Şirin Sever

21 Temmuz 2024, Pazar 07:00

Kültür sanat etkinlikleri ömrü uzatır mı?

Bilim insanlarının söylediğine göre, evet! Mesela tiyatroya gitmek ömrü uzatıyormuş. Kesin bilgi olabilir, hemen yayalım bence. Hatta bunu sadece tiyatro olarak sınırlandırmayalım… Zamanında bir yerlerde okumuştum; University College London’dan (UCL) bir uzman, düzenli olarak kültür ve sanat etkinliklerini takip edenlerin erken ölüm riskinin yüzde 31 azaldığını tespit etmiş. Araştırma sırasında yaşları 50’nin üzerinde olan yaklaşık 7 bin İngiltere vatandaşının verileri analiz edilmiş de bu sonuca ulaşılmış üstelik. Öyle atmasyon bilgi değil yani. Araştırma sonuçları elbette sanatın direkt olarak ömrü uzattığını söylemiyor ama bu alanla ilgilenen insanların fiziksel ve zihinsel sağlıklarını güçlendirdiği yönünde bulgular ve gözlemler var sonuç olarak. Uzun lafı kısası; ömrünüzün uzamasını istiyorsanız bol bol tiyatro izleyin, konsere gidin, müze ziyaret edin, sanat eseri görün. Hem böylece ufkunuz açılır, bakışınız değişir, anlama pratiğiniz gelişir. Nietzsche demiş ya hani; sanat, hakikat yüzünden ölmeyelim diye var. Bakın, bu da önemli bir neden. Hayatın saçmalıklarına dayanmanın yollarından biri de sanat. Uzattım biraz ama bakın lafı nereye getireceğim… Ömrü uzatmak için sanat etkinliği ararsanız, müzeleri ihmal etmeyin. ‘Ama çok sıcak’ demeyin; zira, bu aralar pek çok müzeyi gece gezme imkanı var! Mesela Topkapı Sarayı cumartesi akşamları 21.00-23.00 arasında ziyarete açıldı. Müze olduğundan beri ilk kez gece saatlerinde ziyarete açılan Saray’ı gezmek için Türk vatandaşları 1000 TL ödüyor, biletler gişeden alınıyor. Gece ziyaretleri gruplar halinde gerçekleştiriliyor ve sarayın atmosferi geceleri bir başka oluyor. Şu sıcaklarda şahane hareket bence, bravo.

‘Golden Hour’da şahane eserler

Madem sanatın iyileştirici, güzelleştirici ve geliştirici etkisinden bahsediyoruz… Yeni haberler de verelim. Artık şöyle bir gerçek var malum; bir bölgede turizmi hareketlendirmenin, kaliteli turisti o bölgeye çekmenin tek yolu deniz kum güneş ve eğlence değil. Artık bu maddelere sanat da eklendi. Sanat destinasyonu olunca, turizm de direkt canlanıyor. Bu anlamda Bodrum bir sanat destinasyonu olmuş durumda. Tüm otellerin kapısından girdiğinizde sizi sanat eserleri karşılıyor, galeriler peş peşe sergiler açıyor, sanatçılar koleksiyonerlerle buluşuyor. Eserlerini ve sanatçılarını tatil bölgesine taşıyanlardan biri de Sevil Dolmacı Gallery… Yalıkavak’taki Tilkicik koyunda konumlanan Ruins Bodrum ile özel bir projeye imza atan Sevil Dolmacı; dünya çapında tanınmış Türk ve uluslararası çağdaş sanatçıların heykel ve resimlerinden oluşan bir seçkiyi otelin sofistike atmosferinde sanatseverlerle buluşturuyor. Tarihi dokuları çağdaş sanatla birleştirme konusunda oldukça başarılı olan Sevil Dolmacı Gallery’nin, koyun şahane gün batımından ihamla ‘Golden Hour’ adını verdiği sergi, izleyene renkli ve eğlenceli bir dünyanın kapılarını açıyor. Gün batımında mücevher gibi parlayan eserler arasında Jeppe Hein heykelleri, Meksikalı sanatçı Bosco Sodi resimleri, Haluk Akakçe işlerinden Ekrem Yalçındağ resimlerine kadar pek çok çarpıcı eser var. Sergi, 15 Eylül tarihine kadar sürecek, Bodrum’da tatil yapanlar ‘Golden Hour’a da zaman ayırsın bence.

Yapılacak şey belli…

* Dijital kıyamet hayatımızı nasıl etkiler, fragmanını önceki gün gördük. Küresel çaptaki yazılım krizi nedeniyle uçaklar uçamadı, bankalarda işlem yapılamadı, borsalar, devasa şirketler kilitlendi. O zaman yapılacak şey belli; bu konuda yapılan en iyi filmleri hemen arka arkaya izlemek!

* Emel Sayın, ‘Başrolde Emel Sayın’ isimli bir konser serisine başlıyor. Çeşme, Bursa, Bodrum, Antalya açıkhava semalarında sanat müziği melodileri yükselecek demektir bu. Doya doya sanat müziği dinlemek adına yapılacak şey belli; bu konserlerden birine mutlaka gidilecek!

18 Temmuz 2024, Perşembe 07:00

Pahalılığı Bodrum Çeşme üzerinden tartışmak…

Tatil beldelerindeki fahiş fiyatlar bizi her gün hayretler içinde bırakırken, enteresandır ama durumun normal olduğundan dem vuranlar da var… Biz tatil bölgelerindeki gecelik otel fiyatlarının, ev kiralarının uçukluğuna şaşakalırken, “Ne var canım, Bodrum Çeşme de Türkiye’nin Cote D’Azur’u” diyenler var. İnsanlar daha insaflı tatil yapmak adına Yunan kıyılarını tercih ederken, kapı vizesinin kalkması için uğraşanlar var. Kardeşim kazıklamayın insanları, onlar da gitmesin karşı kıyıya! Ama yok! ‘Hem kazıklayacağım, hem de bana gelsinler’ kafasında esnaf var! Değişik duygulara kapılıyorsun haliyle…

* * *

Geçen hafta Arkas Sanat Alaçatı’nın açılışı için Çeşme’deydim mesela. Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli de açılışa katıldı ve merkezi açan Lucien Arkas’a bu değerli yatırım için teşekkür ettikten sonra gazetecilerin soruları başladı. Konu tatil beldelerindeki pahalılığa da geldi kaçınılmaz olarak... “Genç sanatçılar pahalılıktan dolayı Çeşme’ye gelemiyor, barınma problemi sanatın buraya taşınmasına da engel oluyor” şeklindeki bir tespit ve soru üzerine Başkan Denizli şu cevabı verdi: “Bu düşünceyi turizm açısından sakıncalı buluyorum. Çeşme pahalı mı? Evet ama Çeşme’nin pahalılığı Türkiye’den farklı değil. Bugün enflasyonun yüzde 150 sınırlarını geçtiği bir ülkede, barınma sorununun tüm Türkiye’ye yayıldığı bir ülkede lokasyon üzerinden pahalılık tartışması yapılması bana göre yanlış. Bodrum Çeşme gibi sezonluk bölgeler her zaman piyasanın üzerinde fiyatlara sahipti. Elbette ülkedeki fiyat artışları sezonluk bölgeleri daha fazla etkilemiş olabilir ama bu meseleyi Çeşme Bodrum İzmir üzerinden tartışmak doğru değil.”

* * *

Bana da bu mevzuya sakıncalı demek çok sakıncalı geliyor nedense! Zira gerçeği kabul etmeyince sorunların da üzerine gidilmiyor maalesef. Evet, Türkiye’de genel bir pahalılık olduğu doğrudur; hem konut, hem otel, hem yeme içme anlamında uçurumun giderek açıldığı herkesin malumudur. Fakat Çeşme ve Bodrum gibi yerlerde kantarın topuzunun iyice kaçtığını da kabul etmek gerek. Beach ücretleri, gecelik otel konaklama fiyatları hatta lahmacunun fiyatı dahi insanların kaçmasına yetiyor. Bir başkan olarak Denizli yaklaşımında haklı olabilir, onu da anlıyorum ama bu beldelerdeki pahalılığı ‘her yer böyle’ diyerek normalize etmek yerine işe yarar çözümler bulunmalı bana kalırsa. Daha fazla halk plajı mesela daha hoş olmaz mı? İnsanların en az 1500 TL verip plaja girmesi normal mi ya da? Pahalılık ayrı, fırsatçılık apayrı. Parası, zenginliği dillere destan Demet Akalın bile Çeşme’deki fiyatlara isyan ediyorsa, vatandaşı siz düşünün bi’ zahmet.

Yunan adaları huzursuzluğu

Yukarıdaki yazıyı yazarken bir habere denk geldim... ‘Yerli turistin Yunan adalarına olan ilgisinin turizmcilerde yarattığı huzursuzluk’ üzerine bir yazı. Mesela bir turizmci diyor ki, “Eğer fiyat düşürebiliyor olsaydık, boş kalmak yerine fiyatlar düşürülürdü ama maliyetler çok yüksek. Yanlış karşılaştırmalar ve bunu kullanan birkaç işletmeden ötürü tüm sektörü sorumlu tutamayız…” Pardon ama ‘birkaç işletme’ mi? Benim bildiğim genel halimiz bu! Çeşme’de bir iki halk plajı hariç; 1000 TL’nin altında gireceğiniz kaç plaj var? Bir akşam yemeği yediğinizde, kaç liraya o masadan kalkacağınızı biliyor musunuz? Sosyal medyada Çeşme’deki 7 bin 800 TL olan bir hesabın, komşu Sakız’da 2 bin 800 liraya denk geldiğini gösteren adisyonlar paylaşılıyor bu arada. Geçelim bu mağdur edebiyatını o yüzden. Yunan adalarındaki gibi düşürün fiyatları, kaldırın astronomik giriş ücretlerini, insanlar makul fiyata yesin içsin, bakalım o upuzun kuyruklara girip adalara gidiyor mu? Hem ‘maliyet yüksek’ de, ‘fiyatları düşüremem’ de, hem de tatilci adalara gitmesin diye kapıda vize uygulamasını şikayet et! Ne güzel dünya ya. Şu kadarını söyleyeyim; adalara günlük vizeyi kaldırsanız bile kimse sizin fahiş fiyatlı beach’inize gelip orada lahmacun yemeyecek, buna inanın! Kafanızı, vizyonunuzu, bakışınızı değiştirmek zorundasınız.

14 Temmuz 2024, Pazar 07:00

Alaçatı’da polis iş başında

Geçen hafta sonu Alaçatı’daydım... Bir akşam dostlarla ‘şöyle bir turlayalım’ dedik, bakalım Alaçatı boş mu, dolu mu? Gördüğümüz şu: Meşhur köy meydanındaki kafeler ve barlar dolu, bir takım bilinen, ‘in’ mekanlar dolu ama geri kalan her yer boş. Bir de gece ilerleyince gençlerin gittiği bazı mekanlar doluyor, müziği basıyorlar bangır bangır, gençler takılıyor. Sezonluk açılan meyhaneler, mekanlar, müzikli yerlerin durumu çok iç açıcı değil. Esnaf da genel olarak mutsuz. Üstelik bunu bana Alaçatı’da oturan arkadaşlarım söylüyor, bu benim kaldığım iki geceden çıkardığım sonuç değil. E normal; insanlar geceyi kaça kapatacaklarını bilmiyor, soyup soğana çevrilir mi emin olamıyor, parası olan da kalitesiz hizmet almak, lezzetsiz yemekler yemek istemiyor. Peki Alaçatı’da en çok neresi iş yapıyor biliyor musunuz? Dondurmacılar! İki meşhur dondurmacı var Hacımemiş’te; ikisinin önü de kuyruk. Bir top dondurma 80-100 TL arasında satılsa da, insanlar en azından dondurma zevkinden mahrum kalmak istemiyor. O kadar olur. Dikkatimi çeken bir başka durum da artan polis sayısı oldu. Özellikle temkinsiz bölgelerde o kadar çok polis var ki; vale terörüne izin verilmiyor, bar kapılarında kimseye göz açtırmıyorlar. Alkol muayenesi desen, o da bol. Arkadaşımın oğlu Alaçatı Port’tan köy içine gelene kadar 3 kez çevirmeye takıldığını anlattı mesela. Çok ünlü beach’teki ‘sivil’leri de bizim 21 yaşındaki genç delikanlıdan öğrendik yine. “Gelip bizim yaştakilere kimlik soruyorlar sürekli” diyor. “Çok iyi yapıyorlar, helal” diyoruz biz de. Özellikle çocuğu dışarda olan aileler durumdan mutlu. Bravo İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve kolluk kuvvetlerine. Her türlü denetimi, alkol çevirmesini, asayiş kontrolünü yapsınlar; şu tatil beldelerini magandalardan ve mafyadan temizlesinler artık. Gördüğüm kadarıyla Alaçatı sakinleri ve turistlerden de tam destek var.

Çeşme’nin ilk sanat merkezi

Bu hafta önemli bir açılış vardı Alaçatı’da... Çeşme’nin ilk sanat merkezi Arkas Sanat Alaçatı açıldı. Çeşme’de turizmi iki aydan daha uzun süreye yaymak adına önemli bir yatırım. Üstelik şahane ve dolu dolu iki ayrı sergiye birden evsahipliği yapıyor mekan. Yıl boyunca da bu sergilere paralel tasarlanan sanatçı konuşmaları, seminer, atölye gibi etkinliklerle sanatseverleri kucaklayan bir merkez olacak. Merkezin açılışında konuşan Arkas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Lucien Arkas, “Arkas Sanat Alaçatı bizim 5. sanat merkezimiz. 13 yıl evvel başladık sanata yatırım yapmaya, devamı da gelecek. Çeşme’nin yalnızca 2 ay değil tüm yıl akıllara gelmesi lazım” diyerek detayları şöyle anlattı.

* İki sergi salonumuz var. Biri kalıcı, diğeri geçici iki sergimiz var şu an. Kalıcı sergimiz, 2017 yılında önce İstanbul’da ardından da İzmir’de Arkas Sanat Merkezi’nde açtığımız Victor Vasarely sergisi.

* Victor Vasarely, 20. yüzyılın sanat dünyasında iz bırakan, geometrik desenler ve optik illüzyonlar üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan bir sanatçı. Op Art akımının kurucusu. Sanatçının farklı dönemlerinden resim, duvar halısı ve heykel olmak üzere 30 eserinden oluşan bir seçki sergileniyor.

* İzmir’in ve hatta Türkiye’nin kültür-sanat ortamındaki en büyük ihtiyaçlardan biri de genç sanatçıların, izleyiciyle buluşacakları mekanların sayıca artması. Yeni mekânımız Arkas Sanat Alaçatı’da bu ihtiyaca da çözüm olmayı hedefledik. Süreli sergimizi genç sanatçılara, modern ve çağdaş sanata yer verecek şekilde kurguladık. ‘Yeni Topraklar/New Lands’ başlıklı koleksiyonda; 40 yaş altı 155 sanatçının 157 eserini bir araya getirdik.

* Yurt dışında bütün müzelerin muhakkak bir kafesi vardır; hem sanat merkezini gezsinler hem oturup sohbet edebilsinler diye. Biz de Monreve Patisserie’yi sanat merkezini ziyaret edenler için buluşma alanı olarak tasarladık.

11 Temmuz 2024, Perşembe 07:00

12 bin yıllık çanta aşkı!

Bugün bu köşenin gündemi çanta! Evet, kadınların uğruna bazen ruhunu sattıkları çantalar. Önce binlerce yıl öncesine gittim bir haberle... Göbeklitepe, Irak ve Meksika’daki antik duvar oymaları, kadınların binlerce yıl önce kare şeklinde, kısa ve yarım daire saplı çantalar kullandığını ortaya koymuş. Tarihin sıfır noktası denilen Göbeklitepe’deki taş sütunlarda bile tasvir edilmiş çantalar. Üstelik makyajın, parfümün, saç fırçasının ortaya çıkmasından çok önce kullanılıyormuş. Yani kadınların çantaya düşkünlüğü nerden derseniz... Sanırım insanlığın doğuşundan! Ardından günümüzden başka bir haber düştü dünya basınına. Dünyaca ünlü markalar Dior ve Armani’nin İtalya’daki üretim operasyonlarına, işgücü sömürüsüne izin verdikleri gerekçesiyle bir yıl süreyle kayyum atandı. Biz sadece belediyeler ve bankalara kayyum atanmasına alışığız ama neyse... Gerekçe neydi? Bu markaların Çinli işçi çalıştırıp 53 dolara ürettikleri çantaları 2600 dolara sattıkları ortaya çıkmış. Emek sömürüsü, vicdansızlık, haksızlık ne derseniz var. Uğruna çıldırılan o çantaların perde arkası böyle işte. Peki kimse umursar mı bu durumu çanta alışverişi yaparken sizce? Sanmıyorum, kadınlar o çantalara çıldırmaya devam edecek yine. Dünya düzeni böyle maalesef. Peki kadınların çanta ile kurdukları bu bağ neden? Bu haberleri art arda okurken, aklıma yıllar önce okuduğum bir kitap geldi.

HİÇ SIRADAN BİR AKSESUAR DEĞİL

Okuduğum, hatta daha önce de haber yaptığım bu kitap; Fransız sosyolog Jean-Claude Kaufmann’ın ‘Çanta’ isimli kitabı. Merakla okumuştum çünkü kadın çantası üzerine kitap yazılmış olması yeterince ilginç bence! “Sıradan bir aksesuvar değildir çanta. Diplerinde saklanan çakıl taşlarından bir gözde unutulmuş alışveriş listelerine, bisküvi kırıntılarından aile fotoğraflarına, küçüğünden büyüğüne en değerlisinden en günceline içerdiği tüm çeşitlilikle apayrı bir evrendir” diyen yazar şunu ekliyor satırlarına: “Bir kadının çantasının içine göz atmak, ruhunun içine göz atmaktır.” Aynen öyle! Erkekler belki bir kadının çantasıyla kurduğu ilişkiyi çözse, kadınları da çözerdi kimbilir! Sonra yazar şöyle bir yol izliyor... ‘Psychologies’ dergisi için kaleme aldığı makalelerden birinde kamuoyu yoklaması başlatıyor, insanların ona çantalarını yani bir nevi hayatlarını anlatmasını istiyor. Tam 75 çanta hikayesi geliyor. O kadar ajanda, anahtar, telefon, kağıt mendil, naneli şeker açığa çıktıktan sonra da oturup bu kitabı yazıyor.

KADININ ÇANTASI ONUN PSİKOLOJİK SİLAHI MIDIR?

Kadın kimliğinin ayrılmaz bir parçası, belki de yansıması olan çantaları ve içindekileri çözmeye çalışan Jean-Claude Kaufmann; kadınların çantalarını karıştırarak aslında bir tabuyu da yıkmış oluyor.

İşte kitapta yazdıkları…

07 Temmuz 2024, Pazar 07:00

Çikolatalı menopoz bademi bile yedirmeyen bu dünya…

Bizim gazetenin arka sayfasında gördüm haberi… Bir İngiliz sağlıklı gıda markası ‘çikolata kaplı menopoz bademi’ etiketiyle ürün çıkarmış. Bir kadının günlük yağ ihtiyacının tamamını içeren bu tatlı atıştırmalığın menopoz semptomlarını yatıştırdığı ve ruh hali desteği sağladığı iddia ediliyormuş. Baktığınızda, çok mantıklı ve gerekli. Zira menopoz döneminde, ‘doğa bile kadınlara amma acımasız davranıyor’ diyeceğiniz kadar çok şey eksiliyor vücuttan. Gelin görün ki olay İngiltere’de böyle karşılanmamış. Ürün tartışma çıkarmış çünkü markanın bu şekilde kadınları küçümsediği ileri sürülmüş. Menopoz için ürün çıkarmak kadınları küçümsemek mi? Hiç anlamadım bu duyarlılığı ben şahsen. Menopozlu kadınlar için aktivistlik yapan Kate Muir isimli kadın, ürünü ‘çılgınlık’ olarak nitelendirip itiraz etmiş mesela. “Bu ürün ile bir çikolatadan alabileceklerinden çok daha iyisini hak eden savunmasız bir grup kadın sömürülüyor. Umarım kadınlar bunun gibi saçma sapan para kazandıran ürünlere harcama yapmazlar!” Anladığım kadarıyla aktivist abla, ürün içeriğinden memnun değil. Dolayısıyla menopozlu kadınların sömürüldüğünü düşünüyor. Elbette şu an ürünün içeriğini bilmiyorum ama her şeye itiraz eden, her konuda aktivistlik yapanlardan da yılmış durumdayım. Azalarak bitin lütfen! Bilen bilir; maalesef menopoz diye bir gerçek var ve bütün kadınlar er ya da geç tadacak bunu. Ve bu öyle bir hikaye ki, ruh halin değişiyor, vücudun değişiyor, hormonların değişiyor, resmen başka bir boyuta geçiyorsun. Buna iyi gelen, belki vücuttan kaybedilenleri yerine koymaya yönelik iyi bir ürün yapıldıysa neden itiraz edersin ki? Aslına bakarsanız benim de itirazım var. Şöyle ki, menopoz konusunda her kafadan bir ses çıkmasına itiraz ediyorum! Bu öyle çetrefilli bir konu ki, doktorlar bile ikiye bölünmüş durumda. Menopoz ilaçlarıyla destek alıyorsun, bir grup doktor ‘aman sakın kullanma’ diyor. Diğer grup ‘olur mu öyle şey, bu ilaçlar kaybettiklerini yerine koyuyor, desteksiz olur mu?’ diye akıl veriyor. Kimi dinleyeceksin bu durumda? Kalakalıyorsun. Yani öyle bir karmaşa ki bu menopoz, ‘çikolata kaplı menopoz bademi’ bile yiyemiyorsam, batsın bu dünya!

Bazı şeyler üzerine düşünmek…

Ünlü felsefeci ve yazar Schopenhauer’ın şahane bir lafı var: “Doğumdan 5 dakika sonra ismine, dinine ve mezhebine karar verirler. Ve sen ömrünün geri kalanını seçmediğin şeyleri savunarak geçirirsin...” Özellikle bizim topraklar için ne kadar geçerli. Onca hoşgörüsüzlüğe, düşmanlığa, linç etmeye, can almaya ve bunların gerekçelerine bolca şaşırdığımız bu topraklarda ne kadar düşünülesi. Yaşadığımız tartışmaların, girdiğimiz kavgaların anlamsızlığını ne güzel özetliyor. Ama muhtemeldir ki, üzerinde durup düşünmek bile anlamsız gelecektir bu kadar ezbere yaşayan bir topluma. Son günlerde tartıştığımız, gaza geldiğimiz, bölündüğümüz pek çok haberi düşünürken aklıma geldi bu laf. Körü körüne inanmanın, hiç uğruna kavga etmenin, ‘benim gibi düşünmüyorsun’ diye saldırmanın anlamsızlığını kavrayabilsek.. Üzerine biraz düşünebilsek keşke. Demek istedim.

BİR DEMET SAÇMALIK

* ‘Dünya Güzellerim’ isimli bir ‘freak şov’ var malum... YouTube’tan ekranlara transfer olmuş yeniden sanırım, çok gerekliymiş gibi. Kurgu olduğu her halinden belli şakalar yapıp duruyor modası geçmiş üç ünlü ve bir takım insanlar da bunu bayılarak izliyor. Sosyal medyada önüme düşüyor şaşırıyorum, ‘bunlara mı gülüyorlar gerçekten?’ diye. Herkesin kendi kalitesidir bir şey diyemem elbette ama izlenmek uğruna neler yapıyor yaşını başını almış bu insanlar, hayret ediyorum. Yine önüme çıktı son bölüm, bu kez Bülent Ersoy şınav çeken bir sporcunun sırtına binmiş, rol arkadaşları da etrafında kahkahalar atıyor. Komik desen değil, ilginç desen değil; düpedüz sakillik. Elitist bir yerden de söylemiyorum ama gerçekten sormak istiyorum: Eğlencede bile zeka düzeyimiz bu mudur yahu?

* Bakın mesela gündem olmak için konuşanlardan bir başkası! Aynur Aydın isimli şarkıcı demiş ki; “Kar aslında yazın yağmalı. Güneş de kışın açmalı. Böylelikle yazın insanlar serinler, kışın da ısınır.” Ne büyük laf di mi?! Bu güzide düşünceleri herkes aklından geçirebilir elbette ama magazin siteleri de alıp bunu haber diye satmaz artık ya! Ama durun ya, ben de alıp buraya taşıdım. Ne oldu şimdi? Zincirleme salaklık gibi bir şey sanırım. Pişmanım!

04 Temmuz 2024, Perşembe 07:00

Seninle evlenmediler mi?!

Konumuz yine evlilik... Daha doğrusu, kadınların evlilik üzerinden tanımlanması meselesi. Yıl olmuş 2024, hala kadınlara ‘seninle evlenmediler mi’ sorusu soruluyor. Hem de uluorta, hem de herkesin duyması sağlanarak. Belki o kadın evlenmemiştir kimseyle, olamaz mı? Anladınız mevzuyu... Hülya Avşar’ın Meryem Uzerli’ye dedikleri günlerdir gündemde. Üzerinden de epey geçti ama benim gibi düşünen, benimle aynı yerden bakan canım okuyucularım ‘yazmayacak mısın?’ deyip duruyor. Yazı günüm geldi çattı madem, yazayım...

* * *

Meryem Uzerli

Malum sohbette Avşar, iki kız çocuğu olan Uzerli’ye sohbet boyunca şöyle ‘muhteşem’ sorular soruyor: “İlişkilerini bir türlü oturtamadın, bu hayat zor değil mi?” “Seninle neden evlenmediler?” Evet evet, üstelik evliliğinde aldatılan, ilişkilerinde ‘başarılı’ olamamış (onun bakışıyla söylüyorum) bir kadın soruyor bu soruları. Acıklı. Ama Avşar’ı linç etmeye gerek yok aslına bakarsanız; yıllardır geliştiremediği, değiştiremediği ‘bildiklerini’ tekrarlıyor. Mayası bu, beslendiği yer bu, toplumun aynası kendisi. Allah’tan Meryem Uzerli öyle değil, yurt dışında yetişmenin artıları belki de kimbilir. Hayran kaldım söylediklerine... Diyor ki “Ne zaman aşk başarılı ki? Sen biriyle öldüğün güne kadar beraber olduğunda mı aşk başarılı? Biriyle ilişki yaşayıp ‘bu olmuyor’ deyip ayrılmak mı başarısızlık? Bence aşk için başarılı ya da başarısız diye bir şey yok. Bu bir hayat yolculuğu...” Bu cahilliğe karşı verilebilecek en şahane cevapları veriyor yani. Aşk zaten başarılı olunabilen bir alan değil yahu! Ama işte... Ne kadar anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anlayacağı kadardır.

* * *

O yüzden diyorum zaten; mesele burada Hülya Avşar değil... Asıl mesele hayattaki başarıyı, ilişki ve evlilik üzerinden kurgulamak. Şunu anlamak önemli: Hayatta evlenen, çocuk yapan, mutlu olan insanlar var ve evet şahane bir şey bunu yakalamak. Ne mutlu onlara. Ama evlenmek istemeyen, çocuk yapmak istemeyen ya da aldatıldığını, aşağılandığını, ezildiğini bile bile ilişkiyi sürdürmek yerine ayrılan insanlar da var. Bu niye başarısızlık olsun? Tam tersine böyle bir şeyi yaşamak istemediği için ayrılan kişiye başarılı denir. Kendini seçtiği için, kendi yoluna gitmeyi tercih ettiği için. Onun için diyorum işte; burada asıl mesele Hülya Avşar’ı tartışmak ve ekmeğine yağ sürmek değil. TT olduğu için mutlu şu anda, bu da ona yetiyor. Mesele, Meryem Uzerli gibi düşünebilmek, onu rol modeli yapmak, onun gibileri kaale almak, onları alkışlamak ve... Şu köhneleşmiş düşüncelerden ‘artık’ uzak durmak.

30 Haziran 2024, Pazar 07:00

Biz ne yiyelim şimdi?

Sağlıklı yaşam, uzun yaşam, yaş alırken genç kalmak… Adına ne derseniz deyin artık, bu konular söz konusu olduğunda her kafadan bir ses çıkıyor. Her sabah başka bir şeye uyanıyoruz. Uzmanların bugün ‘yapın’ dediği şeyler, ertesi gün‘aman sakın ha’ kıvamına geliyor. Neler dahil değil ki pakete! Ne kadar adım atacağımızdan, sabah kalkar kalkmaz mı yoksa kalktıktan birkaç saat sonra mı kahve içeceğimize, hayvansal süt ürünlerinin faydalı mı zararlı mı olduğuna, çiğ beslenmenin vücuda ettiklerine kadar neler neler boca ediliyor her gün üzerimize. Benim kafam karmakarışık mesela.

* * * * *

* Mesela uzmanlar yürüyüşe takmış bu ara.. ‘10 bin adım şart’ diyene karşı, ‘yok değil, 7 bin adım da olur’ diyen var! Yahu kaç adım atayım, ben şimdi kime inanayım? Başka bir uzmana göre ise eşle yürüyüş yapmak yanlışmış! Eşlerle birlikte yapılan sporda kondisyon sağlanamadığı için maksimum fayda elde edilmiyormuş! Vallahi bu bilim adamları evliliğe düşman!

* Bir başka beslenme uyarısı… Normal sütün zararlarıyla beynimiz yıkandı ve herkes bitkisel süt tüketmeye başladı malum. Badem sütü, yulaf sütü, hindistan cevizi sütü ne bulursak, dadandık! Tam buna alışmıştık ki, başka biri çıktı dedi ki, “Durun, bitki bazlı sütlerin sağlığımıza katkısı sıfır! Hayvansal sütün besleyici içeriğine ulaşması mümkün değil.” Hatta bu bilgiyi destekleyenler, “Yulaf at besinidir, saçmalamayın” diyerek dalgasını bile geçti. Biz ne içelim şimdi, biri de bunu desin!

* Ne yapacağımızı bilemediğimiz başka bir konu da glutensiz beslenme. Bakın hangi masaya otursam, ‘glutensiz besleniyorum’ diyenler çoğunlukta. Çölyak hastalarının beslenme biçimi olan ‘glutensiz beslenme’ birçok faydası olduğu gerekçesiyle normal insanlar arasında da yaygınlaştı. Yapılan çalışmalar ise sağlıklı bireylerde gluteni sıfırlamanın hiçbir faydası olmadığını ortaya koymuş! Bu da yeni bilgi, buyrun buradan yakın!

* Aynı konu çiğ beslenme için de geçerli. Diyetisyenler habire meyve/ sebze suları önersin, salata tarifleri versin; ünlü klinikler, ünlü sağlıkçılar diyor ki “Özellikle saat 4’ten sonra asla çiğ besinle beslenmeyin, vücut sindiremiyor!” Gerçekten bunları okudukça beynim yanıyor. Elime bir somun ekmek alıp ısıra ısıra yiyesim geliyor. Eyyy uzmanlar, kendi aranızda birleşip bir karara varsanız ve bize de bildirseniz, bizi hayattan bezdirmeseniz olmaz mı acaba?

27 Haziran 2024, Perşembe 07:00

Başka bir Bodrum mu acaba?

Şarkıcı, oyuncu Şevval Sam demiş ki..

“Bodrum’un en sevdiğim tarafı sınıf farkı çok az. İster zengin ol, ister orta halli, ister fakir, herkesin burada eğer başını soktuğu bir evi varsa, mutlaka bahçesi var iki katlı. Büyük apartmanlar gökdelenler olmadığı için herkes 3 aşağı 5 yukarı yakın koşullarda yaşıyor. Bunu çok seviyorum...”

Evet böyle demiş. Okurken diyorsun ki, başka bir Bodrum herhalde! ‘Sınıf farkı çok az’ derken, ‘herkes eşit koşullarda’ derken dili sürçtü herhalde! Belli ki Bodrum’da başını soktuğu bir evi ve bahçesi var, oradan da pek çıkmıyor; sosyal medya, gazete falan bakmıyor. Olabilir, tane tane açıklayalım o halde, görevimiz! Öncelikle Bodrum’da 900 TL’ye lahmacun satılıyor Şevval Hanım, hiç duymamış olamazsınız diye düşünüyorum. Üç top dondurma 525 TL, ünlü plajlara giriş ücretleri de en az 1000 TL’den başlıyor. İyi bir otelin gecelik konaklama fiyatını hiç söylemeyeyim moraller bozulmasın boşuna. Evet daha ucuza lahmacun, daha ucuza dondurma, daha ucuza otel (belki pansiyon) yok mu? Elbette var. Hatta pazar esnafı bu fahiş fiyatları duyup dalga geçiyor; “Biz 30- 40 liraya sebze meyve satıyoruz, enayi misiniz siz?” diye... Bu durumda ne diyebiliriz? Bodrum’da bal gibi sınıf farkı var! Hatta sınıflar arasında büyük uçurum var, durumlar öyle sizin bildiğiniz gibi değil. Öte yandan, herkesin orada başını soktuğu bir evi yok! Parası olan fahiş otellerde kalıyor, parasız olan pansiyon ayarı yerlerde. Dahası kredi çekip tatil yapan bile var orada. Çalışan, ter dökene hiç girmiyorum bile. Eşit koşulları bozan da gökdelenler değil zaten! İnanır mısınız bilmem; yatay yapılaşmada da koşullar çok farklılaşabiliyor Şevval Hanım. Özetle... Herkes 3 aşağı 5 yukarı yakın koşullarda yaşamıyor, yani açıklamanız nerden tutsak elimizde kalıyor. Daha yaz başlamadan lahmacun fiyatlarıyla dosta düşmana korku salan uçuk kaçık bir beldeden bahsediyoruz... Dolayısıyla dalga mı geçtiniz, başınıza güneş mi geçti anlayamadık tam olarak. Elbette parası olan gidip ezsin Bodrum’da ama hayat birileri için bu kadar zorken de, ağzımızdan çıkanlara biraz dikkat değil mi ama?

Ortaya karışık sayıklamalar

* Türk sinemasının efsanesi Yılmaz Güney’in hayatı film oluyor... Yüksel Aksu’nun yönetmen koltuğuna oturacağı filmde ‘Çirkin Kral’ı İsmail Hacıoğlu oynayacakmış. En son Cem Karaca’yı oynadı ve şahane performans sergiledi bence. Hacıoğlu’nun bu rolün hakkını da vereceğini düşünüyorum çünkü müthiş bir oyuncu.

* Barış Arduç ve Hande Erçel, ‘Rüzgara Bırak’ isimli romantik film için sete çıkmış. İnşallah eli yüzü düzgün bir film geliyordur. Zira o kadar uzun zamandır, iyi bir aşk filmi çekilmiyor ki! Ya yabancı filmlerin sahneleri birebir kopyalanıyor ya da senaryo aşırı dandik oluyor. Yakışıklı/kaslı bir erkekle, şık kıyafetlere bürünmüş güzel kızı oynatınca, aşka inandıracaklarını sanıyor yapımcılar. Hadi yapımcı yaptı diyelim, oyuncular nasıl ‘evet’ diyor bu senaryolara, hiç anlamıyorum. Neyse, bu iyi çıksın bari.

* ‘Taş Kağıt Makas’ dizisine sardım bu ara... Sezon finali yaptıktan sonra izlemeye başladım ve asla bırakamadım. Bir Kore dizisinden uyarlanan dizide hikayeler nefes kesici. Düşünün dizide bir katil var, kim olduğu da belli ama o kişi bir türlü suçlanamıyor. Her bölümde başka bir gelişme oluyor ve ben ekrana ‘aaa’ diye bakarken buluyorum kendimi. Bence izlemeyenler çok şanslı; bu yaz şahane vakit geçirirsiniz başlarsanız.