Selcen Doğan Ağakay Niyet, hırs ve mutluluk
HABERİ PAYLAŞ

Niyet, hırs ve mutluluk

Haberin Devamı

Son yıllarda yaşadığı ilişkilerde üst üste hayal kırıklığına uğradığını söylüyor bir arkadaşım. ‘Benden korkup kaçıyorlar sanki’ diyor. Evlenme konusunu kafasına öyle bir sabitlemiş ki, başka bir şey düşünemiyor.
Bir davette ‘yaşam ustası’ diye de tarif edebileceğimiz, bilge bir tıp doktoruyla sohbet ediyoruz. O sırada doktorun gözü yanındaki genç kıza takılıyor. Kız, ikide bir telefonunu çantasından çıkarıp ekranına bakıyor. Doktor dayanamayıp söze giriyor: ‘Mesaj gelecek mi diye telefonuna bakıp durursan, mesaj gelmez’ diyor. Gülüyoruz. Kız dayanamıyor ve “Haklısınız hep böyle oluyor. Böyle beklediğimde gelmiyor, hiç aklımda yokken mesaj atıveriyor” diyor.
Bunun üstüne benim yanımda oturan hanım söze giriyor, geçtiğimiz hafta her sabah özenle hazırlanarak beğendiği kişinin çalıştığı iş merkezine gittiğini, bir kez bile ona rastlayamadığını söylüyor. Hafta sonu ise arkadaşlarının zoruyla gittiği bir konser arasında rastlıyor o adama.
Nasıl ki bir kişinin ismini ya da bir kelimeyi hatırlamaya çalıştığımızda bir türlü aklımıza gelmez ama onu unutup başka bir şeyle ilgilendiğimizde, alakasız bir zamanda aklımıza gelir, evrendeki ‘niyet ’ mekanizması da böyle işliyor işte. Bir şeyi çok isteyip, onun olması için çok çabaladığınızda, detaylı planlar yaptığınızda ya da sıkıntılı bir bekleyişe geçtiğinizde çevrenize anksiyete yayıyorsunuz. Ve evrenin ‘akış’ıyla uyumsuz hale geliyorsunuz. Çabalarınız geri tepiyor, hırsla debelendiğinizle kalıyorsunuz.
Ne zaman ki dikkatli bir şekilde ‘niyet’ yaratıyor ve detayları evrene bırakıyorsunuz, işte o zaman kapılar açılmaya başlıyor. ‘Niyet, evrenin halısını dokur’ diyor Deepak Chopra. ‘Niyet’ edip kontrolü evrene bırakmayı salık veriyor. Kendi hayatınıza bir bakın, haklı olduğunu göreceksiniz.

Çaresiz ev kadınlarının anneler günü

‘Ev kadınlarının hastalığı’ başlıklı bir makale okudum geçenlerde. Özellikle menopoz, gebelik, loğusalık gibi hormonal değişim dönemlerinde ellerde uyuşma şikayeti ile ortaya çıkan, bilek siniri sıkışması olarak tanımlanan ‘Karpal Tüneli Sendromu’ en çok, ev işi yapan kadınlarda görülüyormuş.
Hasta zaman içinde dikiş, yün örme gibi ince beceriler gerektiren işleri yapmakta zorlanıyor, eşyalar elinden düşmeye başlıyormuş. Semptomlar özellikle yer silme, çamaşır gibi ellerin aşırı kullanıldığı işlerden sonra ortaya çıkıyormuş. Hastalığın en tipik bulgusu ise sabaha karşı uykudan uyandıran uyuşma ve buna eşlik eden ağrılarmış. Hastalık ilerlerse, oldukça komplike ameliyatlar gerektirebiliyormuş.
Ev kadınlığını işten saymaz, küçümseriz ya hep, oysa ‘meslek hastalığı’ kategorisinde değerlendirilebilecek bir hastalık bu bahsettiğimiz. Bir ev kadınının hayatı boyunca yıkadığı çamaşırları, bulaşıkları, yaptığı ütüyü, yemekleri toplasanız, inanılmaz rakamlarla karşılaşırsınız.
Hele de bizim Türk kadınları gibi ev işi konusunda titizini, hassasını bulamazsınız. O yüzden ‘Anneler Günü’nde annelere ev işinde kullanacağı aletler hediye etmek hep ironik gelmiştir bana. Zaten gereğinden fazla yorulan annelerin işini kolaylaştırmak değildir bana göre onlara bu tür hediyeler almak. Aksine onları ev işleriyle daha da bir özdeşleştirmek ve ev işini pekiştirmektir.
Eğer hala annenize bir hediye almadıysanız, ona kendini güzel, genç ve mutlu hissettirecek bir hediyenin peşine düşünüz. Ve daha az ev işi yapması konusunda ısrarcı olunuz...

Yine, yeniden Baylan

‘Eğer bu yediklerim macaron ise, ben bugüne kadar hiç macaron yememişim’ diye düşünüyor insan Baylan’ın olağanüstü lezzetteki, rengarenk macaronlarını yiyince. Frambuazlısı ve çikolatalısı favorim, ama kayısılıyı ve kahveliyi de yabana atmamak lazım. Paris’in meşhur pastanesi Laduree’nin macaronları bunların yanında hikaye...
İstanbul’un en eski pastanesi Baylan, geçtiğimiz günlerde Bebek’in göbeğinde açıldı. Kuruluşu 1923 yılına dayanan, zamanın en önemli edebiyatçılarının uğrak yeri bu marka, şimdi Altınkılıç ailesinin hayat vermesiyle yeniden İstanbul’un gözdesi oldu. Özellikle Beyoğlu şubesi, Peyami Safa, Orhan Kemal, Atilla İlhan, Cemal Süreya gibi yazarların buluşma yeriydi.
İstanbullular ilk espressoyu, capuccinoyu, milkshake’i 1950’li yıllarda Baylan’da tattı. Avrupa usulü pasta ve tatlılar ilk kez burada sunuldu. Ama Baylan deyince ilk akla gelen tat, meşhur Kup Griye’ydi. Vanilyalı ve karamelli dondurmaya, krem şanti, balbadem ve karamel sosu eklenerek hazırlanan bu özel tat, şimdilerde yine revaçta.
Sadece Kup Griye değil tabii, yoğun çikolata tadıyla trüflü pasta ve kestane püresinden yapılan Montebianco da şahane. Çocukluğumuzun vazgeçilmez tatlısı Adisababa ise çilekli, vanilyalı, fıstıklı parfenin bileşimiyle rüya tadında.
Baylan’ın bir diğer şubesi de Kadıköy’de. Bu özel ve sofistike lezzetleri tatmak için fazla beklememeli kanımca.

Haftanın notları

İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yayımlanan bir araştırma, güzel bir kadınla sadece beş dakika yalnız kalmanın, erkeklerde stres hormonu kortizol seviyesini artırdığını ortaya koymuş. Vücutta fiziksel ya da psikolojik stres altında üretilen kortizol hormonu seviyesinin yüksek seyrinin, kalp ve şeker hastalıkları ile yüksek tansiyonu artırabileceğine işaret edilmiş.
(Demek ki hayat ‘Çirkin ilen bal yiyemem/Güzel ilen taş taşırım’ türküsündeki gibi değilmiş. Güzel kadın sağlığa zarar ziyanmış. Eh akıllı kadınlar da erkekleri korkutuyordu zaten. O zaman hem akıllı hem güzel kadın adamı öldürür dersek yanılmış olmayız(!)

Uzmanlar ekmek ile ilgili bilinen en yanlış kanının ekmeğin şişmanlattığı düşüncesi olduğunu belirtmiş ve ‘İnsanlar herhangi bir bilimsel temele dayanmadan, diyete başlamadan önce ekmeği sofralarından uzaklaştırarak hata yapıyorlar. Ekmeğin üzerine sürülen tereyağ, reçel, çikolata şişmanlatır, ekmek tek başına yendiğinde şişmanlatmaz, aksine kontrollü tüketildiğinde kilo bile verdirir’ demişler.
(Desenize üç beyazdan uzak durup yıllarca ağzına ekmek sürmemiş onca kadın boş yere yıllarını ekmeksiz geçirmiş.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder