Maç öncesi UEFA’nın Merih’e verdiği saçma sapan cezanın etkisini; Berlin Olimpiyat Stadı’nı dolduran Türk taraftarlarının yüzünde görmek mümkündü. Haksızlığa uğramanın kızgınlığı bariz şekilde okunuyordu. Stadın dışı geniş alanlarıyla piknik yeri gibiydi. İki takım taraftarlarını çimler üzerinde sohbet ederken görmek, bizim ligin örneklerinden sonra garip ama ilaç gibi geldi. Hollanda çok istekli ve organize başladı. Bizim takım ise tam ‘İtalyan işi’ defansı sağlama al, kontraataktan pozisyon kovala. İlk yarım saati geçirince de ufaktan rakip kaleye doğru seğirt. Golü bulmamızın bir yolu da duran toplar tabi. İşte böyle bir topta Arda, üstelik sağ ağayıyla öyle bir orta yaptı ki! Samet kafayı yapıştırınca tribünleri anlatamam. Berlin Olimpiyat ‘Burası Türkiye buradan çıkış yok !’ diye inledi. Gol Hollandanın da motivasyonunu bozdu. Golden sonra bizim cocuklar oyunu iyi tuttu doğrusu. Burada Ferdi’ye özel bir paragraf açmak gerek. Kaptan Hakan Çalhanoğlu savunmada da defansta da tecrübesini ve kalitesini konuşturdu. İkinci yarı başında tribünde ‘bir on beş dakika oyunu tutmamız lazım’ diye konuştuk. Son 20 dakikaya kadar bir şekilde getirdik ama fizik gücü bu kadar yüksek takıma karşı 1-0’ı korumak zordu. Bunun için topa daha çok sahip olmalıydık ama olamadık. Rakibin baskısını kıramayınca da golü kalemizde gördük. 76. dakikada basit bir defans zaafıyla yıkıldık. Hollandalı taraftarların tezahüratlarını dinlemek zorunda kalmak çok sıkıcıydı. Korkunun ecele faydası yok. Son dakikalarda biz yüklendik. Pozisyonlar da bulduk ama olmadı işte. Atamadık. Buraya kadar getiren bizim çocuklara şükranlarımızı sunuyoruz. Canınız sağ olsun demekten başka bir söz yok. Sizlerle gurur duyuyoruz. Önümüzde Dünya kupası organizasyonu var. Artık milli takım olarak tüm gücümüzle ona hazırlanacağız.
Türkiye- Avusturya maçını TFF’nin davetlisi olarak Leipzig’de izledim. Öncelikle bu nazik davet ve harika organizasyon için çok teşekkür ederim. Milli takım sahada futbol dersi verirken, biz davetliler statta ve şehirde kusursuz bir organizasyona tanıklık ediyorduk. Gençlerimiz ‘Türkler bu turu geçemez. Türklerin organize yeteneği yok’ yaklaşımını yıktılar. Yolculuk İstanbul’dan başladı. Alanda pek çok eski, yeni dostu görmek güzeldi. Uçakta TFF Başkanı Sayın Büyükekşi istisnasız giderken de dönerken de her konuğun yanına geldi ve tek tek ilgilendi. Beni çıkaramamasını da TV izleyememesine bağladı. Leipzig’de spor müdürümüz sevgili Coşkun Türk’le buluştuk. Maç öncesi havayı koklamak için merkeze indik. Sevgili Coşkun Almanya’da öyle bir tecrübe kazanmış ki; ilk gün gittiği şehrin her yerini keşfedebiliyor. ‘Şuradan gidelim, burası daha kestirme’ falan derken Leipzig’in orta yerine geldik. Leipzig kompakt bir şehir. Çok güzel bir meydanı var. Bizim Türkler her maç öncesi olduğu gibi yürüyüş düzenlediler. Marşlar, tezahüratlar eşliğinde gerçekten görülmeye değerdi. Hani derler ya; dosta güven, düşmana korku salan... İşte öyle bir yürüyüş.
MÜNECCİM MİSİN HAKAN KORKMAZ
Meydandaki kafeler yarı yarıya paylaşılmış. Türkler ve Avusturyalılar yan yana oturuyorlar. Ne ters bir bakış, ne bir laf atma! Birbirine başarılar dileyen hareketler. İnsan, ülkemizdeki gerilimi görünce bu centilmenliğe özeniyor. Tüm Avusturyalıların yüzünde ‘Biz bu maçı kazandık bile kardeş’ bakışları, afraları, tafraları filan. Bir de ‘Şinitzel kebaptan iyidir’ pankartı açmışlar. Te Allahım yarabbim ya! Bizim taraf kararsız. Gönlümüz kazanmak istiyor, aklımız mutedil. Öyle ya turnuvanın en flaş takımıyla oynayacağız. Tura inanmak istiyoruz. Bunun için herkes birbirini gazlamak istiyor ama o gaz bir türlü tam olarak gelmiyor. Oturduğumuz arkadaşlar arasında sadece eski futbolcu yeni menajer Hakan Korkmaz ‘Biz bu turu geçeceğiz abicim.’ diyor. Nasıl bu kadar emin olduğunu sorduğumuzda da ‘Elenirsek tüm Leipzig’e yemek ısmarlarım.’ diyor. Bizim çocuklarla beraber galibiyetten en emin görünen oydu. ‘İnşallah’ deyip stada gittik.
HANİ ŞİNİTZEL DAHA İYİYDİ BİRADER
Baştan söylemeli öyle hiç TV’den izlemeye benzemiyor. Mesela benim ilk gole inanmam çok uzun sürdü. Skorborda bakıyorum, etrafıma soruyorum, sahaya bakıyorum. Galiba öndeyiz evet. İlk yarı geçmek bilmedi. Son dakikalar da öyle. Mert’in son saniye kurtarışında birkaç sıra yana kaymışız. Oynadık, direndik ve kazandık. Kendimi maç izlerken heyecanlı falan sanırdım. Montella’yı gördükten sonra karar değiştirdim. Ben sakin kaçıyorum. Hele yedek kulübesinin heyacanı! Zor oldu ama kazandık. Maç boyu tur bekleyen Avusturya taraftarının yıkımı benim beklediğimden çok çok fazlaydı. Ağlayanlar gördüm. Türküz sonuçta. Serde merhamet var. Yanlarına gidip teselli etmeye çalıştım ama nafile. Ne kadar da ‘bu bir oyun. Çok iyi oynadınız. Siz de bu turu hakettiniz.’ gibi teselli cümleleri kurduysam da faydasız. E hani şinitzel daha iyiydi birader? Bizim kutlamalar geç saatlere kadar devam etti. Bizim çocukların çabasını görünce bir yorgunluk hissetmiyor insan. Memlekete dönüş yolunda hem gerçekte hem de duygu olarak harbiden uçuyorduk. Şu günlerde böyle bir morale çok ihtiyacımız vardı. Umuyorum bu zafer daha büyüklerinin bir aşaması olur. Yaşanması, hissedilmesi, orada olunması gereken bir zafer gecesiydi. Ben de büyük bir keyif ve gururla diyorum ki; oradaydım.
Hemen her maç önü, maçı yazan meslektaşlarım maçtan önce bir ‘giriş yazısı’ yazar. Bu maç öncesi benim yazacak bir şeyim yoktu. Bu maç; önceden bir şeyler yazılacak’ bir maç değildi... Rakibin gücünün, yok bilmem takım oyununun, Montella’nın kadro tercihinin falan öneminin olmadığı bir maçtı. Maç boyu Hakan Çalhanoğlu’nu aradık mı? Evet. Stadın abartısız 4’te 3’ü bizim taraftarımızındı. Gurbetçilerimiz her maç olduğu gibi bizim çocukları yalnız bırakmadılar. Maçın hemen başında Merih’le bulduğumuz gole inanmamız dakikalarımızı aldı ama öne geçmiştik. ‘Bu skoru korumamız gerek’ dediğimiz, uzatmalarla beraber 45 dakika nasıl geçti anlamadım bile. Sanki Leipzig Arena’da slow motion (ağır çekim) bir film izledik. Dakikalar geçmek bilmedi. İkinci yarı maçın kahramanı Merih kafayla bir gol daha attı. Sonra Avusturya da bir gol attı ama sonrası resmen VATAN SAVUNMASI!.. Bizim çocuklar direndikçe direndi. Son saniye Mert Günok ‘çeyrek finale’ uçtu! Maç sonunu görmenizi isterdim. 2. Vatan Almanya’da, Leipzig’de ‘Bir Başkadır Benim Memleketim’i seslerimiz kısılana kadar söyledik. Müthiş bir keyifti. Şu gergin günlerimizde bu galibiyet ilaç oldu. Ayağınıza taş değmesin çocuklar. Çekya naçı sonrası ‘şimdi Avusturya düşünsün’ diye yazmıştım. Şimdi de bağıra bağra diyorum ki; Şimdi Hollanda düşünsün!.
Kolay maç olmayacağını biliyorduk. Montella, Portekiz maçı sonrası eleştirilere kulaklarını tıkamamış, gereğini de yapmış. Çocukların iştahı da son derece yerindeydi. Turnuva öncesi; ‘Ya 2008 ruhunu bir daha yaşayıp yeni bir başarı öyküsü yazacağız, ya da kaderimize razı olacağız’ diye yazmıştım. Dün akşam 2008’i geçtim, başka bir ruhumuz vardı. 20. dakikada Çekya (haklı olarak) 10 kişi kalınca bizim de doğal olarak iştahımız kabardı. Çekler 10 kişi kalınca bizi de 10 kişi bırakmak için her pozisyonda Oskarlık oynamaya başladılar ama mesele; artık guruptan çıkmaktan çıkıp, memleketin ‘moralini yerine getirme meselesi’ olmuştu. Çeklerin 2. devre başlangıcı birbirini ‘gaza getirme’ tripleri bizim için 2008’de kaldı mesela. Bu çocukların 2024’te bu millete öğreteceği yeni şeyler vardı; milli takım forması giyen çocuklarımızın daha önce giydiği takım formalarının hiçbir öneminin olmadığı mesela. Mesela; Gürcistan maçının kahramanı Samet’in bir maç sonra linç edilmemesi gerçeği. Hatta daha ileri gidenler için ‘İtalya liginin en iyi orta sahası’ Çalhanoğlu öyle bir gol atar ki mesela! Yediğimiz haksız gol bile moralinizi bozmadı ama hakem her pozisyonda Çekleri oyunda tutmaya yemin etmiş gibiydi. Burada bize bir gol lazımdı. Onu da Cenkim Tosunum attı. O sırada Cenk’in hangi takımda oynadığı hiç kimsenin ne aklındaydı ne de umurundaydı!. Bizim ‘milli çocuklar’ başardı. Maç sonu Çekler çirkefliğin doruklarına çıktı ama ne yaparlarsa yapsınlar. Bu maç sonunda aklımıza 2008 Avrupa şampiyonası geldi doğal olarak. Ne Çekler aynıydı ne de biz. Şimdi başka bir hikaye yazma zamanı. Son 16’dayız. Rakip Avusturya. Şimdi onlar düşünsün.
Montella’nın kadro tercihi, sakatlıklar gibi zorunlu bir gerekçeyle olsa da soru işaretleri ile doluydu. Bu soruların yanıtı bizim açımızdan biraz acı oldu. Bu maç, Gürcistan maçı gibi ‘bireysel yetenekler’ ile kazanılacak bir maç değildi. Takım olarak oynamamız gereken bir maçtı. O bireysel yeteneklerin en kralı kulübedeydi. Sahada olanlardan ise, ilk yarıda Kerem dışında verim alamadık. Portekiz’den gol yemek anormal bir durum değil ama kendi kendimize attığımız gol bize yakışmadı. Çok büyük şanssızlık !. İkinci yarıya bir umutla başladık ama arkaya atılan bir topta fark üçe çıktı. Rakip sahaya giden tek adamımız Kerem çıkınca Portekiz olayı tamamen antrenman maçına bağladı. Çekya maçında tabi ki böyle oynamayacağız Oynamamalıyız da… Her maçta bir kahraman beklemek yerine takım olarak oynamak zorundayız. Biz bu guruptan çıkarız. Çıkarız da; bu maçtan çıkartacağımız dersler olmalı. Öncelikle defans güvenliğini bu kadar boş bırakma lüksümüz yok. Bir de, bir zahmet bir forvetle oynayalım artık. Arda oyuna girdikten sonra verdiği katkı ortada. Portekiz maçı gibi önemli bir maçta en azından kazanan kadroyla başlasaydık. Gürcistan galibiyetini biraz büyüttük. Bu galibiyeti sadece kutlamış, dün akşamki maça çalışmamışız. Şimdi gerçekçi olmak ve işi sıkı tutmak zorundayız. Maça, tribünden sahaya giren taraftarlar kadar giremedik.
Dortmund taraftarının tanımıdır ‘sarı duvar’. Biz Türkler dün o duvarı ‘kırmızı duvar’ yaptık. Bizim takım resmen turnuvanın ev sahibi gibi. Müthiş bir taraftar desteği vardı. Ah bir de Kaan Ayhan direğe takılmasaydı! Bastırdıkça bastırdık. Mert Müldür gelişine acayip vurdu. Müldür güldürdü. Kenan ofsayta takıldı. Sonra olmayacak bir gol yedik. Top iğne deliğinden geçti. Orta alan hakimiyetini rakibe bırakınca sıkıntı yaşadık. Burada Hakan Çalhanoğlu’nun niye sorumluluk almadığını herkes kadar merak ediyorum. Gürcistan’ın çok basit taktiği ile kilitlenen maç çok ciddi can sıkmaya devam ederken; Arda Güler bu vasatlığa ‘Yeter!’ dedi. Muhteşem vurdu Arda muhteşem. O doksanı mimlemiş sanki. Helal olsun çocuk sana! Rahat bir maçı kendi kendimize zora soktuk. Son saniye Kerem fişi çekene kadar sıkıntı çektik. Galibiyetle başlamak çok önemli ve güzel. Galibiyete rağmen gördüğüm bazı eksikleri söylemek isterim. Hakan ve Arda iki sekiz numara gibi. 10 numara yeri dolu değil. Takım olarak değil bireysel yetenekler ile ön plana çıkıyoruz. Doğum gününü kutluyoruz ama Montella’nın skoru koruma anlayışı yakışmadı. Burada değişikliklere saygısızlık etmek istemem. Maç sonu stadda ‘Memleketim’ şarkısı çaldı. Tüyler diken diken. O sarı duvar dün kırmızı duvar oldu. Beklentimiz artık yüksek.
EURO 2024 yolunda son ve en belirleyici hazırlık maçını kaybettik. Kaybetmemize rağmen, Polonya maçı son derece yol gösterici oldu. Zaten Montella da maç öncesi bunun altını çizmişti. Stoperlerimizin sakatlığı ve kadronun ‘küçültülmesi’nin getirdiği tartışmalar turnuva öncesi çok konuşulan konular olsa da uzun süreceğini düşünmüyorum. Stoper konusunda Samet, çok ilginç bir figür. Mesela Hakan Çalhanoğlu nasıl kendi kulübünde oynayıp, milli takımda (o kadar) oynamıyorsa, Samet de tam tersi.
Milli takımda gayet iyi. İstekliyiz, yetenekliyiz ama bu özelliklerimizi skora daha çok yansıtmamız lazım. Hücum gücümüze kıyasla defansımızın zaaflarını gördük. Bu zaafa rağmen, golü yedikten sonra tüm takım buna isyan etti. Bu baskıya değil Polonya, Almanya bile dayanamazdı. Barış beraberliği getirdi ama 1996’da Vlaoviç’ten yediğimiz gole benzer bir gol yedik benzer dakikada. Bu takımın ileri ucu bana 2008 milli takımını ve o takımın sahip olduğu ruhu hatırlattı. Hani şu son saniyeye kadar maçı kovalayan ruh. Defans ise 1996’daki halimizi. Orta alan konusunda kararsızım. 2024’te ya 2008’deki ruhla oynayıp ‘gidebileceğimiz yere kadar’ gideceğiz ya da 1996’daki gibi hayal kırıklığı yaşacağız. Buna bizim çocuklar karar verecek.
Cumartesi günü Galatasaray’ın 26. başkanı seçilen Sayın Özbek’i tebrik ederim. Hayırlı uğurlu olsun. Son maç! Bir puan bile seni şampiyon yapacak. Doğal olarak stres yükü fazla. Konya için olmak ya da olmamak maçı. Koca bir sezonun emeği gelmiş tek bir maça kalmış. Maçın sonunda kral takımını şampiyonluğa taşıdı. Galatasaray temkinli başladı.
Kerem Demirbay yerine ilk 11 başlayan Berkan, oynadığı futbolla bu kararın ne kadar yerinde olduğunu gösterdi. Abdülkerim’in direğe takılması (bu sezon direğe takılan 29. top) stresin dozunu artırdı. Hem takımda hem taraftarda bir gol baskısı olacakken Icardi; ‘Ben bu anlar için buradayım’ dedi ve Köhn’ün ortasında kafayla sarı-kırmızıya gönül verenleri coşturdu.
Icardi’nin ikinci golü ise, reklamında oynadığı pırlanta kadar güzeldi. Peşinden Berkan. Bu tür final özelliği taşıyan maçlarda taktik disiplin pamuk ipliğine bağlı olur. Büyük takımların özelliği tam da böyle anlarda ortaya çıkar. Ne olursa olsun sakin kalmayı bilmek lazım. Gerilim o denli etkiliydi ki; Okan Buruk gereksiz bir itirazla sarı kart bile gördü. Sahanın en sakin adamı bana göre hakem Tugay Kaan Numanoğlu idi. Cim Bom’un 24. şampiyonluğunu kutluyorum. Bu işin tarot falı ile değil de ‘sahada’ belirlendiğini görmüş olduk. Galatasaray şampiyonluğunu, Icardi krallığını ilan etti. Sırada 5. yıldızı takmak kadar, artık Avrupa’da başarılı olmak gerekiyor. Süper Lig şampiyonluğu çok kıymetli. Ama artık Avrupa’dan bir kupa istiyoruz.