Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mehmet Fatih Kacır ile yaptığımız her toplantı dolu dolu geçiyor, yüzlerce farklı başlıkta atılan adımları ve yeni hamleleri öğrenme imkânı buluyorum. Bakan Kacır, Boğaziçi Üniversitesi’ndeki parlak öğrencilik yıllarının ardından genç yaşta siyasete girdi ve AK Parti kabinelerinin en genç, en çalışkan isimlerinden biri olarak takdir topladı.
Bu kez Esenler Belediye Başkanı Mehmet Tevfik Göksu’nun davetinde bir araya geldik. Yıldız Teknik Üniversitesi, İTÜ ve İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere saygın akademik kurumlarımızın temsilcileri, araştırmacılar ve bazı basın mensuplarının katıldığı etkinlikte Esenler Belediye Başkanı Göksu, kentsel dönüşümde rekor seviyede yol aldıklarını anlattı ve bir bilim merkezi ile teknokent kurmak üzere kolları sıvadıklarını söyledi.
Bakan Fatih Kacır, son dönemde yaptıkları çalışmaları özetledikten sonra katılımcıların görüş ve önerilerini dinledi ve iyileştirilmesi beklenen konularla ilgili notlar aldı. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın ilgi ve sorumluluk alanı çok geniş. Neredeyse temas etmedikleri başlık yok. Bununla birlikte esas olarak yüksek teknolojinin geliştirilmesi, gençlerin ve girişimcilerin teşvik edilmesi, savunma sanayii adımlarının güçlendirilmesi, yapay zekâ, robotik ve inovasyon alanlarının önceliklendirilmesi, ana vizyonu oluşturuyor.
Nitekim geçen sene Las Vegas’taki CES’te (Tüketici Elektroniği Fuarı) Sanayi Bakanlığı tarafından desteklenen gençlerin ne kadar özgün projelere imza attıklarına bizzat tanıklık etmiştim. İzlenimlerimi özet hâlinde paylaşmak istiyorum:
2030 yılına kadar 30 milyar dolarlık teşvik hedefiyle yola çıkılan HIT-30, Cumhuriyet tarihinin bu başlıktaki en büyük projesi durumunda. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğiyle başlatılan bu girişimle farklı alanlarda ciddi başarılar hedefleniyor.
Samsun-Adana ve Mersin aksı, Türkiye’de gelişme ve kalkınmanın yeni lokomotif bölgesi olacak. 18 şehirde yeni sanayi bölgeleri ve mega endüstriyel parklar kurulacak. Böylece bütün ekonomik faaliyetlerin İstanbul gibi merkezlerde toplanmasının önüne geçilecek.
TÜBİTAK, savunma sanayii alanından hayat kurtaran teknoloji çözümlerine kadar bir dizi önemli kategoride Türkiye’nin itici gücü olmaya devam edecek. Yeni projeler ve araştırma programlarıyla konumu daha da güçlendirilecek.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Arnavutluk’taki Avrupa Siyasi Topluluğu zirvesinden dönerken, Posta Gazetesi Ankara Temsilcisi Hakan Çelik’in de arasında olduğu gazetecilerin sorularını yanıtladı. Terör örgütünün fesih sürecinde Lozan Antlaşması’nın gündeme gelmesi konusunda Erdoğan, “Devletimizin birliği, bütünlüğü, üniter yapısı, rejimi, bayrağı, resmi dili gibi konuların tartışmaya açılmasına rıza göstermeyiz” dedi.
TÜRKİYE’NİN KİLİT ROLÜ
50’ye yakın devlet ve hükümet başkanı ile uluslararası kuruluş temsilcilerinin katılımı ve ‘Yeni bir dünyada, yeni Avrupa’ temasıyla düzenlenen zirveyi değerlendiren Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Avrupa’nın karşı karşıya olduğu sınamaları ele aldık. Avrupa’nın ekonomik ve askeri güvenliği, göç gibi ortak sınamalar ve iş birliği değerlendirildi” dedi. Erdoğan “Tiran Zirvesi’nde de Türkiye’nin Avrupa’nın güvenliği, refahı ve istikrarı için kilit rolünün altını çizdim. Rusya-Ukrayna savaşının sona ermesi için son günlerde sürdürdüğümüz temaslara dair bilgi paylaştım” ifadelerini kullandı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Arnavutluk’tan dönerken uçakta gazetecilere açıklamalarda bulundu.
ÜLKENİN AYAĞINA PRANGAYDI
Terör örgütü PKK’nın kendisini feshederek silah bırakmasına ilişkin soruyu yanıtlayan Erdoğan, “Terörsüz Türkiye’nin nihai hedefi bellidir. Terör örgütünün silahlarını tamamen bırakması, fesih kararının eksiksiz uygulanması, illegalitenin terk edilmesi şart” dedi. Erdoğan, “Alınan kararların tatbikini yakından takip edeceğiz. Şehitlerimizin manevi hatırasına, şehit yakını ve gazilerimizin haklarına halel getirmeden terörsüz Türkiye’ye kavuşacağız. Terör belası yıllarca bu ülkenin ayağına vurulmuş bir prangaydı. Artık Doğu’ya, Güneydoğu’ya huzur geldi diye benim vatandaşım orada halaylar çekti” diye konuştu.
YAPTIRIMLARDA YUMUŞAMA
İstanbul ve Marmara Denizi kıyılarını paylaşan illerin büyük sorunu deniz kirliliği. Kamuoyunda son yıllarda ‘müsilaj’ kavramıyla öne çıkan bu olgu, çok büyük bir tehdit olmaya devam ediyor.
Deniz yüzeyindeki kirli tabakanın görünürlüğünün azaldığı dönemlerde konu çözülmüş sanılıyor. Oysa tehlike çok büyük boyutta tehdit olmaya devam ediyor.
Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı desteği ile İzmit Körfezi’nde çok büyük bir temizleme çalışması yürütüyor. Türkiye’nin en büyük çevre projesi olarak adlandırılan çalışma, bütüncül etkileri açısından bakıldığında aslında tüm Marmara’yı kapsamakta.
Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Tahir Büyükakın ile bu konuyu detaylı konuştuk. Dip çamuru projesinde 8 milyon ton çamurun 1 milyon tonunu çıkardıklarını, müsilajın önüne geçilmezse Marmara Denizi’nin öleceğini söyledi ve diğer şehirlerdeki kirlilik konusunda ciddi uyarılarda bulundu.
Müsilaj tehdidini siyaset üstü bir mesele olarak gördüğünü belirten Başkan Büyükakın: “Biz 23 tane arıtma tesisi kurduk, evsel atıkları arıtmadan denize vermiyoruz. Tesislerimizin yüzde 75’i ileri biyolojik arıtma sağlıyor. Biz üzerimize düşeni fazlasıyla yapıyoruz. Ancak Marmara’da evsel atık bırakanların yüzde 53’ü sadece ön arıtma kullanıyor. Bu oranın yüzde 97’si İstanbul’dan kaynaklı. Bunları arıtmadan denize verirseniz müsilajın önüne geçmek mümkün değil. Yapılması gereken, biyolojik ve ileri biyolojik arıtma tesislerinin kurulmasıdır” dedi.
Kocaeli Belediyesi’nin Su Kalitesinin İzlenmesi Projesi’nde, 70’in üzerinde derede ıslah çalışması gerçekleştirilmiş. Başkan Büyükakın, denizi kirleten tesislere çok ciddi cezai yaptırımların uygulandığını, belediyenin bu tip durumların önüne geçmek için acil müdahale ekibi olduğunu hatırlattı. Bu sayede denizde, kıyıda ya da derelerde meydana gelen bir kirlenme olduğunda; emici pedler ve sosisler, deniz-petrol bariyeri, petrol toplama cihazı ve sorbent yastıkları kullanılarak hemen müdahale sağlanıyor.
‘Mavi Takım’ çalışması kapsamında da 4 adet deniz süpürgesi, deniz yüzeyini süpürerek tüm çöpleri toplayabiliyor.
Kelimenin tam anlamıyla nefes kesen günlerden geçiyoruz. Dış politikada öyle bir haftanın içindeyiz ki her saat çok kritik bir gelişme yaşanıyor. Olaylar sadece güvenlik başlığıyla sınırlı değil, ekonomi, finans, ticaret ve güvenlik başlıklarını etkileyecek boyutta.
Türkiye bakımından en hayati başlık terör örgütü PKK’nın kendisini feshetme kararıydı. Bunun hangi boyutta gerçekleşeceği ve yansımalarının ne olacağı farklı şekillerde tartışılıyor. Ancak artık neredeyse emin olduğumuz şey; PKK’nın kanlı terör eylemleri düzenlediği karanlık günlerin geride kaldığı yönünde. Diğer taraftan PKK bildirisinde yer alan Lozan ve 1921 Anayasası vurguları tepki çekmeye, tartışılmaya devam ediyor.
Hiç kuşku yok ki PKK’nın bu ‘fesih’ adımında Türk Silahlı Kuvvetleri ve diğer emniyet güçlerinin onlarca yıldır süregelen kararlı mücadelesinin ve hükümetlerin attığı adımların büyük rolü oldu. Uluslararası konjonktürde terör eylemlerini devam ettirmenin güçlüğü, bölge ülkelerinde yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin istihbarat dâhil bir dizi alanda açık üstünlük kurması belirleyici oldu.
Bu gelişmelerin Suriye ve Irak boyutu kuşkusuz çok önemli. Nitekim Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi ve yeni yönetimin ülkede -hızla- kontrolü büyük oranda ele geçirmesiyle Türkiye sahada daha proaktif adımlar atmaya başladı. Ankara’nın tezlerini kuvvetlendiren bir ortam oluştu.
Ben, ABD Başkanı Donald Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesini de Türkiye’nin belli konularda elini rahatlatan bir gelişme olarak görüyorum. Joe Biden’ın başkanlığı sırasında ABD Savunma Bakanlığı Pentagon -Ankara’nın bütün kararlı uyarılarına rağmen- PKK uzantılarıyla tam bir iş birliği içinde hareket ediyordu.
Trump, göreve gelir gelmez Suriye’den çekilmek istediğini ve bölgede Türkiye’nin attığı adımlara güvendiğini vurguluyor. Trump’a da yüzde yüz güvenmek elbette çok zor ancak yine de Ankara ile ilişkiler konusunda çok daha istekli olduğu kesin. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la ilgili defalarca olumlu açıklamalar yaptı.
İlişkileri daha ileriye götürmek için bunlar iyi bir zemin oluşturuyor.
Bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde bugün Ukrayna ve Rusya arasında İstanbul’da yapılması planlanan tarihî görüşmenin hazırlıkları devam ediyordu. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i 2019 yılından bu yana ilk kez yüz yüze getirecek bu görüşmenin hangi formatta ve nasıl olacağı hâlâ tartışılıyordu. Hatta ABD Başkanı Donald Trump, Putin’in gelmesi durumunda kendisinin de İstanbul’a uçacağını birkaç kez tekrar etti.
Bölücü terör örgütü PKK’nın kanlı saldırılarını sona erdirmesi için çok uzun yıllardır büyük mücadele yürütülüyor. Terörün tamamen bitirilmesi için bugüne kadar denenen ve zorlanan hiçbir girişim tam olarak istenen sonucu vermemişti. PKK’nın kendi içinde eylemlerini sona erdirmeye dönük bazı girişimleri ise cılız ve yarım kalmıştı. İçinden geçtiğimiz süreç ise öncekilerden çok farklı görünüyor.
Nitekim gelinen son noktada dün PKK kendini resmen feshettiğini ilan etti. PKK, geçmişten günümüze Türkiye’de hükümetlerin en önemli gündem konusu olmuştur. Ancak son yıllarda ve özellikle son aylarda bu konuda siyasi baskının artması ve farklı bir şekle evrilmesinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin çıkışı ve yaptığı çağrı oldukça belirleyici oldu.
Türkiye’nin son 20 yılında hem terörle mücadele hem de çözüm boyutlarında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan büyük kararlılık gösterdi. Sorunu bitirmek için bütün yolları seferber etti. Bu konunun Türkiye’nin gündeminden çıkarılması için uluslararası düzeyde de büyük bir çaba içinde oldu.
PKK’nın suça bulaşmadığı başlık neredeyse yoktu. Kara para aklamak, silah, insan ve uyuşturucu kaçakçılığından petrol satışına kadar birçok yasa dışı faaliyetin içinde olan bir örgüttü. Yıllar içinde farklı ülkelerin ve istihbarat örgütlerinin aparatı hâline dönüşmüştü. PKK’nın askerî olarak zayıflamasında Esad yönetiminin çökmesinin etkili rolü var.
Diğer taraftan Türkiye İHA ve SİHA’larıyla, MİT operasyonlarıyla Suriye ve Irak’ta teröristlere nefes aldırmadı. ABD’nin binlerce TIR silah yardımına karşın Türkiye mutlak bir üstünlük kurdu. Sadece günümüzdeki adımlar değil, yıllardır kararlılıkla sürdürülen mücadelenin rolü büyük. Bu hedefe ulaşılması için Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensupları gece gündüz, kar kış demeden yurt savunması için vatandaşlarımızın evlerinde herhangi bir tehditle karşılaşmaması için hayatlarını ortaya koydu. Asker, polis, jandarma ve istihbarat birimlerinin büyük ve kararlı mücadelesi oldu.
TV’de eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile son yayını yapan gazetecilerden biri olmuştum. CNN Türk’teki o yayında Türkiye sınırları içindeki PKK’lı sayısının neredeyse sıfırlanmak üzere olduğunu, dağa çıkışların da aynı şekilde son bulduğunu söylemişti.
Prof. Dr. İbrahim Kalın idaresindeki MİT’in akılcı ve kararlı mücadele doktrininin de ciddi sonuçları olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte PKK’nın bölgesel ve küresel gelişmeler ışığında teröre devam edilebilme imkânları birer birer ortadan kalktı. Almanya, PKK adına en fazla mali yardım toplanan ülke durumundaydı. Ankara, Berlin nezdinde de bu meseleyle ilgili uzun yıllardır baskı kuruyordu. Türkiye, PKK’ya kucak açmış olan İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya giriş sürecinde de “Eğer bizimle aynı güvenlik ittifakında olmak istiyorsanız bu tutumunuzu terk etmelisiniz” mesajını çok net verdi.
ABD Başkanı Donald Trump ilk yönetim döneminde Türkiye’nin bölgedeki güvenlik kaygılarını anlayan bir yaklaşım içindeydi. Ancak Pentagon, kelimenin tam anlamıyla Beyaz Saray’a rağmen terörist unsurların yanında yer aldı. Trump ikinci döneminde özellikle Suriye konusunda Türkiye’nin istek ve taleplerine daha yakın duracağının işaretlerini verdi.
Nüfus artışı, sanayileşme ve yaşam standartlarındaki yükseliş, küresel ölçekte enerji talebini sürekli artırmakta. Fosil kaynakların yüksek maliyeti ve çevreye etkileri düşünüldüğünde, talebin karşılanmasında yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi daha çok anlaşılıyor.
Jeotermal enerji, yer altındaki sıcak su ve buharın kullanılmasıyla elektrik üretimine katkı sağlıyor. Diğer yenilenebilir kaynakların aksine, yılın her günü kesintisiz enerji üretimine imkân tanıyor.
Jeotermalin; enerji, turizm, tarım ve sağlık sektörlerinde yaygın bir kullanımı var. Isıtma uygulamalarında konutlardan seralara, şehir ölçekli sistemlerden endüstriyel süreçlere kadar geniş yelpazede çözümler sunuyor.
Düşük karbon salımı sayesinde, iklim değişikliğiyle mücadelede ciddi avantaj sağlıyor. 2024 yılı itibarıyla küresel ölçekte jeotermal enerji kurulu gücü yaklaşık 17 bin megavat düzeyinde.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın öngörülerine göre, önümüzdeki 25 yıl içinde jeotermal enerjinin küresel yenilenebilir enerji yatırımları içindeki payının yüzde 0,5 seviyelerinden yüzde 3 ila 5 aralığına çıkması bekleniyor.
Ülkemizde yapılan jeolojik etütler ve sondaj çalışmaları, görünür jeotermal ısı potansiyelinin en az 40 bin megavat düzeyinde olduğunu gösteriyor.
Türkiye, Mart 2025 itibarıyla toplam 1.734 megavat kurulu güce sahip 66 jeotermal santraliyle dünya sıralamasında dördüncü, Avrupa’da ise birinci ülke konumundadır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uluslararası çevrelerde sözüne kulak verilmesi gereken, iş birliği yapılmasında yarar görülen bir lider olarak görülüyor. Bazı ülkeler üzerindeki etkisi ise tartışılmayacak düzeyde yüksek.
Erdoğan, Ukrayna-Rusya savaşında kritik bir rol oynadı. Dengeli tutumu sayesinde Türkiye esir değişimi, tahıl koridoru gibi alanlarda güvenilir bir aktör olarak öne çıktı. Kafkaslar’da da büyük etkisi var. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile çok yakınlar. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan da Türkiye Cumhurbaşkanı’na saygı duyuyor ve bu dönemde bölgede kalıcı bir barış sağlanması için samimi çaba harcıyor.
Erdoğan, Balkan ülkelerinde de liderler arasında tecrübesi ve birikimiyle bir ‘ağabey’ olarak kabul ediliyor. Bu yaklaşım Arnavutluk’tan Bosna-Hersek ve Sırbistan’a kadar kendini hissettiriyor.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic’in dünyada en yakın olduğu liderlerden biri Erdoğan. Macaristan Başbakanı Viktor Orban için de aynı şey söz konusu.
Türkiye’nin etki alanı son dönemde Afrika’nın içlerine kadar uzandı. Ankara, Erdoğan’ın arabuluculuğuyla Somali ve Etiyopya’yı bile barış masasına oturtmayı başardı. Benzer etki Sudan için de söz konusu.
Türkiye, Suriye’nin geleceğinde de en önemli ülkelerden biri olmaya aday. 3 milyon civarı Suriyeliyi 10 yıldan fazla misafir eden ve iç savaşın bedelini en ağır ödeyen ülke olarak Türkiye’nin Suriye’nin geleceğinde söz sahibi olmak istemesini çok doğal karşılamak gerekir. Türkiye’nin etki alanının görece olarak sınırlandığı yer ise Filistin. Ankara burada Filistin davasına sahip çıkarken Hamas’ın tezlerini esas alan bir politik çizgi izledi. İsrail konusunda da oldukça katı ve tavizsiz bir politika uyguladı. İsrail’in uluslararası düzeyde izole edilmesi çabalarında başrolde yer aldı.
Bu aşamada Türkiye ile Batılı ülkeler arasında bir tutum farkı oluştu. Avrupa’da ve dünyadaki birçok ülke Filistin davasına destek olurken Hamas’a da aynı oranda eleştiri getiriyor ve bugünlere gelinmesinde Hamas’ın 7 Ekim saldırılarının ağırlıklı sebebi olduğuna inanıyor. Bu tercihler nedeniyle Avrupa ve Amerika’daki bazı çevreler, Türkiye ile daha fazla yakınlaşmaya karşı çıkıyor; İsrail ve Yunanistan açısından tehdit oluşturacağı gerekçesiyle silah satışlarına da kısıtlama istiyor.
Ulaşım güvenliği, çok önemsediğim ve yakından ilgilendiğim bir konu olduğu için yaşadığım bir kazayı paylaşmak istiyorum. Cumartesi günü CNN Türk’teki ‘Hafta Sonu’ programımı bitirdikten sonra bizim kuruma ait ulaştırma araçlarından biriyle İstanbul Havalimanı’na gitmek üzere yola çıktık. Önde, yolcu koltuğunda oturmuş çalışıyordum. Kanaldan yaklaşık birkaç kilometre sonra Kuzey Marmara Otoyolu’nda İstanbul Havalimanı yönünde hız sınırları içinde ilerliyorduk.
Bir otobüs bizi sıkıştırdı, sağa fırlattı, içinde bulunduğum araç hafifçe şeridin dışına kaçmak zorunda kaldı. O sırada yanımızdan hızla geçmekte olan araçlarla çarpıştık. Arkadan gelen iki araç bize çarptı, zincirleme şekilde bir kaza yaşandı. Aracımızda hasar meydana geldi, bize arkadan çarpan iki araçta da hasar oluştu. Kazada bizi savuran iki araçtan biri olan şehirler arası yolcu otobüsü biraz ileride önce durdu, sonra arkada ne olduğuna bakmadan kaçıp gitti. Bir kere şunu söyleyeyim. Otoyollarda kazaların önemli kısmı, sürücülerin güvenliği aksatacak şekilde şerit değiştirmelerinden, takip mesafelerine de uymamalarından kaynaklanıyor. Bizim kazada da bu faktörler etkiliydi. Otobüs, olmaması gereken şeritte ve hızla ilerliyordu, araçlar birbirlerini aşırı derecede yakın takip ediyordu. Kazadan sonra İçişleri Bakanlığı’nı etiketleyerek X (Twitter) platformundan bu durumu özetleyen mesaj paylaştım.
Bu tip durumlara ilişkin hiçbir özel/ bireysel bir beklenti içinde değilim. Ancak milyonlarca insanın güvenliğini ilgilendiren süreçlere ilişkin bir örnek konunun takibini kolaylaştırması için bu mesajı paylaştım. Bakanlığın ilgili birimleri veya Emniyet teşkilatından da arayan soran olmadı. 155’i aradığımda da çağrı merkezindeki kişi şu anda bulunduğum konumu otomatik olarak sistemde göremediğini söyledi. Olayın olduğu yeri, adresi vb. tarif ettim. “Sizi birazdan tekrar ararlar” diyerek kapattı. Ancak kimse beni aramadı. Emniyet şeridine yaya olarak geçerek polisleri beklemeye başladım. Yoldan geçmekte olan ve sorumluluğu asayiş olan başka bir polis aracına durumu anlattım.
Onlar bir şey yapamayacaklarını ancak trafik polisine durumu hızlandırması için not geçebileceklerini söylediler. Trafik polisleri kazadan epeyce uzun bir süre sonra olay yerine gelebildi. Daha büyük ve zincirleme kazaya neden olabilecek böyle yoğun bir otoyola daha hızlı müdahale edileceğini düşünüyordum. Beni havalimanına doğru yetiştirmek üzere gelen başka bir ulaştırma aracıyla gişelerden ayrıldıktan sonra karşımıza üç Jandarma Trafik aracı çıktı. Onlara biraz geride bir zincirleme kaza olduğunu anlattım, tehlikenin büyümemesi için hemen müdahale edilmesi gerektiğini anlattım. “Orası bizim bölgemiz değil, geçmiş olsun” diyerek konuyu kapattılar! Kazada çok şükür ölen veya yaralanan olmadı. Şiddetli çarpmanın etkisiyle kolumda, omzumda ve boynumda ağrılar hissettim. İstanbul Havalimanı’na ulaştığımda Medicana Hastanesi’nin acil yardım ekibi benimle ilgilendi ve temel kontrollerimi yaptı.
Sağ olsunlar, Demirören Medya TV Grup Başkanı Murat Yancı ve yine CNN Türk yönetiminden Yasemin Tüzemen ve Nihat Uludağ kazadan sonra hemen aradılar, “Yapılabilecek bir şey var mı?” diye sordular. Tamamı İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan birimler arasında bir kazaya müdahale konusunda nasıl böyle bir koordinasyonsuzluk olabiliyor? Bunu gerçekten merak ediyorum. Durumlardan ders çıkarılması ve kaza analizleri hayati niteliktedir. Gelişmiş ülkelerde bunun üzerine çok ciddi analiz ve raporlamalar yapılır. Hangi alanlarda iyileştirmeye ihtiyaç olduğu da ancak bu sayede anlaşılabilir. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın da bu konulara önem verdiğini bildiğim için bilgi notu niteliğinde olayı aktarmak ve sorunlu gördüğüm hususlara dikkat çekmek istedim.