İnci Tulpar Beykoz sırtlarında bir ayrılık acısı
HABERİ PAYLAŞ

Beykoz sırtlarında bir ayrılık acısı

Beykoz’un tepesinde bir çay bahçesindeyiz. Yanımda, eşini yeni kaybetmiş bir arkadaşım var. Arkadaşımın iyi günleri var, kötü günleri var. Bugün ise ‘öylesine bir gün’ işte. Çaydan, manzaradan, serin esen rüzgârdan hayatı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Boğaz’dan geçen gemilere bakıp yükleri, memleketleri hakkında konuşuyoruz. Dedim ya, öylesi bir gün... Garson gelip gidiyor ara ara... “Çaylarınızı tazeleyeyim mi” diye soruyor. Günün en önemli sorununa yanıt arıyormuşcasına düşünüyoruz cevabı... ‘Öylesine günler’de ruha iyi geliyor detaylarla oyalanmak. Yan masamızda 50 yaşlarında iki kadın oturuyor. Birden hıçkırık sesi geliyor o taraftan! Bayağı ağlıyor kadınlardan biri. Eyvah! Tam da biz ‘ruh terazisinin’ dengesini zar zor tutturmaya çalışırken nereden çıktı bu hıçkırıklar! Böyle toplum içinde ağlayan birini görünce, nasıl davranacağını bilemiyor insan.

Haberin Devamı

O tarafa bakmamaya çalışarak, arttırıyoruz önemsiz konuların önemini. Kulak misafiri olmamaya çalışırken aslında meraktayız da bir yandan. Kısık sesle de olsa “Acaba” diyoruz, “sevdiklerinden birini mi kaybetti onlar da?” Ağlamanın şiddeti azalıyor birazdan. Gözleri saklayan güneş gözlükleri çıkıyor. Sohbetleri yavaştan normale dönüyor. Ama havada endişe var artık. Açık çay bahçesi sanki kapalı, kasvetli bir mekâna dönüştü. Birden ne olduysa göz göze geliyorum kadınlardan biriyle... Soran gözlerle...

Kadıncağız anlıyor durumu. Diyor ki “Sizi de rahatsız ettik, kusurumuza bakmayın.” “Yok canım, olur mu? İyi misiniz?” diyoruz. İyilermiş. Yani iyi olmaya çalışıyorlarmış. Bu hanımlardan birinin oğlu ile diğerinin kızı nişanlı imiş bir süredir. Ayrılmış çocuklar. Nedenini bilmiyormuş anneler. “Ne kadar sorsak da söylemediler” diyorlar. “Ayrılmasalar temmuzda düğünümüz vardı. İki taraf da iç rahatlığı ile razı olmuştu bu evliliğe” diyorlar. “Oysa şimdi hayat kimbilir neleri, kimleri çıkaracak karşılarına...”

Hıçkıran kadın, kızın annesi imiş. “Kızım paylaşmıyor benimle, ne oldu, ne düşündüler, neyi çözemediler bilmiyoruz.” Erkeğin annesi giriyor söze; “Benim oğlan kalktı, gitti. Nerede, nasıl, kiminle, ne zaman döner bilmiyorum. Telefonu da kapalı” diyor. Bu konuları kocalarının yanında konuşamıyorlarmış. Babalardan biri “Ayrıldılarsa ayrıldılar, ne olmuş yani?” diyormuş, diğeri ise “Madem ayrılacaklardı ne diye nişanlandılar, insan aileleri karıştırmadan bir düşünür!” kızgınlığı içindeymiş.

Haberin Devamı

Kalkıp burada buluşmuşlar. Birbirlerindeki ipuçlarını masaya yatırıp bir neden, bir anlam bulmaya çalışıyorlarmış. O ana kadar pek sesini çıkarmadan dinleyen arkadaşım; “Buldunuz mu?” diye sordu. Henüz bir yanıt yoktu. Anlamlandıramıyorlardı yaşadıklarını. Arkadaşım “Ben de” dedi. “En kolayı kabullenmek. Zor ama olmayacak bir şey değil.” Herkes derin derin içini çekti. Garson geldi yeniden. “Çayları tazeleyeyim mi abla?” “Tazele be kardeş. Hatta sırf çayları değil, hayatı tazele mümkünse. Pırıl pırıl bir bardakta, kırmızı bir tabakta sunuver bize. Sıcak sıcak, demli demli, mis gibi...’ Yapabilir misin?

Her yılın fotoğrafı ayrı

Haberin Devamı

Fotoğraf ilginç bir anı belgesi. Doğduğu andan itibaren insanın hayatına tanıklık ediyor. Sadece o anı yansıtsa da aslında bir hikayeyi anlatabilme gücüne sahip. Her yıl aynı günde bir fotoğraf çektirse insan ve sonra karşısına koyup baksa onlara, tüm hayatı geçebilir önünden. Özel günlerde fotoğraf çektirmek isteriz. Genellikle en iyi hâlimizi yansıtan fotoğraflardır onlar. İyi anıları belgelemektir amaç. Peki ya zamanı belgelemek için fotoğraf çektirenimiz var mı? Zaman için kullanılan sıfatlar genelde negatif anlam yüklüdür.

Beykoz sırtlarında bir ayrılık acısı

İnsanoğlu ile zamanın hesaplaşması hiç bitmez. ‘Zaman acımasızdır’ diye biliriz. Pek sevmeyiz geçip giden zamanı. Durdurmak, dondurmak, mutlu anlarda çekilen fotoğraflardaki gibi kalmak isteriz yaşamın içinde... Geçen hafta bir mesaj ulaştı elime. Amerika’da (Evet, yine Amerika. İlginç insanlar bu Amerikalılar demiştim ya daha önce) 4 kız kardeş gençlik yıllarından itibaren her sene fotoğraf çektirmişler! Hep aynı dizilim ile yan yana durup 36 senede 36 adet fotoğraf çektirmiş, internette yayınlamışlar. Tek tek baktım fotoğraflara. Saçlar, giysiler dönemin özelliklerini yansıtıyor. Her sonraki fotoğrafa geçerken içimde ‘acaba bir tanesi eksik olacak mı bu sene!’’ korkusu taşıyarak onların zamanının içinden geçtim.

Beykoz sırtlarında bir ayrılık acısı

Hani hayaletler duvarlardan geçebilir ya zorlanmadım, işte öyle hissettim o fotoğrafların içinden geçe geçe yüzlerine, kırışıklarına, gözlerine, gülümsemelerine bakarken. 36 adet fotoğraf ve koskoca 36 yıl sonra, 4 kardeş de yerlerinde duruyordu. Kimisi kilolanmış, kimisi saçını kesmiş, kimisinin ifadesi yumuşamış, kimisinin dudakları ince bir çizgi halini almış. Kendi üzerlerinden geçen yaşamı, dolayısı ile zamanı belgelemişler korkusuzca. Hepimizin harcı olamayacak bir cesaretle yapmışlar bunu. Hayıflandım. “Belki” dedim, “aklıma gelseydi daha önce, yapabilirdim ben de. Tutabilirdim zamanı”... Yani en azından tutulmaya değer olan zamanları... O kardeşlerin yaptığı gibi, sarılarak sevdiklerine her sene aynı günde, bir merceğin içinden bir albümün sayfasına uzanan o kısacık an içinde...

(09.07.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır.)

Sıradaki haber yükleniyor...
holder