Oral Çalışlar

26 Temmuz 2024, Cuma 07:00

Almanya ile döner krizi

1991 yılının yaz aylarıydı. Bir bursla davet edildiğimiz Almanya’nın Hamburg kentinden yaz tatilimizi geçirmek üzere ailecek tam üç haftalığına Tunus’un Cerba adasına gitmiştik. Barbaros Hayrettin Paşa’nın adası olarak da bilinen adada Osmanlı döneminden izlere de rastladık. Oldukça makul bir fiyatla kaldığımız 5 yıldızlı otel, Cerba adasının merkezindeki Houmt Souk kasabasındaydı. Akşamları yöresel yemeklerin de yer aldığı zengin bir menü oluyordu. Bu menüde Arap-İslam kültürünün bir parçası olarak gördüğümüz Tunus mutfağından kebap veya baklava benzeri yiyecekler bekliyorduk. Üçüncü gün başgarsona seslendim: “Ortadoğu-Arap mutfağının önemli lezzetleri, kebap ve baklava neden yok?” Başgarsonun cevabı bizim için şaşırtıcıydı: “Kebap Alman yemeğidir…” Kâr etmedi, kebap ve baklava gelmedi. 33 yıl öncesinden söz ediyorum. Tabii o zaman Almanya’daki Türkler Almanya’nın günlük hayatında şimdiki kadar etkili değildi. Bizim Tunuslu başgarsonla yaptığımız tartışma, bir açıdan günümüzde devletler arası gerilime dönüşmüş gibi.

7 milyar Euro

Almanya’daki kebap satışları yılda 7 milyar Euro’ya ulaşıyor. Bu, Almanya gibi zengin bir ekonomi açısında bile büyük rakam. Her üç Alman’dan birinin ayda en az bir döner yediği tahmin ediliyor. Almanya’da dönerciler artık popüler yeme-içme mekanları olmanın yanında, çok ciddi sosyal etkileşim alanları. Örneğin Türkiye toplumunun siyasi havasını koklamak isteyen bir Alman vatandaşı için en kolay yol, mahalledeki tanıdık dönerciye gidip, oradaki Türklerle hatta bizzat dönercinin kendisiyle fikir alışverişi yapmaktan geçiyor bazen. Türklerin İsrail-Filistin konusuna yaklaşımının nabzını dönercilerden tutan Alman gazeteciler bile var. Tabii döner fiyatları da Almanya’da toplumun en çok ilgisini çeken konular arasında. Meclis’e önergeler veriliyor, yasa tasarıları hazırlanıyor. Die Linke (Sol) Partisi, iki yıl önce porsiyonu sadece 4 Euro olan dönerin bazı Alman şehirlerinde 10 Euro’ya kadar yükseldiğini, fiyatlara bir sınır getirilmesi gerektiğini belirtti. Bu arada Türk hükümeti, dönerin Türk ürünü olduğunu tescil ettirmek amacıyla harekete geçti. Almanlar telaşlandı. Berlin, Türkiye’nin başvurusuna itiraz etti. Ankara ile Berlin arasındaki anlaşmazlık daha çözülemedi. Almanya, Türkiye’nin isteğiyle alınabilecek önlemlerin bürokrasiyi artıracağını, fiyatları yükselteceğini söylüyor. “Döner enflasyonu” olarak adlandırılan bu durum eylül ayında yapılacak eyalet seçimlerinde sonuçları etkileyebilir. Berlin, döneri Türk ürünü olarak tescil ettirmek isteyen başvuruyu veto etti. Ankara’nın başvurusu kabul edilirse, sadece "3-5 milimetre kalınlığında pirzola şeklinde yatay olarak dilimlenmiş" dana ve kuzu eti, döner olarak satılabilecek. Kıymadan yapılan döner, tamamen yasaklanacak. İki ülke anlaşamazsa, Avrupa Komisyonu son kararı verecek. Şunu da belirtelim: Döner sözcüğü Türkçe olsa da eti “döner” formatında yeme fikrinin ilk nerede ortaya çıktığını kesin olarak söylemek zor. Ancak genel olarak bu fikir Akdeniz ülkelerinin fikri gibi görünüyor: Şavurma, gyros gibi döner benzeri yemekler de Akdeniz kökenli.

23 Temmuz 2024, Salı 07:00

Kızlık soyadı açmazı

Önümüzdeki günlerde Meclis’e gelecek olan 9. Yargı Paketi’nde yer alan bir değişiklik, kadın hakları konusunda bir gerileme anlamına geliyor: AB’ye Uyum Yasaları kapsamında kadınların, kızlık soyadlarını kullanabilmeleri kabul edilmişti. Yeni tasarı ise kadının evlendikten sonra bekarlık soyadını tek başına kullanmasına izin vermiyor. Değişik siyasi eğilimden kadınlar, bu girişime karşı.

Son olarak, CHP Genel Başkan Yardımcısı Aylin Nazlıaka, evlendikten sonra kadınların sadece evlenmeden önceki soyadlarını kullanmalarını engelleyen düzenlemenin, 9. Yargı Paketi’nden çıkarıldığını duyurdu. “İslam’da Kadın ve Cinsellik” konulu araştırmayı 40 yıl önce yapmıştım. AK Parti iktidarının ilk yıllarında, evrensel hukuka uygun, kadın haklarına riayet eden, Avrupa Birliği yasalarına uygun değişiklikler hedefleyen bir siyaset izlendi. Kızlık soyadını kullanmaktan aile içi şiddete kadar bir dizi konuda, AK Parti iktidarı döneminde, Avrupa standartlarında yasalar, yönetmelikler çıkarıldı. Bu yönelim yalnızca kadın hakları konusuyla sınırlı değildi. “İşkenceye sıfır tolerans” sloganıyla düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü konularında da ileri bir arayış içine girildi. Kürt meselesi, Alevi meselesi, Romanlar, Ermenistan’la ilişkiler gibi bir dizi önemli adım atıldı. Ancak araba bir yere geldi teklemeye başladı. Ekonomi alanında evrensel kurallar yerine “inanç” unsuru öne çıktı. Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesi, dini kuralların zaman zaman anayasal sistemin önüne geçmesi…

Sonuç olarak, başlangıçta hukuka, demokratik değerlere gösterilen titizlik zaafa uğradı. “İnancımız böyle emrediyor” şeklinde ifadesini bulan bir geri dönüş başladı. AK Parti kadroları, bu değişimden iki taraflı etkilendi. Bir kesim dini mesajları daha çok öne çıkarırken, diğer bir kesim de sekülerleşti. Şu açık: AK Partili kadınların bir kesimi, haklarını korumak konusunda duyarlı. Erkek egemen sistemi anlamak noktasında da önemli tecrübeler edindiler. Nazlıaka, soyadının yalnızca bir isim tercihi meselesi olmadığını belirterek, "Bu durum kadınların kimliğine sahip çıkma hakkıdır, kadın-erkek eşitliği hakkıdır ve bir ailenin eşitlik esasına dayalı olarak kurulmasını ifade eder. Kadının kendi soy kütüğünden bir başka soy kütüğüne geçmeme hakkı da bunun bir parçasıdır. Kadınların kendi tercih hakkı ve yaşam tercihlerini belirleyebilmesi bir demokrasi hakkıdır" dedi. Anayasa Mahkemesi’nin bu yönde vermiş olduğu bir karar da var. Ancak yasa taslağı, 9. Yargı Paketi’nden çıkarıldı. İslamcılık, demokrasi konusunda bir sınavdan geçiyor. Abraham Lincoln şöyle demiş: Başkasının özgürlüğüne engel olan kişinin kendisi de özgür olmayı hak etmez.

19 Temmuz 2024, Cuma 07:00

Baba Türkeş oğlu Tuğrul'u bana anlatmıştı...

Alparslan Türkeş, Türkiye siyasi tarihinin önemli isimlerinden. Siyasetteki rolü üzerine değişik değerlendirmeler yapılsa da bu coğrafyanın kaderinde rol oynayanlardan...

Alparslan Türkeş’le 12 Eylül döneminde birlikte hapis yattık. AK Parti Ankara Milletvekili ve Avrupa Konseyi parlamenterler asamblesi AKPM Türk delegasyonu heyet başkanı Tuğrul Türkeş’i cezaevi günlerinden tanırım. 1980-82 yıllarında Merkez Komutanlığı Tutukevi’nde yaşadıklarımızı, “Liderler Hapishanesi” kitabımda anlattım.

Tuğrul’u, 12 Eylül’de Merkez Komutanlığı’nda tutuklu babasını ziyarete geldiğinde tanımıştım. Tuğrul, ailenin 5. çocuğuydu. Osman Kavala’nın 7 yıl tutuklu kalmasına neden duyarlı olduğunu da bu bağlamda açıklıyor: “Ben, hayatının 7 yılını, ömrünün 10’da 1’ini cezaevinde geçirmiş bir babanın çocuğuyum.”

Türkeş, Kavala davasındaki bazı hukuksuzluklara şöyle dikkat çekiyor: “16 sayfalık bir dilekçeyi ben yaklaşık 1 saatte okudum. Hukukçu değilim ama iyi kötü anlarım bu işlerden. O yarım saat içinde savcıdan da mütalaa almışlar. Muhakkak ki çok etkin ve dehşetli çalışıyorlar. Ama yarım saat içinde karar veriyorsanız, dosyanın 30 klasörüne hakimsiniz demek ki. Halbuki adam 7 senedir içeride, 7 gün daha beklerdi. Allah razı olsun, mevzu bahis uzun tutuklama süresi olunca hassasiyet göstermişler anlaşılan!”

40 sene öncesine, 12 Eylül cezaevi günlerine gidelim. Yaşar Okuyan, görüşe gelen Türkeş’in oğluna koğuşun penceresinden seslendi: “Tuğrul başkasını bulamadın mı, gittin Bilgiç’lere damat oluyorsun?”

Tuğrul, valizi yere koydu ve Okuyan’ı cevapladı: “Siz çıkın öyle evleneceğim, siz çıkmadan evlenmeyeceğim.” Türkeş, oğlunun düğününü cezaevinde olduğu için göremedi…

“Bu akşam oğlum nişanlanıyor. Tek oğlumun nişanında bulunamıyorum Oral Bey yumuşama gerekirken, baksanıza Ecevit’i de tutukladılar.” “Eşim hamile kaldığında 1954 yılıydı. İstanbul’daydık. Oğlum, ben evde yokken doğdu. Eşim sancılanınca Deniz Hastanesi’ne kaldırmışlar. Orada doğum yapmış. Ben gittiğimde göbek adını Deniz koymuşlardı. Ben de ailenin isteği üzerine Yıldırım koydum. Ablaları bir erkek kardeşleri olunca o kadar sevindiler ki, onu annelerine hiç zahmet vermeden büyüttüler. Oğluma evlenmesini ben söyledim. Yaşı kemale erdi. Gezip tozuyor. Çeşitli kız arkadaşları oldu. Sıkıntılı da okudu. Hacettepe’de öğrenciydi. Onu, 'Sana gümüş mermi hazırladık,' diye tehdit ediyorlarmış. 'Oğlum vazgeç okuldan' dedim. 'Ya seni kaybedersem, okumak mı önemli, can mı' diye uyardım. Bu yüzden altı senede bitirebildi okulu.”

17 Temmuz 2024, Çarşamba 07:00

Adalılar değişik tepkileri olan özel bir topluluktur

Azman minibüsler Adalar’da gündeme geldiğinde İETT Genel Müdürü şöyle uyarılmıştı: “Ada çok özel bir yerdir. Adalılık da farklı bir kimliktir. Bu konuda beklemediğiniz bir direnişle karşılaşacaksınız. Adalıları dinleyip bu girişimden vazgeçin.” Ada kelimesinin Latin dillerindeki karşılıkları izole diye özetlenebilir. Yani kara iklimindeki insanlardan farklı duyarlılıkları ve tercihleri olanlardan söz ediyorum.

30 yıldır Adalıyım. Efsane futbolcu Lefter’le adada arkadaş olduk. Bisikletine çiçek takıp espriler yapan Yorgo’dan çok şeyler öğrendim. Ayakkabı tamircisi Manol Usta, kızını görmek için gittiği Atina’da trafik kazasında yaşamını yitirince hep birlikte ağladık. Genç yaşta yitirdiğimiz Dersimli Haşim Gül’ün tartışmalarını özlüyoruz. Minübüs gündeme gelince Koço Kalfa’yı hatırladık. 105 yaşına kadar Tepeköy’den Büyükada çarşısına yürüyerek indi. Ressam Tiraje Dikmen’in korkusu motorlu araçların Adalar’a hakim olmasıydı. Çelik Gülersoy, Adalıların eleştirileriyle başa çıkamayınca, atacağı adımları Tiraje Dikmen’e danışmayı seçmişti.

Gazeteci Mehmet Ginçay yıllarca adada gazete çıkardı, büyük gazetelere haberler yaptı. Oğlu Affan Kırtasiye dükkanıyla devam ediyor. Mimar Uluç Yurtduru, doktor Gülşen, Deniz Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Demir, Eczacı Avni ve kardeşi Cüneyt, adanın hafızasıdır. Bir şeyi hatırlamak için onlara sorarız. Lefter’in damadı Ömer Katmer, bitişik komşusu Taylan, İksidas Kitabevi, iskeleden adanın nabzını tutar. Roma Dondurmacısı Hasan Efendi, Balıkçı Aydın…

Konak Lokantası, Taş Fırın, Lido, Milto, Façyo Cav Cav Cafe, Akasya Fırın birkaç mekandan bazıları. Daha saysam değişik özellikleriyle Adalıları, şaşırıp kalırsınız. Her biri ayrı bir karakterdir.

Adaya yıllar önce gelip yerleşmişler ve şehirliden farklı bir yaşam ve davranış biçimi geliştirmişler. İşte bu insanların sesine kulak vermelisiniz. Gördüğünüz gibi, protestoları bırakıp gitmediler.

Adalı ısrarcıdır… Sessiz gibi görünür gerektiğinde hak aramak için harekete geçer. Adalı olmak farklı bir yaşam tarzını benimsemektir. Bunu anlamak gerek.

16 Temmuz 2024, Salı 07:00

Trump'ı neden bu kadar seviyorsunuz?

Trump suikastının ardından, iktidara yakın bir gazetecinin ilk tepkisi şöyleydi: “Artık Trump’ı hiç kimse durduramaz. Kesin kazanır. ABD’de iç savaş yakındır.” Bir başka değişik yorumcunun tutumu da “ABD bitmiştir. Yakın zamanda ABD diye bir güç kalmayacak” şeklindeydi. Trump’a yapılan suikastın ne gibi sonuçlar doğuracağını kestirmenin, kolay olmadığını düşünüyorum. Trump’a böylesine sempati nereden geliyor?

Kendi yakın geçmişimize gider, Trump döneminde ABD ile ikili ilişkilerimizi incelersek, böyle bir sempatiyi gerektirecek çok da bir veri bulamayabiliriz. İsrail’in Gazze saldırıları üzerine söylediklerine baktığımızda, herhangi bir yakınlık beslemenin hiç de kolay olmadığını görebiliriz. Netenyahu’ya tam destek veren Trump, “Filistin yanlısı gösterileri bastırıp, öğrencileri sınır dışı edeceğiz” diyor. Trump’ın ABD Başkanlığı yaptığı 4 yıl boyunca da Türkiye ile ilişkiler, çok zor günler yaşadı. Kalıcı birçok tehdit ve uygulama, o dönemden miras kaldı.

Rahip Brunson Davası

Çok iddialı bir şekilde tutuklanan Amerikalı rahip Brunson, Türkiye’ye yönelik ağır ambargo tehditleri sonucunda, bırakıldı. ABD ile ilişkiler bu olay nedeniyle derin bir yara aldı. Beyaz Saray, Brunson davası nedeniyle Türkiye’ye yönelik çelik ve alüminyum gümrük vergisini 2 katına çıkardı. Trump döneminde, S-400 krizi, F-35 krizi ve CAATSA yaptırımları sonunda ikili ilişkiler çıkmaza girdi. Yine Trump döneminde, ABD’nin Suriye’de YPG/ PKK desteği, iktidarı zor durumda bıraktı.

Trump, Erdoğan’ın Washington ziyaretinden hemen önce 9 Mayıs 2017’de YPG/PKK’ya doğrudan silah gönderilmesi için Pentagon’a talimat verdi. Şunu da hatırlayalım: Beyaz Saray, Trump’ın diplomatik dil ve devlet nezaketiyle uyuşmayan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben yazılmış mektubunu basına sızdırdı. Trump, ABD’nin, YPG/PKK için Türkiye’yi karşısına almayacağını söylese de örgütün lideri ‘Mazlum Kobani’ ile telefonda görüştüğünü ve DEAŞ’lıların tutulduğu hapishaneleri korumasını istediğini aktardı.

Trump, 4 yıllık görev sürecinde, ‘Türkiye’ye 5 kez yaptırım uygulamış ABD Başkanı’ olarak tarihe geçti. Eski Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın durumu ve Fethullah Gülen’in ABD’deki varlığı sorun olmayı sürdürdü. İsrail’in Gazze saldırılarını destekleyen Trump’a sempati nasıl açıklanabilir? Trump, demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi konularda derdi olmayan bir siyasetçidir. Nedir öyleyse bu sempatinin kaynağı?

12 Temmuz 2024, Cuma 07:00

Rus maçolarını kızdıran Türk dizileri

Rusya’da yükselişe geçen Türk dizileri, bir toplumsal tartışmayı da beraberinde getirdi. Putin’in sevdiği isimlerden ve aynı zamanda Fransız ırkçılığının lideri Le Pen’in arkadaşı olan milletvekili Vitali Milonov, Rusya’da yayınlanan Türk dizilerine veryasın ediyor. Bu dizilerin, gerçek bir Türkiye yerine hayali bir Türkiye inşa ettiğini söyleyen milletvekili, tepkisini, yasakçılığa varacak noktaya götürmüş durumda. Türk dizilerinin yayından kaldırılmasını savunuyor.

Vitali Milonov

Milonov, Rus kadınlarını Türk çapkınlarından kurtarmak gerektiği görüşünde. Ona göre bu diziler Rus kadınlarını Türkiye’ye çekiyor ve bu ülkeyi peri masalı ülkesi olarak aktarıyor.

Bu dizilerdeki erkek oyuncular da tepkinin odağında. Yakışıklı Türk jönlerinin Rusya’da kazandıkları pöpülerlik belli ki kıskançlığa yol açıyor. Milonov’a göre, büyük birer aktör gibi parlatılan Türk oyuncular, aslında son derece yeteneksiz kişilerden oluşuyor. Bunlar aslında döner kesmek yerine rol kesmeyi öğrenmiş kabiliyetsiz kişiler.

Demek ki Türklerin dönercilik konusundaki başarıları da bir kompleks konusu olmuş. İşin aslı, Türk dizilerinin Rusya’da rekor kırmasının yarattığı şaşkınlık. Dünyanın en köklü toplumlarından biri olan Rusya, sanat, sinema, resim, roman, heykel gibi kültürel alanlarda büyük isimler yetiştirmiş bir ülke. Bu nedenle de şimdiye kadar Türkiye gibi sanat ve kültür alanında pek de önemsemedikleri bir ülkenin böylesine etkili olması karşısında şaşkınlık içinde olabilirler.

Milonov, dönerci diye tanımladığı Türk erkeklerinden Rus kadınlarını korumak üzere bir dizi tedbir öneriyor… Ona göre, çapkın Türk erkekleriyle karşı karşıya kalan Rus kadınları, çoğu zaman, durumu anlayamıyor. Erkek büyük bir aşık gibi ortaya çıkıp, kadını yoldan çıkarıyor, kadından çocuk yapıyor, sonra da çocuğu annenin elinden alıyor. “Ben olsam evli olmayan Rus kadınlarının Türkiye’ye seyahat etmelerini yasaklardım” diyor Milonov.

Türk dizileri Rus kanallarında Amerikan ve Rus dizileriyle yarışıyor. Dizilerin kadın ve erkek oyuncuları Rus kamuoyunda büyük ilgi görüyor. Rusya’da Türk dizilerine rağbet öyle bir noktaya varmış durumda ki Türk dizilerinin Rus adaptasyonları da üretilmeye başlanmış: Örneğin, İstanbul’da geçen bir dizi, Moskova’ya uyarlanarak yeniden çekiliyor.

10 Temmuz 2024, Çarşamba 07:00

Erken seçim zamanı geldi mi?

31 Mart seçimlerinin hemen ardından CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Erken seçim kararı için yeterli çoğunluğa sahip değiliz. Henüz bu aşamada seçimi konuşma zamanı gelmedi” anlamına gelecek bir değerlendirmede bulunmuştu. Ancak muhalefetin değişik çevrelerinden öylesine bir baskı geldi ki. Özgür Özel, sonunda şöyle bir slogan belirledi: “(Emeklilere) Zam yaparsan geçim, yapmazsan seçim olur.” Özgür Özel, bir süre önce erken seçim çağrılarına karşı şunları da dile getirmişti. “Erken seçimi henüz böyle bir hava yokken şimdiden dillendirirsek, günü geldiğinde bu ihtiyacı aşındırmış olabiliriz.” Çevremde de “Bir an önce seçime gidilmeli” çağrısının etkisini artırdığına tanık oluyorum. Bir kere gerçekçi olalım, iktidar istemedikçe bugünkü Meclis aritmetiği içinde muhalefetin erken seçim kararı alması mümkün değildir. Meclis çoğunluğu AK Parti-MHP ittifakındadır. Bu nedenle toplumda da bir erken seçim havası görünmüyor. Burada birkaç ihtimal bulunuyor. Bir ihtimal Cumhurbaşkanı, tekrar aday olmasının önünü açabilmek amacıyla Meclis’i feshedebilir. Ne zaman seçim olacağını da o belirler. İkinci ihtimal iktidar partileri arasında anlaşmazlık çıkar, örneğin MHP muhalefetle birleşerek seçim kararının alınmasını sağlayabilir. Başka ne gibi ihtimaller olabilir: Aşırı pahalılık ve yoksulluk nedeniyle seçmenler güvensizlik içine düşer ve hükümet seçime giderek güç tazelemek ister. Bütün bu ihtimaller şu anda erken seçimi getirebilecek ihtimaller olarak görünmüyor. Muhalefet partileri ve özellikle CHP, iktidara, “Kaçma gel” diyerek yıpratma politikasını sürdürmek isteyebilir. Her yerde, iktidarı seçime çağırarak köşeye sıkıştırma amacıyla bu yolu seçebilir. Evet, Türkiye özellikle ekonomik durum açısından zor günlerden geçiyor. İktidar, enflasyonu frenleyecek, iyice yoksullaşan geniş kitlelerin derdine derman olacak çözümler üretemiyor. Uluslararası alanda, bazı yeni adımlar atmak istiyor. Batı ile ilişkileri tazelemek ve güçlendirmek istiyor ancak özellikle yargı alanındaki tablo umut vermiyor. Sinan Ateş’in öldürülmesi davasında ortaya çıkan yargı zaafları, bu kurumlara olan güveni iyice sarsmış durumda. Keza Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı hükümetin tutumu Batı ölçütleri içinde kabul edilebilir görüntüler vermiyor. Tabii değişik alanlarda AB kriterleri meselesi önümüzde duruyor. Türkiye’de şu anda yeni bir seçim arayışının kime ne faydası olur bilemiyorum. Ancak 31 Mart’ın sağladığı moral motivasyonla birçok konuda yeni yollar açılması, adalet duygusunun güçlendirilmesini sağlanabilir. Siyasette enerjiyi doğru zamanda doğru yerde kullanmasını bilmek başarı için bir şarttır.

09 Temmuz 2024, Salı 07:00

Fransa sağ gösterip sol vurdu

İngiltere seçimlerinin ardından Fransa’da da solcular önde. Aynı günlerde İran’da reformcu cumhurbaşkanı adayı seçimi kazandı. Türkiye’deki yerel seçimlerde de muhalefet öne geçti. Fransız seçimleri, uçurumun kenarında yapılan kritik bir seçimdi. Herkes şunu merak ediyordu: Fransız ırkçılığı, öteki kimlikleri düşman gören bir siyasi seçeneği iktidara taşıyacak mıydı?

Dünyanın ezilenleri, yoksulları, istenmeyenleri; kendilerine yaşam alanı bulmak amacıyla dört bir taraftan Batı’ya yürürken, Avrupa, faşizme teslim olmanın sınırında, kritik bir seçime sahne oldu. Çaresizler, teknelerle bata çıka, TIR’larla, ölü ya da diri, aklın alamayacağı eziyetlere göğüs gererek, Batı’ya ilerliyor. Okyanusta boğulmaktan çekinmiyorlar. Tel örgüleri aşarak, denizde ve karada hayata veda ederek, geliyorlar. Özgürlükçü refah toplumlarının bir parçası olmayı umuyorlar.

Canını güvenlikli ülkelere atabilenler, ne kadar memnun? İlk etapta, zenginlikten pay almaktan çok, sistemin ücretli kölelerine dönüşüyorlar. Avrupa’nın sağcılarına göre; Avrupa’daki kurulu düzeni solcular ve liberaller temsil ediyor. Yani sağcılar da kendilerince kurulu düzene isyan ettiklerini düşünüyor. Fransız seçimleri, önemli bir testti. Fransız halkı, bir kararın eşiğindeydi. İlk turun sonuçlarına bakanlar, Avrupa’yı sarabilecek bir faşizm ve nazizm tehlikesinden söz ediyordu.

Tabii, nazizm, yalnızca bir avuç şiddet yanlısı sağcının, yoksulları, esmerleri, yalnızları dışlaması, ezmesiyle sınırlı bir ideoloji değil. Nazizmin düşman tanımı çok daha geniş. Fransız ırkçılığının öncüsü Marie Le Pen, cumhurbaşkanı olmaya hazırlanıyordu. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de önemli başarı kazanmışlardı. Le Pen, partinin genel başkanlığını 28 yaşındaki Jordan Bardella’ya devretmişti. O gece zafer konuşması yapmayı planlanlıyordu. Sol ittifakın lideri (LFI) Jean-Luc Melenchon’u hedef alan bir konuşma hazırlamıştı. Ancak dün akşam kimse ona mikrofon uzatmadı.

Mikrofonlar zafer konuşmasını yapan sol ittifakın liderine, yani İspanyol asıllı ve Afrika doğumlu, çocukluğu Fas’ta geçmiş bir Fransız vatandaşı olan Melenchon’a uzandı. Bask Bölgesi’nde de kökleri olan Melenchon, oldukça renkli ve melez bir özgeçmiş taşıyor. Fransa ve kısmen de tüm Avrupa kritik bir karar döneminden geçti. Bu seçimler bir nefes aldırabilir. Ancak sorun derinlerde. Avrupa benmerkezciliğe sarıldıkça, dünyanın yoksul halklarının çığlığına kulak tıkadıkça, faşizm Avrupa’da her an yeniden hortlayabilir. Fransa şimdilik tekerin önüne bir taş koyabildi. Eğer gereken duyarlık gösterilmezse, faşizm belası kapıda olmaya devam edecek.