarak toplumda bir tür güç dengesizliği yaratmıştı. Suriye’deki mezhep çatışmaları, bu derin ayrılıkların üzerine eklenen siyasi ve ekonomik krizlerin bir sonucu olarak şekillenmeye başladı. Günümüzde, Suriye’deki dini grupların ülkedeki egemenlik ve güvenlik üzerine farklı vizyonları da çatışmaların dozunu artırıyor. Alevi inancına sahip olan Esad rejimi, Sünni çoğunluğa karşı verdiği mücadeleyi ‘diktatörlük karşıtları’ veya ‘teröristlere karşı haklı bir savaş’ olarak savunuyordu. Öte yandan isyancılar ve çeşitli muhalefet grupları, Esad yönetiminin mezhepçi ve baskıcı politikalarına karşı direniş gösteriyordu.
NE YAPILMALI?
Suriye’deki mezhep çatışmalarını engellemek, yalnızca bölgeyi anlamakla kalmayıp, küresel ölçekte de çözümler geliştirmeyi gerektiriyor. Ancak burada önemli bir soru var: Uluslararası toplum, savaşın taraflarını denetleyebilecek ve çatışmayı sonlandırabilecek bir güce ve iradeye sahip mi? Öncelikle, Birleşmiş Milletler (BM) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICJ) gibi uluslararası kurumların daha aktif bir şekilde devreye girmesi gerekiyor. Bu çatışmanın çözülmesi için siyasi çözüm yerine diplomatik izolasyon ve ekonomik yaptırımlar gibi araçlar daha etkili olabilir. Suriye’nin yanı sıra, çatışmanın arkasında bulunan bazı bölgesel güçlerin etkisi de göz ardı edilmemeli. Türkiye, coğrafi olarak Suriye’ye komşu olması ve tarihsel bağları nedeniyle, çatışmalardan en fazla etkilenen ülkelerden biri. Türkiye, sınırlarını güvence altına almak için askeri müdahalede bulunmuş olsa da, aynı zamanda bölgedeki mülteciler meselesiyle de karşı karşıya. Bölgesel diplomasinin güçlendirilmesi, Türkiye’nin yanı sıra diğer bölgesel aktörlerin de işbirliği yapmasını gerektiriyor.
Rusya ve İran gibi güçlerin devrik Esad rejimi unsurlarını desteklemesi, aynı zamanda Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin muhalefetle olan bağları, bölgedeki kutuplaşmayı daha da büyütüyor. Bu noktada, uluslararası toplumun, mezhep çatışmalarını sona erdirebilmek adına, bölgesel aktörlerle işbirliği yapması gerekiyor. Bölgesel barış ve uzlaşı için bir yol haritası oluşturmak, bölge halklarının hayatını kurtarabilir. Son dönemde Lazkiye ve civarında yoğunlaşan sivillere yönelik saldırılar mutlaka durdurulmalı. Mezhep çatışmalarına son vermek, sadece Suriye’nin değil, bölgedeki tüm halkların geleceği için büyük bir önem taşıyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, uzun süredir Suriye’de yeni yönetimin başarılı olabilmesi ve ülkenin temel meselelerine kapsayıcı şekilde yaklaşması için gayret gösteriyor, mekik diplomasisi yürütüyor. Fidan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda verecekleri güçlü mesajların sahada etkisini göstereceğine inanıyorum.
Bundan 35 yıl önce Türk Hava Yolları ve Lufthansa ortaklığında Almanya ve Türkiye arasındaki turizmi desteklemek amacıyla kurulan SunExpress Havayolları Türkiye’ye tam 1.8 milyar dolar döviz getirisi sağladı. Bu performansla, hizmet ihracatına en çok katkı veren ilk üç şirket arasında yer aldı.
40’tan fazla ülkeden 4 bin 400 çalışana sahip olan SunExpress’in Antalya ve Frankfurt genel merkezleriyle birlikte İzmir ve Ankara’da operasyon üsleri bulunuyor.
SunExpress klasik bir düşük bütçeli havayolu gibi konumlanmıyor. Uluslararası arenada ‘Value Carrier’ kavramını kullanarak ‘Değer odaklı deneyim’ vadediyor. Berlin’de düzenlenen dünyanın en önemli turizm fuarı ITB’de SunExpress CEO’su Max Kownatzki ve Genel Müdür Yardımcısı Tuncay Eminoğlu ile sohbet etme fırsatı buldum.
Berlin’e SunExpress’in iki ana üssünden biri olan Antalya’dan turizm sektörü temsilcileriyle birlikte uçtum. Max Kownatzki tam bir havacılık tutkunu, ayrıca Almanya-Türkiye ilişkilerinin her alanda gelişmesi için kişisel olarak büyük gayret gösteren bir insan. Yolcuların, ulaştırma ve turizm sektörünün bütün geri bildirimlerini not alıp süreçlerin iyileştirilmesi için yıllardır ciddi çaba harcadığına tanık oluyorum.
ITB Berlin Fuarı’nda da güçlü bir Türkiye tanıtımı yapan SunExpress, Türkiye turizmini, küresel pazarlarda klişelerin ötesine taşıyor. Macera, spor ve dinlenme, tarih ve kültür yönleriyle öne çıkarıyor.
Almanya turizm kaynağı olarak Türkiye için kritik öneme sahip. Aynı şekilde Almanlar için Türkiye, İspanya ile birlikte en popüler tatil destinasyonu.
Ege’den Akdeniz’e uzanan ve Türk Rivierası olarak bilinen uzun sahil şeridi Almanya’nın popüler tatil destinasyonu olmaya devam ediyor.
Pandemi sırasında dünya çapında milyarlarca insanın evlerine hapsolması uçuşları ve uluslararası ziyaretleri durma noktasına getirmişti. COVID-19’un bir salgın niteliğinin sona ermesinden sonra kişiler, kurumlar ve topluluklar ertelenmiş olan seyahatlerini gerçekleştirmek için acentelere, havayollarına ve otellere âdeta hücum ettiler. Belli ürün gruplarında alışveriş de patladı. Bu trendi açıklamak için ‘intikam seyahati’ veya ‘intikam alışverişi’ ifadesi kullanıldı.
Turizm, bu gelişmelerden en fazla etkilenen sektörlerin başında geliyor.
Türkiye COVID’deki insan hareketleri sürecini dünyada iyi yöneten ülkeler arasındaydı. Uzun ve tam bir kapanmaya gidilmedi. Lojistik, dağıtım ve ulaştırma alanında neredeyse hiç kesinti olmadı.
Türkiye’nin havayolu kuruluşları da bu süreci çok iyi yönetti. Avrupalılar ve Amerikalıların yaptığı gibi kitlesel işten çıkarma yoluna gitmediler. Türk Hava Yolları ve Sun Express gibi Türkiye’nin başarılı havayolu kuruluşları bu akıllı stratejinin sonunda, en hızlı büyüyen şirketler arasına girdi. Artan yolcu ve kargo talebine yanıt verdiler ve çok hızlı şekilde yeni hatlar açtılar ya da mevcut hatlarda frekanslarını artırdılar.
COVID sonrasında bütün dünyanın yeniden umutlandığı bir dönemde ise bir takım küresel belirsizlikler kafa karıştırmaya devam ediyor.
Ukrayna-Rusya savaşının nasıl ve ne zaman sonuçlanacağı, Amerika’da Donald Trump’ın her gün manşetlere çıkan açıklamalarının yeni hedefinin kim olacağı, ticaret savaşları korkusu ve diğer bilinmeyenler...
Berlin Turizm Fuarı (ITB) işte böyle bir ortamda kapılarını açtı. Dünyanın en büyük turizm zirvesi olarak görülen etkinlik Türkiye açısından da hayati önemde.
Yıldız Teknik Üniversitesi (YTÜ) ve YTÜ Yıldız Teknopark tarafından hayata geçirilen 40 milyon TL’lik rekor bütçeli girişimcilik programı başladı. Teknofest takımları ve genç girişimciler için tasarlanan ‘Yıldız Kaşifleri’ programı, yenilikçi fikirleri olanları finansal destekten ekipman teminine, uluslararası yarışmalara katılımdan yatırım fırsatlarına kadar geniş bir çerçevede desteklemeye hazırlanıyor.
Lansman toplantısına ben de davetliydim. Girişimcilerin projeleriyle yer aldığı etkinlik YTÜ Davutpaşa Kampüsü Tarihi Hamam’da düzenlendi. Açılış konuşmasını yapan Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Eyüp Debik, 70 öğrenci kulübü, Teknofest takımları ve uluslararası alanda çalışmalar yürüten teknoloji ekiplerinin ciddi projeler geliştirdiğini belirtti. Rektör Debik, “Üniversitemizde yetenekli olan takımlarımızı destekleyerek daha hızlı ve verimli teknoloji üretmelerini sağlamaya çalışıyoruz.
Göreve geldiğimizde, gençlerimizin bu süreçte maddi kaynak ve bilgiye ihtiyaç duyduğunu fark ettik. Bu doğrultuda, teknoparkımızla birlikte onlara nasıl destek olabileceğimizi düşündük ve ‘Yıldız Kaşifleri’ni hayata geçirmeye karar verdik. Gençlerimize girişimcilik konusunda bilgi verecek, maddi destek sağlayacak ve uluslararası alanda kendilerini geliştirmeleri için mentörlük desteği sunacağız. 2 yıl içinde 40 milyon TL destek sağlayarak yarışmalara katılım sürecinde ulaşım, konaklama gibi masraflarını da karşılamayı hedefliyoruz. Bugüne kadar gençlerimiz bu süreçleri genellikle sponsorluklarla yürütüyordu; iş insanlarından 50 bin hatta 100 bin lira destek bularak projelerini hayata geçiriyorlardı.
Öğrenciler sponsorluk alsa da biz de onların daha rahat bir ortamda çalışmalarını sürdürmelerini ve teknolojilerini geliştirmelerini sağlamayı amaçlıyoruz” dedi. Teknopark olarak, teknoloji alanında faaliyet gösteren 750’den fazla firmaya ev sahipliği yaptıklarını belirten YTÜ Yıldız Teknopark Genel Müdürü Doç. Dr. Muhammet Garip, “15 bini aşkın AR-GE çalışanıyla Türkiye’nin en büyük teknoparklarından biri olarak, inovasyon çalışmalarına öncülük ediyoruz. Yapay zekâdan siber güvenliğe, finans teknolojilerinden biyoteknolojiye kadar birçok alanda yerli ve milli teknolojilerin geliştirilmesini destekliyoruz. Başlattığımız Yıldız Kaşifleri Programı, bu gücü geleceğin girişimcileriyle buluşturmayı hedefleyen stratejik bir adımdır. Yalnızca maddi destek sağlayan bir proje değil aynı zamanda bir vizyonun, bir ekosistemin ve en önemlisi gençlerin hayallerini gerçeğe dönüştürebileceği güçlü bir yapıdır. Gençlerimizi uluslararası arenada da rekabetçi hale getirmek istiyoruz” diye konuştu.
DESTEĞİN KAPSAMI
Program kapsamında girişimcilere ve öğrenci takımlarına dört ana başlık altında destek sağlanacak; Girişimcilik Desteği ile girişimciler Bootcamp programlarıyla fikirlerini iş modeline dönüştürme fırsatı yakalayacak, Ön Kuluçka sürecinde projelerini olgunlaştırabilecekler ve StarBİGG Programı kapsamında yatırım desteği alabilecekler. Ekipman Desteği ile girişimciler ve öğrenci takımları, projeleri için gerekli malzeme, ham madde, makine ve teçhizat desteğinden faydalanabilecek. Yarışma Desteği ile genç girişimciler, uluslararası yarışmalara ve konferanslara katılım için uçak bileti ve konaklama desteği alabilecekler. Ölçeklendirme ayağında ise; YTÜ Yıldız Teknopark’ın global ofislerine erişim sağlayabilecekler.
Bölücü terör örgütü PKK’nın İmralı Cezaevi’nde tutuklu bulunan lideri Abdullah Öcalan’ın bir süredir beklenen çağrısı önceki gün geldi. Bu çağrının bana göre önemli ifadelerinden biri ‘Demokratik Uzlaşma’. O nedenle başlığa bu kısmı çıkardım. Bu çağrının önünü açan siyasi gelişme bir süre önce Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den gelmişti. MHP, politikalar ve söylemler düzeyinde terörle mücadeleye en güçlü desteği veren siyasi hareketlerden biri olarak biliniyor. Nitekim MHP’nin sokaktaki tabanında da bu konularda hassasiyet oldukça güçlü. Bu parametreler altında MHP lideri Bahçeli’nin çıkışını, hem sürpriz hem de cesur bir adım olarak okumak gerekir.
Devlet Bahçeli, Öcalan’a seslenerek “Meclis’e gel, terörün bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykır” demişti. Bu sözler yeni bir süreci başlatan açıklama olarak tarihe geçmişti.
Daha önce Kürt meselesi diye tarif edilen konularda çok önemli girişimlerde bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da Bahçeli’nin çıkışına tam destek verdi ve siyasi mesajlarını farklı kesimlere ulaştırdı.
Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) de -bazı belirsizliklere ve risklere işaret edilmekle birlikte- esas itibarıyla sürece destek verildiği söylenebilir.
Çağrı metnini eski Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk Kürtçe, DEM Parti Milletvekili Pervin Buldan ise Türkçe okudu.
Terör örgütü lideri Öcalan mesajında özetle “Bu çağrının tarihi sorumluluğunu üstleniyorum. Devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın. Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir. Ortak yaşama inanan ve çağrıma kulak veren tüm kesimlere selamlarımı iletirim” diyor.
Öcalan’ın açıklaması Diyarbakır Dağkapı’da, Van’da ise kent meydanlarına kurulan büyük ekranlardan canlı olarak yayınlandı. Ekranların önünde büyük kalabalıklar toplandı.
SORULAR, ZORLUKLAR
AK Parti 8. Büyük Olağan Kongresi, Türkiye’de ve dünyada önemli gelişmelerin yaşandığı bir süreçte gerçekleşti. Bir taraftan Suriye’nin geleceği konusunda beklentiler, diğer taraftan Türkiye’de çeşitli isimlerde tarif edilen demokratikleşme adımları. Diğer yanda da ABD’de Donald Trump’ın başkanlığıyla tam anlamıyla sarsılan uluslararası dünya düzeni...
AK Parti’nin 8. Olağan Büyük Kongresi bu ortamda gerçekleştirildi. Türkiye’nin 20 yılı aşkın sürecinde siyasette en belirleyici aktör olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bundan sonraki yol haritasının ne yönde şekilleneceğini görmek açısından Ankara’daki geniş katılımlı etkinlik dikkatle takip edildi. Bu zirveyi hiç kuşkusuz sadece tek bir günle sınırlı görmemek gerekir. Bu Kongre “değişim” veya “yenilenme” diye tarif edilen yol haritasının ilk adımı oldu. Ankara’daki salonun hazırlanışı, müzikal girişler ve enerji açısından bakınca AK Parti’nin gençlerin enerjisini ön plana çıkarmak istediğini gördüm.
Teşkilat yapılanmasında da bu yaklaşımın ete kemiğe büründüğünün önemli örneği İstanbul İl Başkanlığı seçiminde kendisini göstermişti. Daha önce Bağcılar Belediye Başkanlığı görevini sürdüren ve çok başarılı olan, siyasetin genç ve güleryüzlü ismi Abdullah Özdemir’in AK Parti İstanbul İl Başkanı olarak seçilmesi dikkat çekici ve isabetli bir adımdı. Nitekim Kongre’de parti MKYK’sında da önemli bir değişim yansıdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan ile katıldığı Kongre’de hemen yanındaki isimler arasında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Ersin Tatar, Efkan Ala ve Binali Yıldırım vardı.
Tam arkasında ise Bilal Erdoğan oturuyordu. Listeyle ilgili notlarımı da paylaşmak istiyorum. AK Parti’nin yeni MKYK listesinde Mustafa Elitaş, Hayati Yazıcı, Ömer Çelik, Mahir Ünal, Hamza Dağ, Fatih Şahin, Ayşe Keşir, Çiğdem Karaarslan, Fatma Betül Sayan Kaya, Hüseyin Yayman da yer alıyor. Listede turizmle ilişkili iki isim de dikkatimi çekti. Antalya eski Belediye Başkanı Menderes Türel ve iş dünyasının tanınmış isimlerinden, turizm yatırımları da olan Erkan Güral da MKYK listesinde yer aldı.
Önceki dönemin Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız ve Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen de listede. Eski İl Başkanı Aziz Babuşçu, eski Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, futbolcu Mesut Özil, televizyoncu Hulki Cevizoğlu da MKYK’da. Diğer taraftan İYİ Parti, DEVA ve Gelecek Partisi’nden yüksek profilli katılımlar da var. Bu gelişme diğer başka bazı isimlerin de aynı yolu izleme ihtimali nedeniyle diğer üç partiyi belli oranda baskı altına alabilir. Bundan çok kısa bir süre önce Türkiye Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) ekonomi, siyaset ve yargıya ilişkin bazı açıklamalar yapmış ve “Sistem çöktü” ifadesini içeren değerlendirmeler paylaşmıştı.
Bu sözlerin ardından yargıyı etkilemeye teşebbüs iddiasıyla soruşturma açılmıştı. TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ve Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Mehmet Ömer Arif Aras ifadeye çağrılmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Kongre konuşmasında bu konuya değindi ve TÜSİAD’ın adını anmadan komprador burjuvasi eleştirisi getirdi. “Kayıt dışı siyaset dönemi kapandı” ifadesini kullandı. Ben kişisel olarak siyaset ve iş dünyası arasındaki gerilimin bir an önce sona ermesini diliyorum. Seçilmiş hükümetle, iş dünyası temsilcilerinin politika farklılaklarını istişare ederek ele almasının yararlı olacağına inanıyorum. Zira bu kanallar daima açık. Dünyanın içinden geçtiği şu zor zamanlarda görüşlerimiz yaklaşımlarımız arasında ne kadar fark olursa olsun hepimiz Türkiye’nin kalkınma, gelişme ve demokratikleşme yolunda emin adımlarla ilerlemesini umuyoruz.