Murat Çelik

14 Mart 2025, Cuma 07:00

Kadın

“Temel sorun şu ki, kadını hâlâ birey kabul etmiyoruz. Metropol kentlerde kadınlar özgür ama hemen yakınlarındaki merkezlerde sokağa çıkması, yalnız yaşaması, kahkaha atması hâlâ sorgulanıyor.”

Salı günü bu köşede yer alan “8 Mart” başlıklı yazı (https://www. posta.com.tr/yazarlar/muratcelik/ 8-mart-2837133) Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün bu cümlesiyle bitiyordu.

Canan Güllü’ye aynı konuda birkaç soru daha sordum.

Sayın Güllü, kadınların hak arayışları bütün dünyada sürüyor ancak Türkiye’deki durumun dünyanın gelişmiş ülkelerinden farkı ortada. Çalışma ve değerlendirmeleriniz sonucu bu farkı nasıl açıklıyorsunuz?

Kadınların hak mücadelesi bütün dünyada sürüyor evet ama ne yazık ki Türkiye’deki durum gelişmiş ülkelerden farklı. Bir dönem İran’ın cumhurbaşkanlığını yapan liderin eşi Türkiye’de bizi ziyaret etmişti. Eşinin lider olarak o dönem gerçekten kadınlar için bir şeyler yapmaya çalıştığına da tanıklık ediyorduk. Ama toplantıda bir ara şöyle bir cümle kullandı: “Biz bugün yaparız ama biz gidince hükmü olmaz, kalıcı olmaz. Çünkü kadın hakları bizde, sizde olduğu gibi yasalarla koruma altında değil.” Bu nokta çok önemli. Bizim haklarımız Atatürk’ün devrim yasaları içinde yer alır. Kadının birey olma ve medeni hakları yasalarla garanti altına alınmıştır. Yani biz Ortadoğu coğrafyasından ilerideyiz ama haklarımızı birçoğundan önce elde etmiş olmamıza rağmen gelişmiş batı toplumlarının gerisindeyiz. Bunun temel nedeni, ‘toplumsal cinsiyet eşitliği’ kavramını hâlâ maalesef tam olarak oturtamamış, içselleştirememiş olmamız.

Her 8 Mart’ta kadınlar seslerini yükseltiyor. Kadın hareketi olarak konuyu farklı vesilelerle gündemde tutmak için çalışmalarınız da var ama bunların pek yeterli olmadığı ortada. Kadına şiddet ve bununla birlikte taciz, tecavüz, istismar başlıklarında kadınların sesi neden yeteri kadar duyulmuyor? Türkiye’deki dramatik tablo neden bir türlü değişmiyor?

Kadına yönelik baskılardan bahsetmiştim. Kadını ‘birey’ kabul etmeyen, tek başına siyasette varlık göstermesine alan açmayan, imkân vermeyen bir anlayış var. Bunlar önlenebilir sorunlar ancak bizde özellikle böyle kalması isteniyor. Eril zihniyet kadın gücünden korkuyor ve baskı uyguluyor. Baskı altında kalmak ise kadınları daha da güçlendirip isyana zorluyor.

11 Mart 2025, Salı 07:00

8 Mart

Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü cumartesi. Her sene olduğu gibi yaşadık 8 Mart’ı. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye sordum, Türkiye’nin 8 Martını ve Türkiye’nin kadınlarını. Güllü, geçen ayın bilançosuyla başladı durumu anlatmaya: “28 günlük şubat ayında 25 kadın, erkekler tarafından öldürüldü. Bu cinayetlerin yüzde 64’ü kadınların kendi evlerinde işlendi.” Sonra da şu noktaların altını çizerek yanıtladı sorularımı.

DURUM VAHİM

Yıllardır liste başını bırakmayan kadın cinayetleri çok can yakmaya devam ediyor ve artık vahşet boyutunu aşan bir durumda. Kılıçla baş kesmeye vardı katliamlar. Sokakta hiç tanımadığı bir kadına yumruk atıp burnunu kıranı gördük.

2024 yılını 421 kadın cinayeti ve şüpheli ölüm ile kapatmıştık. 2025 yılına da aynı şekilde, hızlı başladık desem yeridir. Ocakta 38, şubatta 26 kadın cinayeti ve şüpheli ölüm var. Daha iki ayda 64 kadın katledildi.

Liste başındaki cinayetlerin yanında taciz, tecavüz ve istismar da çok yaygın. Mahkemelerde kravat takmak, saygın duruş indirimi gibi cezasızlıklar bu insanları daha da cesaretlendiriyor ve bu vakalar da hayatımızın risklerinden.

İkinci sırada ‘kadın yoksulluğu’ kavramı var. Erken yaş evliliği yaptığı için işe girmemiş, istihdamda olmamış, erkek eline bakan kadınlar var. Ya da istihdamda güvencesiz işlerde çalışan kadınlar. Bu grup, tek maaşla evi geçindiren erkeğin, sorunlarla baş edemediğindeki hedef tahtası oluyor.

Yoksulluk girdabındaki kadın önce çocukları için çabalıyor. Bu mücadelede, erken ve zorla evlendirilmesinden eğitimsizliğe, işsizlikten hâlâ süren geleneksel bakış açısı kaynaklı dışlanma ve aşağılanmanın zorlaştırıcı etkilerini de göz ardı etmemek gerek. Bunlar hep kadını güçsüzleştiren nedenler.

TÜRKİYE’NİN FARKI

04 Mart 2025, Salı 07:00

Sanatla iyileşmek

‘Sanat psikoterapileri’ diye bir kavramı duydunuz mu daha önce? Duymadıysanız, buyurun... 

Sanat Psikoterapileri Derneği’nin (SPD) duyurusundaki şu bölüm mevzuyu özetliyor: “Dünyayı duyularımızla algılayarak var oluyoruz. Savaş sonrası yıkımlar, ölümler, doğal afetler, çevre kirliliği, ihmal, politik ve ekonomik ortam, toplum ve canlılar için yaşanması güç bir dünya oluşturuyor. Sanatın onarıcı ve bütünleştirici gücünü araç edinmiş uzmanlar olarak, sanatçının sanatıyla ilişkisindeki gibi dünyayla ilişkisinde yaşadıklarına ve tanık olduklarına hassasiyet göstermesini ortak derdimiz olarak görüyoruz. Duyarlı olabilirsek hem kendimiz hem etrafımızda olup bitenlerle yapıcı ve kapsayıcı bir ilişki içine girebileceğimizi düşünüyoruz. Bu sebeple, siz davetlilerimizi ve üyelerimizi ‘Yaşamın Farklı Karelerinde Duyarlılık’ teması üzerine ve bu temayla ortaya çıkan sanat ve sanat terapisi ışığında düşünmeye davet ediyoruz.”

15-23 Mart, Türkiye’de Sanat Psikoterapileri Haftası. SPD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hasan Akbulut’a, ne yapacaklarını ve bunun bizim gibi insanlara ne vereceğini sordum. İşte yanıtları: 

Sanat psikoterapisi, danışanın / hastanın, sorunlarını sanat yoluyla fark ederek onun iç dünyasını ifade etmesine, duygusal deneyimlerini keşfetmesine ve kişisel gelişimini desteklemesine yardımcı olan bir terapi biçimi.

Sanat aracılığıyla farkındalık geliştirmeyi, iyileşmeyi ve içgörü kazanmayı hedefleyen sanat psikoterapisi, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaygınlaşmaya devam ediyor.

Sanat Psikoterapileri Haftası, tam da bu yönüyle sanat psikoterapi türlerini, formlarını geniş kitlelere eriştirme işlevini yerine getiriyor.

SPD olarak organize ettiğimiz buluşmalarda farklı yaş ve popülasyonlardaki katılımcılar; resim, seramik, drama, şiir, sinema, dans gibi sanat formları aracılığıyla içsel dünyalarına bir yolculuk yapıyorlar.

21 Şubat 2025, Cuma 07:00

Sanat yaşatır

Her sene mart ayında yaşardık bu ‘rengarenk mola’yı, bu yıl şubata alındı. ArtAnkara Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı dün başladı başkentte. Ankara’nın sert, tatsız, gergin, yorucu, yıpratıcı gündemine bir ‘sanat molası’.

İnsana insan olduğunu hatırlatan bir ortam.

Ülke gündeminin alıp götürdüğü yaşama sevincini -bir nebze de olsayerine koymamıza vesile olan bir dünya.

Bu yıl 11’incisi düzenlenen ArtAnkara, 23 Şubat Pazar akşamına kadar sanatseverleri ağırlayacak.

ATO Congresium Kongre ve Sergi Merkezi’ndeki fuarı düzenleyen Atis Fuarcılık Yönetim Kurulu Başkanı Bilgin Aygül, etkinlik alanını bu sene bir hafta önceden kiraladıklarını söyledi. Bu önemli hamle meyvesini vermiş. Hazırlıklar, geçmişte olduğu gibi son dakikaya kalmadan tamamlanmış bu sene. Organizasyon ve lojistik etkileyici seviyede.

RUH VE ZİHİN DOYURUCU SOHBETLER

Sanatçılar diğerkâm insanlar. Çıkış noktaları ve yöntemleri bazen farklılaşsa da sanatın evrenselliği ve birleştiriciliğine inanan herkesin önceliği insan. İnsanı seven, toplumun yararını, ülkesinin müreffeh ve huzurlu olmasını isteyen insanların buluştuğu ortak paydalardan biri sanat.

Diğerkâm, yani başkasına yararlı olmaya çalışan kimse. Sanatçı da başkasının derdiyle dertlenen, memleket sorunlarına duyarsız kalmayan, tanımadığı insanların dertleriyle hemhâl olan insan. Hepsi değil belki ama büyük çoğunluğu.

18 Şubat 2025, Salı 07:00

Şiddet, ölüm, farkındalık

Her gün okuyor, izliyoruz haberlerini: Sokak ortasında, insanların gözü önünde bıçakla işlenen cinayetler… Ateşli silahla öldürülen ya da yaralanan insanlar… İnsan hayatının ne kadar ucuz olduğu klişesini geçtim; Ölümün ve cinayetin bu kadar yaygınlaşması, bu denli sıradanlaşması ve bu derece kanıksanması hiç normal gelmiyor bana.

Trafikte kuralları ihlâl edenler sebebiyle ölüyoruz. Otelde ihmal kaynaklı çıkan yangında ölüyoruz. Depremlerde, sellerde; malzemeden çalanlar yüzünden ölüyoruz. Sahte alkollü içkiden ölüyoruz. Sarı serumdan ölüyoruz. Uyuşturucu kaynaklı sebeplerden ölüyoruz. Erkeğin, kadına ve çocuğa yönelik şiddeti sonucu ölüyoruz.

Ölümüne bir hayat bizimki.

Bir gazetenin üçüncü sayfasında bir sütuna 10 santim ya da bir haber kanalının ara bülteninde bir dakika 10 saniyelik haber oluyor; ertesi sabah unutuluyoruz. Yaşamını yitiren tanınan biriyse, haber gazetenin birinci sayfası, televizyonun da ana haber bülteninde yer buluyor; fark o kadar.

Topluma endişe yaymak, insanları korkutmak, umutsuzluğa düşürmek değil bunları söylemekteki amacım. Tam aksi. Farkındalık yaratmak, insanlığımızı hatırlatmak, yeni acılar yaşanmasının önüne geçmek için uyarmak. Elimden geldiği, dilim döndüğünce…

Uzmanlar uyarıyor. Gençleri ayrı, öğretmen ve eğitimcileri ayrı, ebeveynleri ayrı uyarıyorlar. Herkesin payına düşenler var çünkü. Herkesin yapabilecekleri ya da yapmaması gerekenler var. Bireysel etkenler ve psikolojik sorunları bulunanları ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor. Bunları dışında tutup baktığımızda, toplumsal şiddetin nedenleri ve sonuçları belli.

Başta eğitim. Önce aile içinde, sonra okulda verilen eğitim. Aile içinde şiddet gören çocukların, yetişkinlikte şiddete başvurma eğilimi gösterdikleri bilimsel olarak kanıtlanmış bir durum. Keza eğitimsiz bireylerin şiddete yönelim olasılıklarının daha yüksek olduğu da istatistiksel bir gerçek. Eğitimin sorun çözme becerilerini de artırdığı malum. Muhakeme yeteneğini kazanmış eğitimli insan, öfkelendiğinde dahi şiddetten uzak durmayı başarabilir.

Arkadaş seçimi ve buna paralel oluşan arkadaş çevresi yani sosyal çevreyle birlikte gelen kültürel ve toplumsal faktörler de çok önemli. Şiddetin, sorun çözme yöntemlerinden biri olarak kabul edildiği kültürler var mesela.

14 Şubat 2025, Cuma 07:00

Ricadan değil cezadan anlamak

Şu aşağıdaki fotoğrafı dün Ankara’da çektim. Maidan İş Merkezi’nin kapalı otoparkında, ‘engelli araçları’na ayrılmış özel alana park etmiş bir otomobilin üzerinde.

İş merkezi güvenlik personeli tarafından otomobilin ön camına bırakılan pusulada büyük harflerle şöyle yazıyor:

“Engelliler için ayrılmış alana park etmiş bulunuyorsunuz!” Ve şöyle devam ediyor sürücüye not: “İhlal eden sürücüler hakkında 2518 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 61. Maddesi uyarınca, araç plakanız Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü’ne bildirilecektir. Lütfen size ayrılmış olan park yerlerini kullanınız.”

*

İşte bu kadar basit. Harika bir uygulama. Olması gereken. Maidan İş Merkezi yönetimini tebrik ediyorum. Umarım Türkiye’nin her ilinde, her AVM, iş merkezi; her otoparkta hayata geçer bu uygulama. Otomobilini engellilere ayrılmış özel alanlara park eden herkes cezasını öder umarım.

*

Bugüne kadar defalarca uyardım gördüğümde. Olabilecek en kibar üslupla… “Orası engelli park yeri” dediğinizde, kimisi “Hemen döneceğim” deyip yürüyüp gidiyor, kimi duymazdan gelip uzaklaşıyor, kimi de “Sana ne kardeşim” diye paylıyor. Durumu özel güvenlik görevlilerine ilettiğinizde, onlar da çaresizce başlarını yana eğip “Biz de söylüyoruz ama dinlemiyorlar. Başka da bir şey yapamıyoruz” cevabını veriyor-du. Demek ki artık bu durum değişti. Dediğim gibi. Bu harika bir haber.