Rükzan Sağır

14 Temmuz 2024, Pazar 07:00

Nakitçiler ve temassızcıların büyük savaşı

Yabancı bir ülkedesiniz. Tuvalet ihtiyacınız var. Umumi bir tuvaleti ücretli kullanmak istiyorsunuz. Ama üzerinizde sadece nakit para var. Kartınız yok veya temassız ödeme işlemi yok veya çalışmıyor. İhtiyacınızı göremiyorsunuz. Çünkü tuvalet sadece temassız işlemle çalışıyor... Bu anlattığım durum ütopik bir sahne değil.

Bizzat bugünün gerçeği. Dünya bu aralar nakitçiler ve temassızlar olarak tam ortadan ikiye ayrılmaya başladı. Avrupa’da bazı yerlerde kart kullanımı zorunlu. Örneğin sosyalist solcular İsveç’te nakit parayı neredeyse tamamen ortadan kaldırdı. Hollanda’da bazı toplu taşıma hatlarında karttan başka çareniz yok. Fransa’da ise nakit para kabul etmeyen tüccarlar ceza kanununa tabii. İngiltere’de de bir borcun ödenmesi için nakit kabul edilmesi şartı var. ABD’de bazı eyaletlerde nakit para kullanımını koruyan yasalar hazırlanıyor. Bazı eyaletlerde tüccarların sadece nakit para kabul etme zorunluluğu var. Hatta Türkiye’de de en son nakit kullanımı azaldığından garsonlara bahşişin kartla ödenmesine dair bir uygulama tartışması var. Pandemide virüs paradan bulaşıyor diye kullanımı daha da yaygınlaştı.

KONTROL ETMEK İÇİN

Hatta temassız POS makinesi olmayanlara aşı karşıtı, gerici muamelemesi bile yapıldı, yapılıyor. Bankamatiklerin sayısı azalıyor. Kredi kartı, çok büyük, abartılı harcamaları daha hızlı yapabilmek için icat edilmişti bu arada... Bugün, sakız almak için bile kullanıyoruz. Temassız işlemlerin hele de bugünün enflasyonist döneminde hayatı kolaylaştırdığı gerçek. Ama karşılığında ne tür bir bedel ödediğimizi biliyor muyuz? Her alışverişimizle bir iz bırakıyoruz. Yani bizi kontrol etmek isteyen güçlere mahremiyetimizi altın tepside sunuyoruz. Zaten nakit paradan nefret eden otoritelerin asıl nefret ettiği şey, kontrol gücünü kaybetmek. Nakit paracılar ise bunun verdiği güven, özgürlük ve rahatlık hissini seviyor. Eminim başka bir dilde bozuk para şıkırtısı ve cüzdandaki banknotun yarattığı hafif duyguya dair bir tanım vardır. Nakit parası olmayan bir insanın hayattaki çaresizliğini bir düşünmek gerek. Kartınızın, sizle ilgili olmayan bir nedenden reddedilme riski her zaman var. Çin’de kullanılan ‘sosyal kredi’ sistemini duymuş muydunuz? Devletin para cezaları ya da vergilerini ödemediği gerekçesiyle hedef aldığı kişiler, ülke içinde seyahat kısıtlamasına tabii oluyor. Sosyal kredi puanınız düşükse hareket edemiyorsunuz! Nakit paranın tamamen kaldırılması toplumların kendini hapse atması gibi bir şey.

ÖDEM YAPMAYAN MAKARNANIN SIRRI!

11 Temmuz 2024, Perşembe 07:00

Neden 'adam' kalmadı?

Yeni nesil aktris Hafsanur Sancaktutan, neden yalnız olduğu sorusuna espriyle karışık “Ortalıkta adam kalmadı” diye yanıt vermiş. Yalnız değil. ‘Çıkma teklifi geri gelsin’ isyanı ve ona paralel “Adam kalmadı” isyanı bir süredir gündemde. Çünkü çıkma teklifi çok net bir yaklaşım. “Seninle ilgileniyorum, beni heyecanlandırıyorsun, birlikte romantik zaman geçirmek istiyorum” demenin paket hali. Dijital çağla birlikte o da yok oldu. O yok olunca, insanların yani gençlerin flört yetenekleri de azalarak bitti.

Flört yeteneği, ergenlik ve sonrasındaki dönemde gelişiyor. İşte o en verimli dönemde gençlerin flörtleşebileceği tek alan ekranlar oldu. Pandemi döneminde ekran kolaycılığına yetişkinler de alıştı. Artık fiziksel olarak tanışanlar birbirinden etkileniyorsa, Instagram adreslerini sorup ekleşiyorlar. Hatta birinin sizden etkilendiğini anlamanın yolu, “Instagram adresinizi sorması’. Sonra ya birbirlerine DM (mesaj) atıyor ya da hikayelere etkileşim bırakıyorlar. Flört uygulamaları bambaşka bir alem. İnsanların tanışmak için bazen tek çaresi bu platformlar oluyor. Ama hadi dijital ortamda tanıştılar diyelim, bu kez ilişkiler günlük hayatta ilerlemiyor. Çünkü kişinin dijital kimliği, onun gerçek bir temsili olmuyor. Yarattığı dijital heyecan, yüz yüze görüşünce kaybolabiliyor. E tabii, herkes, en çok da kadınlar, dijital olarak en iyi halini ya da olmak istediği mükemmel kişiyi yaratıyor.

İNSANLARIN TUŞU YOK

Çünkü bu çağın erkeklerinin ilgi alanına girmek için başka çareleri neredeyse yok. Kadınların kusursuz görünmek için filtre uygulamalarına ne kadar para harcayabileceğini tahmin bile edemezsiniz. Tüm bunlar alt alta gelince, flört konusu çıkmaza girmiş ve sosyal bir kaygıya dönüşmüş durumda. Bugün için flört etmenin ve romantik ilgiyi göstermenin en yaygın yolu, bir kişinin Instagram hikayesini beğenmek ya da onunla ‘DM’leşmek’. ‘Tuşlayarak’ oluşan bu etkileşimler, kişinin sizinle ilgilendiğinin garantisi oluyor. Ama gerçek hayat böyle mi? Hiçbir ‘garantisi’ yok. Yani insanların bir tuşu yok. Basıp beğendiğinizi söyleyemiyorsunuz. Ya da birinin sizi beğendiğini anlamak için ‘tuşlaması’nı bekleyemiyorsunuz.

‘BAKİM SANA’

07 Temmuz 2024, Pazar 07:00

İnsanlığın yeni düşmanı: İnfantilizm yani çocuk kalan yetişkinler

Alınganlık, hassasiyetler had safhada. Çocuk gibi muamele görmek isteyen yetişkinlerin ele geçirdiği bir kültürün içine sürükleniyoruz. İçindeki çocuğu koruma öğretisi tamamen yanlış anlaşıldı. Yaşam, ‘yetişkin günlük bakım merkezi’ne dönüştü.

Yüzyıllardır anlatılan çocuk masallarının içeriği değiştiriliyor, Shakespeare eserlerindeki ifadeler ayrımcı bulunuyor, işyerlerinde normal davranışlar bile zorbalık olarak yorumlanıyor, sanat eserlerine rahatsız edici olabileceği uyarısı ekleniyor, her yerden nasıl yaşamak gerektiğine dair uyarılar yükseliyor, su içmek bile hatırlatılıyor. Basbayağı dayayılmış bir çocuksuluk yaşanıyor.

Gençler yetişkinliğe girmeyi ve sorumluluk almayı reddediyor. Buna ‘infantilizm’ deniyor. Bu ‘çocuk kalan yetişkinler’in, çocuklukları 30’lu yaşlarına kadar uzanabiliyor. Bazı psikologlar artık 18-29 yaşları arasında ‘kimlik oluşumu’ ve ‘özkeşif’ dönemi olarak adlandırdıkları yeni bir yaşam aşamasının ortaya çıktığını söylüyor! Yetişkinliğe giden yol, uzadıkça uzuyor. Keith J. Hayward’ın ‘Infantilised: How Our Culture Killed Adulthood’ (İnfantilize edilmek: Kültürümüz Yetişkinliği Nasıl Öldürdü) adlı kitabında bu konu birçok boyutuyla ele alınıyor.

BU KİME YARIYOR?

Duygusal kırılganlık, kaygı ve depresyon daha önce hiç görülmemiş ölçüde yaygın. Güvenli alanda kalma ve riskten kaçınmayı öğütleyen inanç sistemleri yükseliyor, mağduriyet yüceltiliyor ve kutlanıyor! Çevrimiçi ortam da çocuksuluğu normalleştiren bir dijital emzik sunuyor. Bebeksiliğe karşı mücadelenin en önemli yolu ise bu çağa gelene kadar eğitimden geçiyordu. Ama çağdaş eğitim, her geçen gün entelektüel kapasiteye hizmet etmekten uzaklaşıyor. Akademik bilgiler basitleştirilen bir dile indirgeniyor.

05 Temmuz 2024, Cuma 07:00

Nezaketin evrensel 30 saniye kuralı

Nezaket önce ailede sonra da okulda öğretilmesi gereken en önemli hayat derslerinin başında geliyor. Sanıldığı gibi nezaket bedava değil. Nazik olmayı öğrenmenin de uygulamanın da bir bedeli var. Öyle olmasa herkes nazik olurdu, değil mi?

İşte bu yüzden size nazik davranan kimseyi unutmayacağınızı biliyor muydunuz? İyi bir iletişimin ve iz bırakmanın olmazsa olmazı nazik olmaktır çünkü. Bir kişiyle sohbet ederken samimiyetle nezaketsizlik arasındaki çizgiyi korumak da önemli bir beceridir. 30 saniyelik evrensel nezaket kuralını bilmek bu nedenle çok hayat kurtarıcıdır.

Natalie Ringold

EN TEMEL HAYAT BİLGİSİ

Nedir bu kural? Birine kendisiyle ilgili bir şey söylerken bunu 30 saniye içinde değiştirip değiştiremeyeceğini gözetmek gerekmesidir. Örneğin birine “Ağzında leke kalmış”, “Ayakkabının bağcığı açılmış”, “Kirpiğin yanağına düşmüş” gibi 30 saniye içinde değiştirebileceği bir durumla ilgili uyarıda bulunabilirsiniz. Ama kilosu, saç rengi, göz rengi, el, ayak yapısı, kıyafeti, sevgilisi, eşi, çocuğu, ailesi gibi 30 saniye içinde değiştiremeyeceği bir özelliği hakkında konuşamazsınız, internette yorum da yapamazsınız. Nazik olmak, kelimelerin gücünü ve önemini bilmektir. Bu kuralı, ABD’li öğretmen Natalie Ringold dördüncü sınıf öğrencilerine muhteşem bir şekilde anlatıyor. Bulup izlemenizi tavsiye ederim. Pek bayılmadığım Batı kültüründe sevdiğim çok az özellikten biri nezaket öğretileri olabilir. Köklerimizle bağlantımızı koruyabilsek, görgüde adapta elimize kimse su dökemez. O da ayrı. Ama modern zamanlarda insanımız pek hoyratlaştı. Aile olgusu zayıfladıkça ailede edinilecek eğitim de zayıfladı. Bu noktada devreye okullar girmeli. Müfredatlarda nezaket başlı başına zorunlu bir ders olmalı

23 Haziran 2024, Pazar 07:00

Gözler yaşın aynası: 20’lerindeler ama 40 gösteriyorlar

Günümüz gençlerinin ‘güzellik ve estetik’ idolleri Kylie Jenner (26), Millie Bobbie Brown (20), Billie Eilish (22), Sabrina Carpenter (25), Alix Earle (23). Bu isimlerin ortak özellikleri güzellik ve estetik teknolojisini çok erken yaşta kullanmaya başlamış olmaları.

Nitekim bugün çoğu 20’lerinde değil 40’larında görünüyor. Dudaklarını büyüttükten sonra kurduğu kozmetik markasıyla milyarder olan Kylie Jenner, görüntüsüne gelen eleştirilere artık dayanamıyor. Yapaylığını biraz azaltmak için dudaklarındaki dolguların yarısını geçen yıl erittirmiş. Çok az makyaj yapmaya başlamış. Ama yine de kötü eleştiri almaktan kurtulamadığı için isyan etti geçen gün. Anketlere göre insanların yüzde 61’i de şöhret dünyasının gerçek dışı yüksek standartlara tabi tutulduğunu kabul ediyor. Yine de insanlar ‘çarpıtılmış bir gerçeklik görüntüsü’ satan bu isimlere özenmeden duramıyor. Yine anketlere göre insanların yüzde 71’i ünlülerin yaptırdıkları estetik işlemleri açıklama sorumluluğu olduğuna inanıyor. Bu bilgileri, ünlüler üzerindeki toplum ve medya beklentisini vurgulamak için verdim.

MAKYAJ YAPMIŞ ÇOCUK GİBİ

Gençlere imaj satışı konusunda toplum yöneticileri kadar medyanın, yani bizlerin de büyük bir sorumluluğu var çünkü. Halen konunun neresinde durmamız gerektiğine dair bir fikir birliğimiz yok. Teknoloji ve imkanlar müsaitken her şeyi yaptırmak çağdaşlık sayılır mı? Öyleyse bile sonucu pek parlak değil, en azından şimdilik. Çünkü yukarıda saydığım ünlüler, satılan güzellik imajına öncülük etmek isterken gençliklerinden oldu. Bakışları, daha büyük yaştaki insanlara benziyor. Bunun nedenini öğrendim. Dermal dolgu maddeleri esasen yaşlanan yüzlerdeki hacim kaybını telafi etmek ve görüntüyü korumak için üretilmiş. Genç insanlarda dudağı, elmacık kemiğini, çeneyi büyütme veya orijinal özellikleri değiştirmek için kullanıldıklarında, doğal görüntü bozuluyor. Dolgu maddesi olan hyaluronik asit içine su çekiyor ve yüze koyduğunuzdan daha fazla genişliyor. Böylece o bölgeler büyüyor. Bu da yüze ek hacim kazandırıyor. Ama aynı zamanda lenfatik drenajı da engelleyebiliyor ve bu özellikle göz çevresinde görülüyor. Gözümüz bunu daha yaşlı görünmek olarak yorumluyor, tıpkı küçük çocuklarda ağır makyaj görmek gibi uygunsuz ve yersiz bir sonuç çıkıyor. Estetik dünyasının yaşa göre farklı maddeler ve teknikler geliştirmesi elzem görünüyor.

YAPAY ZEKA ÜRÜNÜ SEVGİLİYLE KADINLAR NE YAPMAK İSTİYOR?

16 Haziran 2024, Pazar 07:00

Yeni kültürel savaş konusu: Gerçek et ile laboratuvarda yetiştirilen et

Kırmızı ete alternatif olarak laboratuvarda yetiştirilen et pazarı büyüyor. 2023’te 173 milyon dolarmış. 2033’e kadar 6.5 milyar dolara ulaşması bekleniyor. Büyümesinin en temel nedenlerinden biri iklim krizine karşı bir mücadele yolu olarak sunulması. Dünya çapında sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 12’sine neden olan hayvancılığın çevresel etkilerini azaltmaya yardımcı olması amaçlanıyor. Pazarın en hızlı büyüdüğü yer, kuşkusuz ABD. Haziran 2023’te Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi birkaç şirkete laboratuvarda yetiştirilmiş et satma izni verdi. Amerika, Singapur’dan sonra bu ürüne izin veren ikinci ülke oldu. Ama bu konuda ülke neredeyse tam ortadan ikiye bölünmüş durumda. Demokratların yüzde 80’i iklim değişikliği konusunda endişeli. Cumhuriyetçilerin de yüzde 80’i endişeli değil. Bu da ülkede yaklaşan seçimler öncesi laboratuvar etini siyasi bir araca dönüştürdü. Bazı eyaletler bu eti tamamen yasaklamaya başladı. Florida ve Alabama’da bu etlerin satışı yasayla yasaklandı. Arizona ve Tennessee eyaletleri de yasaklamayı planlıyor. ‘Sahte et’in milli kimliğe karşı bir değersizleştirme olduğunu, gerçek Amerikalıların gerçek et yiyeceğini savunuyorlar.

EVRİMSEL GELİŞİM FAKTÖRÜ

Florida Valisi Ron DeSantis, sahte etin “davranışlarımızı kontrol etmek ve laboratuvar etiyle beslenmemizi isteyen” küresel elitlerle ilgili bir komplodan kaynaklandığını söylüyor. Evrim teorisyenlerinin önemli bir kısmı da insan beyninin gelişiminin et tüketiminden sonra hızlandığını, ilkel insanların, primatlar gibi meyveler, bitkilerin yeşil yapraklı kısımları, filizler, tohumlar, kabuklu yemişler, köklerden oluşan bir beslenme düzeni olduğunu, insanın et ve özellikle pişmiş et tüketiminden sonra insanlaştığını savunuyor. Elbette bu araştırmalar da yapay et karşıtı politikalarda kullanılıyor. İşin bir de ‘duygusal’, yani parasal boyutu var. Amerikan sığır eti üretimi 100 milyar dolarlık bir endüstri ve siyasi bağışların yaklaşık yüzde 75’ini kendi partilerine aktarıyor. Sığır eti lobicileri çiftçilerin işsiz kalmasından endişe ediyor. Gerçi bu, yakın zamanda mümkün değil. Çünkü laboratuvar eti çok pahalı. Henüz bir market rafında satılacak durumda değiller. San Francisco ve Washington’da iki restoran menüsüne koydu ama sonradan çıkardı. Yani konu aslında insan ve gezegen sağlığından çok, önemli bir oranda kültürel ve siyasal bir çatışma unsuru. Bugünlerde gezegen dostu beslenme araştırmalarını daha sık görmemiz de tesadüf olmasa gerek... Bu tür araştırmalar gördüğümde sponsorlarına daha dikkatli bakacağım artık. Tabaklarımıza uzanan bir tartışma, sadece tabaklarımızla ilgili bir tartışma değil anlayacağınız.

UYDURUKTAN BEYİN ÇÜRÜMESİ

Günlük hayatınızda internet referanslarıyla konuşuyorsanız, “beyin çürümesi”nden muzdarip olabilirmişsiniz. ‘Brainrot’ deniyor bu sendroma. Düşük değerli internet içeriği ve bu içeriği tüketmek için çok fazla zaman harcamanın neden olduğu etkilere deniyormuş. Çok fazla TikTok, Reels izlemekten kaynaklanıyormuş. “xxx insanlara uyguladığım tarife”, “xxx olunca girdiğim haller” gibi sadece internet kullanıcılarının anlayacağı dilden referanslar vermek, beynin çürüdüğüne yoruluyor. Beyninizi sosyal medyaya teslim ettiğinizi gösteriyormuş bu özellikler. Baştan sona katılmıyorum. Tamamen uydurma bir kavram olmuş bu brainrot. 2024 yılındayız. İnternet ve sosyal medya, tüm sahteliklerinin yanında hayatlarımızın gerçeği konumunda. Elbette internet referanslarıyla konuşacağız. Hatta bu jargonu bilmek, bir tür sosyal kabul kriteri. Bazı ortamlara daha hızlı uyum sağlamanın bir yolu. Arkadaşlar, eşler arasında ‘içsel şakalar’ üretmenin bir yolu. Önemli olan her internet şakasına değil, aynı şakalara gülebilmek. Yani uygulama algoritmalarınızın uyumlu olması, benzer şaka içeriklerini tüketmek, önemli bir ortak özellik. Hatta bazen bir iletişim başlatmadan önce “algoritmam algoritmanı görmüş, beğenmiş” demenin Türkçe’si.

KADINLIĞIN KİTABINI YAZAN ‘M GEZEGENİ’

Ülkemizin en beğendiğim tasarımcılarından Mirela Cerica, “Planet M” (M Gezegeni) adlı bir koleksiyon hazırladı. Bunun bir moda haberi olmaktan öte bir önemi var. Bu koleksiyonun kampanya çekimi, Mısır’da Beyaz Çöl’de ve Siyah Çöl’de yapılmış. Başlı başına bir çılgınlık. Mirela Cerica, trend kaygılarından, moda kavramından uzak, izole bir gerçekliği olan, sınırsız hayal gücünden doğurduğu bir gezegen yaratmış. Cazibe dolu, zamansız estetiği ve özgün bir dinamiği olan bir gezegen. Atmosferini de “Aidiyet duygusu ile uçsuz bucaksız özgürlük hissi arasında” diye tanımlıyor.

14 Haziran 2024, Cuma 07:00

Hayattan nasıl keyif alınır? (İpucu: Yılda 120 gün)

“Bu hayattan keyif alabildim” demek, ne zor ve ne büyük bir başarı, değil mi? ABD’li araştırma şirketi Talker Research, insanlara hayatın tadını nasıl çıkardıklarını sormuş. İnsanların ne sıklıkla kendilerini şımarttıkları ve en çok hangi durumlarda şımartıldıklarına göre aldıkları keyif değişiyormuş.

Örneğin bir kişinin ayda 10, yılda 120 olağanüstü gün geçirmesi, hayattan keyif almasında önemli bir ölçüymüş! Bu hayatı en çok ayın en az 13 gününü olağanüstü geçirenler yaşıyormuş. Nedir bu olağanüstülük peki? Jetlerde seyahat etmek, egzotik adalara gitmek, limitsiz alışveriş yapmak, Michelin restoranlarında yemek falan mı? Hayır. Bu araştırmadaki sorular ve yanıtları çok hoşuma gitti. Bizlere de kendimizi bir yoklamak için kılavuzluk etmesi adına paylaşmak istedim. İnsanların yüzde 77’si neşeli bir hayatın mutlu hissetmekle, yüzde 71’i sağlıklı olmakla, yüzde 69’u olumlu kişisel ve aile ilişkilerine sahip olmakla ve yine yüzde 69’u rahat hissetmekle ilgili olduğuna inanıyor.

BİR SOFRADA BULUŞMAK!

İnsanların yüzde 50’si kendini şımartmak için özel bir günü beklemek gerektiğini düşünmüyor. Her gün şımartmaya hazırlar. Yüzde 62’si, en keyifli günlerini aile ve arkadaşlarıyla geçirdiğini, yüzde 76’sı neşeli duygularını mümkün oldukça başkalarıyla paylaşmak istediğini söylüyor! En çok kendimize doğum günlerimizde bir şeyler ısmarlama eğilimindeymişiz. Bunu, tatildeyken ve iyi bir gün geçirdiğimizde de yapıyormuşuz. Yurt dışı için bu ara en çok İtalya, sonra İngiltere ve sonra Japonya isteniyor. Nedeni de yemekleri ve kültürü. (İngilizlerin iyi yemekleri yok bu arada ama iyi dünya yemekleri yapan aşçılar genelde İngiltere’deki iyi restoranlarda çalışıyor.) Yüzde 78, aile ve arkadaşlarını akşam yemeğinde ağırlamayı keyif verici ve olağanüstü an olarak niteliyor. Tüm bunları alt alta koyunca ‘olağanüstü’ yaşamak için çok fazla maddi beklentimiz olmamaması müthiş. (Seyahatler hariç tabii. Ama seyahatin de temel motivasyonunda yemek olması önemli.) Gerçekten de bir sofrada sevdiklerinle buluşmaktan öte bir keyif veren, haz veren olağanüstü şey çok az. Sanırım bu yüzden evde gibi hissettiren restoranların ömrü uzun oluyor. Alaçatı’daki Asma Yaprağı, Taksim’deki Biz İstanbul tam olarak bu hissin mabedi yerler nazarımda.

ROMA İMPARATORLUĞU’NU DÜŞÜNME SIRASI BİZ KADINLARDA!