Verda Özer

24 Temmuz 2024, Çarşamba 07:00

Lüksü yanlış yerde arıyorsun

Sizce “lüks” nedir? Muhtemelen birçoğunuzun aklına pahalı bir çanta, çok yıldızlı bir otel, şatafatlı bir masa veya son model bir araba geliyor. Peki bu kelimenin Latince “lux (luks) yani “ışık” kelimesinden geldiğini söylesem… Lux “ışık” demek aslında. Tam da bu yüzden bu kelime önceleri çok ışık veren lambalar için kullanılırmış. Zamanla gösterişli avizeler için kullanılmaya başlanmış. Derken gösteriş, şatafat kavramlarıyla özdeşleşmiş. Yani kısacası bugün “gereksiz israf ve şatafat” gibi algılanan ve bir yandan özenilen lüks, aslında hakiki anlamından koparılmış. Sadece kelime kökeninden dolayı değil, gerçek lüksten çok uzaklaştığımız için de. Anlatayım…

GERÇEK LÜKS ÖZENDİR

Anneannelerinizi, babaannelerinizi hatırlayın. Gerçek kuş - kaz tüyünden yastıklar kullanırlardı. Şiltelerini keçeden yaparlardı, çünkü çok şifalıydı ve rahattı. Bir elbise için en “has” kumaşı tercih eder, onu özenle diker ya da diktirirler, dolayısıyla bunun için yani kendileri için zaman ayırır, o özeni gösterirlerdi. Ya da eski dönem şehir mimarisine bakın. Yapıların her bir köşesi ne kadar özenli ve de detaylar insanın içinde rahat yaşayabilmesi için ne kadar ince tasarlanmış. Kısacası son dönemlere kadar insanlar kendi hayatlarını dolduran detaylarda görüntüye değil, o “şey”in içeriğine göre yani çok daha bilinçli seçimler yapar; üretilen her “şey”e özel ihtimam gösterirlerdi. “Asıl lüks, ilk adımından son adımına kadar gerçekten dikkate alınmış bir elbisedir” diyerek bunu dile getiriyor tasarımcı Victoria Beckham, Beymen’in 50. yılını kutlamak için hazırladığı “Lüksün İzinde: Anadolu’da 500 Yıllık Bir Yolculuk” belgeselinde. Tam da buradan yola çıkarak belgeselde; gitgide azalan zanaatkârlığa, usta-çırak ilişkisine özel bir vurgu yapılıyor. Eskiden bir Mevlevi dedesinin bir saati 9 yılda üretmesi örnek verilerek, insanın kullanacağı “şey”e verilen değere atıfta bulunuluyor.

MADDİYAT DEĞİL, RUH HALİ

Bu toprakların kadim değerlerinin, kültürel mirasının peşine düşen ve Netflix’te yayınlanan, yapımını da DEPO Film’in üstlendiği belgeseldeki konuşmacılar arasında Osmanlı Sanatı Uzmanı Serdar Gülgün de yer alıyor. “Gerçek lüks güzel bir ceket değildir, daha iyi bir astarı olan bir ceket giymektir” diyerek bizi ne kadar yanlış yere baktığımızı fark etmeye davet ediyor. Sadece görünene, gösterişe, maddiyata değer yükleyerek işin özünden uzaklaştığımızı düşündürüyor. Asıl lüksün bize gerçekten iyi gelen ve iyi hissettiren şeyler yani bir ruh hali olduğunu, ama maddiyatı en üst mertebeye koyarak bu gerçeklikten ve dolayısıyla kendimizden ne kadar koptuğumuzu fark ettiriyor.

21 Temmuz 2024, Pazar 07:00

Anadolu gün yüzüne çıkıyor

Sizce bizi özel kılan şey nedir? Cevabı basit: Bizi ‘biz’ yapan şeyler. Bize has, bize özgü olan o biricik harman. Ne Doğulu ne Batılı; hem Doğulu hem Batılı oluşumuz. 3 büyük imparatorluğa -Roma, Bizans, Osmanlı- binlerce yıl ev sahipliği yapmamız. Horasan’ı, Tebriz’i, Bosna’yı birleştirmemiz. Haçlı seferlerinin, Baharat Yolu’nun, İpek Yolu’nun geçtiği, yani tüm dünyayı birbirine bağlayan topraklarda bulunmamız.

* * *

Kısacası; çeşitli dinlerin, ırkların, kültürlerin aynı yerde birlenmesi. Renklerin, dokuların, kokuların, seslerin yan yana değil iç içe geçmesi. Farklılıkların birbirine karışıp yepyeni bir oluşumu, Türk kültürünü ortaya çıkarmış olması. Yoksa bugün Londra’da, New York’ta sayısız millet yan yana yaşıyor. Ama birbirine karışıp ortaya yeni bir kültür çıkarmıyor. İşte bizi biz yapan asıl ‘şey’ bu.

EŞSİZ ZENGİNLİK

“Ben ne kadar zengin olduğumu binlerce yıllık bir çeşmeden su içerken, farklı dinlere ev sahipliği yapmış kutsal bir mekanın kapısına dokunurken, surların tepesinden Samatya’yı seyrederken anlıyorum. Ne mutlu ki; sokağın sağ tarafında 2024’ü yaşarken, sol tarafında 1800’lerden kalma harika bir duvarla karşılaşıyorum” diyerek sahip olduğumuz, başka hiçbir toprakta bulunmayan muazzam zenginliği özetliyor Dünyaca tanınan mücevher tasarımcısı Sevan Bıçakçı. “Lüksün İzinde: Anadolu’da 500 Yıllık Bir Yolculuk” belgeselinin lansmanında konuşan Bıçakçı’yı, Osmanlı Sanatı Uzmanı Serdar Gülgün izliyor. “Dünyada daha ‘kozmopolit’ diye bir kavram ortada yokken, Osmanlı kozmopolitti. Kristof Kolomb 1492’de Amerikan topraklarına ayak basıp orayı Hindistan ve halkını Hintliler sanırken, biz Museviliği-Hristiyanlığı-farklı milletleri biliyorduk. Dünyanın o dönem bu farklılıklardan haberi bile yoktu. Biz bu topraklarda ne bildiğimizi bilmiyoruz” sözleri yüzümüze çarpıyor.

17 Temmuz 2024, Çarşamba 07:00

İşte bu yüzyılın hikayesi

200 yıldır içinde yaşadığımız düzen tamamen ‘bozmak’ üzerine kurulu. Dünya’nın bize verdiği öz malzemeleri alıp, onları istediğimiz ‘şeyleri’ üretmek için kullanıp, sonra da o ‘şeyleri’ atmamız üzerine tasarlanmış. Küçük bir çocuğun oyuncaklarla ilişkisi gibi: Al-kullan-at. Yani tek yönlü bir sistem içindeyiz. Ekonomi de arkamızdan sürekli “endişe etme, nasıl olsa büyüyoruz, daha fazlasını üretiriz” diye sufle yapıp duruyor. İşte bu düzen toplumlarda eşitsizlikleri tavan yaptı. Dünyanın en zengin 8 insanının servetinin, en fakir 3.6 milyar kişinin toplam servetinden daha fazla olması gibi. Bu da şu an içinde olduğumuz ekolojik çöküşü beraberinde getirdi. Çünkü kısıtlı olan Dünya kaynakları, sonsuz tüketime asla yetemezdi.

SONSUZ DÖNGÜSELLİK

Bu adil olmayan düzene alternatif olarak uzun yıllardır farklı ekonomik modellemeler öne sürülüyor. Ki ‘adil olmayan’ derken, sadece ‘insanlara karşı adil olmayan’ gibi algılıyoruz. Oysaki taşa toprağa, havaya suya, kurda kuşa, yani her varlığa karşı adaletsiz olan bir düzenin içindeyiz. “Aslında çözüm için doğaya bakmamız yeterli. Dünyada hiçbir şey sadece almak veya sadece vermek üzerine kurulu değil ve olamaz. Her şey tüketirken üretir, üretirken tüketir. Hiçbir varlık salt tüketici ya da salt üretici değildir, sonsuz bir döngüsellik içindedir. Bir ağaç bunun en güzel örneği. Topraktan su ve mineraller alırken, karşılığında yapraklarını toprağa dökerek onu besler” diyor Good4Trust’ın Kurucusu, Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi Dr. Uygar Özesmi. “Dolayısıyla insan olarak ne Dünya’nın doğasına, ne de kendi doğamıza uygun yaşıyoruz çünkü insan aslında değer üreten ve bu Dünya’ya katkıda bulunmak üzere gelmiş bir canlıdır” diyerek devam ediyor.

TÜRETİM EKONOMİSİ

Tam da bu felsefeden yola çıkarak ‘türetim ekonomisi’ kavramını yarattıklarını anlatıyor. ‘Üretim’ ve ‘tüketim’ kelimelerini birleştirerek ortaya çıkardıkları bu kelimenin, dünyada bir ilk olduğunu ekliyor. 29-30-31 Mayıs tarihlerinde Kadir Has Üniversitesi’nde Türkiye’deki ilk ‘Türetim Ekonomisi Konferansı’nı düzenleyerek, alternatif ekonomi ve sürdürülebilirlik alanında dünyanın en önde gelen uzmanlarını ağırlamışlar. Akbank ve Greco Sigorta’nın sponsor olduğu konferansın ortakları arasında Ashoka Türkiye, Atölye, Doughnut Türkiye, Good4Trust.org, Good Money Lab, İmece, inogar. coop, Mikado, Onarım Atölyesi, PlumeMag, Sosyal Ekonomi, World Fair Trade Organization, Yekpare, Yeşil Düşünce Derneği, Vegan Sofralar gibi önemli kurumlar var. Konferansın devamı ise önümüzdeki yıllarda elbette gelecek.

EN GÜÇLÜ EKONOMİ AMAZONLAR

14 Temmuz 2024, Pazar 07:00

Yarının köyleri bugün kuruldu

Yarının köyleri sizce nasıl olmalı? Bunu sormanın tam vakti çünkü bugünün köyleri hızla azalıyor. Tarımın ve köyde üretimin bu kadar zayıflamış olmasının arkasındaki ana sebep de, gençlerin bu alanı terk etmeleri ve aile çiftçiliğinin neredeyse bitmiş olması. Gençler tarımla uğraşmak ve köyde yaşamak istemiyorlar. Getirisi onları tatmin etmiyor. Fiziksel zorlukları da onlar için cabası.

* * *

Ammavelakin tarımıçiftçiliği cazip hale getirmenin yolu, gençlere ulaşmaktan geçiyor. Bunun için ise üretimi “akıllı” hale getirmek, yani teknolojinin nimetlerinden yararlanmaktan başka çaremiz yok. Dahası, “akıllı tarım”ın ekonomik maliyeti de daha düşük. Ne var ki bugün köyde yaşayan yaşını almış çiftçilerin teknolojiyle arası çok kötü. Dijital okur-yazarlıkları çok zayıf. Dolayısıyla “akıllı tarım”a adapte olamıyorlar. O halde bu uçurum nasıl kapatılacak? Yaşlanan kırsal nüfusla teknoloji, gençlerle köy arasındaki kopukluk nasıl onarılacak? Üretmeye devam etmek istiyorsak yarının köyleri nasıl olacak?

YEREL ÜRÜNLER DÜNYAYA AÇILIYOR

Bu kopukluğu ancak bir e-ticaret devi giderebilirdi ve öyle de oldu. Tarımla teknoloji arasındaki uçurumu kapatmak üzere Türkiye’nin e-ticaret devi Trendyol, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ile birlikte ‘Yarının Köyleri’ projesini önce geçtiğimiz aralık ayında Adana’daki Kürkçüler Köyü’nde, mayıs ayında da İzmir Seferihisar’da Ulamış köyünde hayata geçirdi. Sırada ise sonbaharda Sakarya’nın Taraklı köyü var. Benim de ziyaret ettiğim Adana ve İzmir’deki Yarının Köyleri’nde hem akıllı tarım uygulamaları yapılıyor hem de içinde yer alan dijital merkezde köylülere dijital okur-yazarlık eğitimi veriliyor. Yıl sonu/2025 başında Diyarbakır ve Hatay’da açılacak olan diğer köylerden sonra, bu projeyle 5 yıl içinde 10 köy-1 milyon kişiye ulaşılması hedefleniyor. “Bu çalışmamızla bu illerdeki e-ticaret girişimcisi en az yüzde 60 artacak. Böylelikle bu topraklarda üretilen yerel ürünler doğrudan dünya pazarlarıyla buluşacak. Azerbaycan, Almanya ve Körfez ülkelerine (Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman ve Bahreyn) açılan Trendyol vesilesiyle; mesela Diyarbakır’da bir çarşıda kumaş satan bir tüccar bu ürününü bırakın tüm Türkiye’yi, artık bu dünya pazarlarında satabilecek” diyor Trendyol Grubu Kurumsal İletişim Direktörü İrem Poyraz.

DÜNYAYA AÇILIM

Tabii pazara açılacak olan ürünlerin birçoğunun coğrafi işaretli, yani sadece o yörede yetişiyor olması özellikle çok değerli. Hem bu ürünlerin devamının sağlanması, hem de çok daha geniş kitlelerce tanınması açısından. Mesela Adana’da Çukurova pamuğu, Aladağ dokuması, narenciye ve Karaisalı biberi; Diyarbakır’da badem, karpuz, menengiç, üzüm, bakır ve ipekli dokuma; İzmir’de enginar, zeytin, karakılçık buğdayı, keçiboynuzu ve keçe – kök boya – iğne oyası, sakız ağacı gibi… Üreticilerin aldıkları eğitim sonrasında bu ürünlerden inovatif yeni ürünler yaratacak olmaları ise ayrıca heyecan verici. Örneğin geçtiğimiz hafta Ulamış köyünde tanıştığım kadın kooperatiflerinin üyeleri; Urla enginarından enginar suyu, sirkesi, reçeli, gibi sayısız ürün ürettiklerini anlattılar.

03 Temmuz 2024, Çarşamba 07:00

Yeni dünyaya yeni okul gerek

Malum, yeni müfredat 1 ay önce kabul edildi. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla hazırlanan müfredat, çok da eleştiri aldı. Detaylarına başka bir yazıda değinmeden önce, bu dönemin kodlarını ve çocuklarını-gençlerini anlamamız gerek.

* * *

İşin aslı şu: Bugün çocukları ve gençleri anlamak için çok daha fazla çabalamak zorundayız. Hepsinin hayatı son yıllarda, ama özellikle pandemiden beri çok değişti. Korona döneminde zaten 2 yıl sokağa çıkamadılar, evlerinden derse katılmak zorunda kaldılar. Okuldan soğudular. Sosyallikten uzaklaştılar. Öğrenmeyi, okumayıyazmayı, kitabı bilgisayarla özdeşleştirdiler. Dijitalleştiler. Sonrasında her ne kadar tekrar fiziksel eğitime geri dönülmüş olsa da, hem çocuklargençler o travmayı ve bıraktığı izleri hâlâ taşıyorlar, hem de dijitalleşme artık hayatlarına tamamen hükmediyor.

8 SANİYELİK DİKKAT

Dahası; Twitter, Snapchat, TikTok, Instagram’ın kısa metin-kısa video politikaları nedeniyle uzun video ve uzun yazılara tahammül düzeylerinde muazzam bir düşüş var. Microsoft’un yaptığı yeni bir araştırmaya göre, ortalama dikkat süresi 8 saniyeye kadar düşmüş durumda! Bu kadar kısa sürede bu kadar kökten değişen çocuklara-gençlere, 20. yüzyıldaki okulla, öğretmenlikle, müfredatla karşılık veremeyiz. Zira yepyeni bir yerdeyiz. İşte tam da bu yeni yere göre okulları, eğitim sistemini, öğretmenleri değiştirmemiz gerekiyor. Hem de acilen. Yoksa ne mi olur? Eğitimden uzaklaşmış, kitap okumamış, konuşma becerisi zayıf, iş hayatında tutunamayan, hayatta kaybolmuş nesiller olur.

HİBRİTLEŞMELİYİZ

Bir kere uzmanlara göre; daha önce hiç olmadığı kadar çok kekemelik çeken, konuşmakta zorlanan, okuduğunu anlamayan çocuk var bugün. Sebebi de yukarıda saydığım sebepler. Her şeyden önce; bu kadar dijitalleşmiş ve ‘demek ki uzaktan da öğrenebiliyorum’ diyen bir nesil için hibrit sisteme geçilmesi gerek. Ki tüm dünyada da zaten melez sistemler uygulanmaya başlandı. Yani bazı derslere fiziksel, bazılarına online katılım mümkün olabilmeli. Yoksa şu an zaten çok artmış olan açıköğretim ve okuldan ayrılma eğilimi çok daha hızlı yayılabilir. Bu gidişle ‘öğrenmesiz okullaşma’ (schooling without learning) dediğimiz durum hâkim olacak.

26 Haziran 2024, Çarşamba 07:00

Dünyayı yuvan yaptın mı?

Dışarıda bir şeyi değiştirmenin yolu, önce içeriyi değiştirmekten geçiyor. İçimizdekini. Ancak içerisi değişirse, o değişim dışarıya yansıyor. Böylelikle dünya değişiyor. Bugünlerde şahit olduğumuz savaş hali de öyle. Hep derler ya “kendi içindeki öfkeni bitirmediğin sürece, dünyada savaşlar bitmez” diye... Aynısı çevre kirliliği, iklim krizi için de geçerli. Her birimizin doğanın bir parçası olduğumuzu anlamadan, hiçbir şeyin değişmesi mümkün değil.

* * * * *

İstediğimiz kadar “iklim krizi var, çevreyi kirletmeyin, gıda israf etmeyin!” deyip duralım. Sonuçta bir şey değişiyor mu? Hayır! Çünkü bunun için doğanın bizim içimizde, bizim de doğanın içinde olduğumuzu yani bir olduğumuzu fark etmemiz gerekiyor. Toprağın, havanın, suyun kirlenince bizim de kirlendiğimizi anlamadan olmuyor. İşte iklim değişikliğinin kendi içimizdeki değişimden geçtiğini fark eden ve bu farkındalıkla çok şey yapan bir oluşum var: Yuvam Dünya. Bu yeni nesil doğa derneği, tek tek bireyleri fark etmeye ve harekete geçmeye çağırıyor. Sosyal medyada yaptıkları kalbe dokunan, vurucu paylaşımları takip ettikçe dernekle bağlantıya geçmeden edemedim.

BİR GÜN ARTIK BUGÜN

İklim krizini merkezine almış olan Yuvam Dünya, farklı bir dernek. Masa başından ve üst perdeden konuşarak sürekli bilgi vermek yerine gerçekten insanlara dokunmaya ve toplumu dönüştürmeye çalışıyor. Havanın, suyun, toprağın ne kadar kirlendiğini duyunca ‘İyi de ben ne yapabilirim ki?’ diye soran ve kendini bu çevre krizinin dışında hisseden insanlara bir kere yol gösteriyor. Her bir birey sorumluluk aldığında ve harekete geçtiğinde dünyanın toptan değişebileceğine inanıyor. Öncelikle dernek bu ayın sonunda cep telefonlarımıza indirebileceğimiz bir aplikasyon bulmuş. Adı ‘İz Bırakmayanlar.’ Bu uygulama bir gün boyunca ne kadar ‘karbon ayak izi’ bıraktığınızı hesaplayacak. Yani ne kadar tükettiniz ve bunun ne kadarını israf ettiniz, havaya, suya, çevreye ne kadar zarar verdiniz? Üstüne de bunu nasıl düşürebileceğinizi gösterecek. Yani reçete, yol haritası da verecek. Tabii her gün çevre-iklim haberlerini de buradan takip edebileceksiniz. “İklim krizi sadece kutuplarda ve uzak zamanlarda olacak bir vakıa değil. Tam da bugün ve burada! O yüzden ‘Bir Gün Artık Bugün’ diyoruz biz. Amacımız; sorunun bir parçası olan herkesi, çözümün de bir parçası yapmak” diyor Yuvam Dünya’nın Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Kocabıyık.

FUTBOLUN GÜCÜ

Yuvam Dünya farkındalık yaratabilmek için insanlara ulaşabilecekleri her aracı kullanıyor. Bunların başında da futbol, müzik ve diziler geliyor. Zira bu üçü, topluma ulaşabilmenin en güçlü yolları. Beşiktaş Spor Kulübü ile çalışan dernek, iklimle ilgili mesajlarını futbol sahasına taşımayı başarmış. Beşiktaşlı futbolcular giydikleri formalarda ‘Bir Gün Artık Bugün’ mesajını taşımışlar. Maçlarda büyük dijital ekranlarda Yuvam Dünya’nın iklim mesajlarını yayınlamışlar. Kıvılcım Kocabıyık’tan bu girişimini dinlerken, aklıma efsanevi lider Nelson Mandela geldi ister istemez. Zira Güney Afrika’daki Apartheid rejimini-yani beyazların siyahilere uyguladığı korkunç kıyımı- futbolla bitirmişti. “Sporun insanları birleştirici gücü başka çok az şeyde vardır. Spor sadece çaresizlik olan yerde bile umut yaratır. Engelleri ortadan kaldırır. İnsanlarla anladıkları bir dilde konuşur” diyen Mandela’nın yolunu izlemiş Yuvam Dünya. Darısı Beşiktaş gibi tüm futbol kulüplerinin başına.

17 Haziran 2024, Pazartesi 07:00

İklim krizi değil, sağlık krizi!

“İklim krizi denilince sanki uzaklarda, dışarıda, oralarda bir yerde olan birşeymiş gibi düşünülüyor. Oysaki iklim krizi kendi içimizde oluyor! Çünkü bizim sağlığımızı her şeyden çok etkiliyor, sayısız hastalığa sebep oluyor. Bu yüzden iklim krizi aslında bir sağlık krizidir!” Bu sözler, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde İç Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı olan Prof. Dr. Mine Durusu Tanrıöver’e ait. 20 yıldır bulaşıcı ve kronik hastalıklar üzerine çalışan Mine Hanım, “zaman içinde iç hastalıkların iklimle ne kadar bağlantılı olduğunu fark ettiğini” söylüyor.

Zaten iklim kriziyle mücadele için yola çıkmış olan Yuvam Dünya derneği ile yolu da bu yüzden kesişmiş. Türkiye’deki sağlık çalışanlarının, öğrencilerinin ve bu alandaki akademisyenlerin de bu bağlantıyı fark etmeleri ve iklim krizinin sağlığımız üzerinde hızla artan olumsuz etkilerine karşı hazırlıklı olmaları için; Hacettepe Üniversitesi ve Yuvam Dünya, yanlarına Koç Üniversitesi Tıp Fakültesini de alıp, İklim Kliniği’ni kurmuşlar. Yaptıkları araştırmalarla ve eğitim programlarıyla toplumdaki farkındalığı arttırmayı hedefliyorlar. “İklim krizinin sağlığımızı ne kadar etkilediğini ve ne kadar çok sayıda ölümcül hastalığa sebep olduğunu gördükten sonra bir şeyler yapmamak delilik!” diyor Yuvam Dünya’nın Kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı Kıvılcım Kocabıyık. Peki o zaman nedir bu korkunç etkiler?

HAVA SICAKLIĞIYLA ARTAN HASTALIKLAR

Her şeyden önce iklim krizi yıllık ortalama hava sıcaklığının ve yıl içinde ‘çok sıcak’ geçen gün sayısının artmasına, kuraklığa, yağışın azalmasına, aşırı yağışla gelen seller gibi doğal afetlerin artmasına, tüm bunların getirdiği gıda sıkıntısına (gıdayı saklamada sorunlar, gıdaya ulaşmada yaşanan sıkıntılar, tarımda ve tarım arazilerinde bozulmalar) sebep oluyor. “İşte tüm bunlar da hastalıkların, enfeksiyonların artmasına sebep oluyor. İklim krizi doğrudan kişisel hayatlarımızı ve toplumsal hayatı muazzam etkiliyor” diyor Prof. Mine Durusu Tanrıöver. Mesela yükselen su sıcaklığı nedeniyle ortaya birçok bulaşıcı hastalık çıkıyor. ‘Vektör’ denilen taşıyıcı hayvanlardan bulaşan enfeksiyonlar da cabası. “Örneğin sivrisineklerle, keneyle vs. bulaşan birçok hastalık var. Hava sıcaklığı yükselince hayvanlar buna uyum sağlıyor, bu da onların direncini ve gücünü arttırıyor. Her türlü döngüleri hızlanıyor. Böylelikle bizim üzerimizdeki etkileri çok daha artıyor” diyor.

RUH SAĞLIĞIMIZ ETKİLENİYOR

Suyla bulaşan kolera gibi hastalıklar da deniz suyunun ısınmasıyla daha da etkin hale geliyor. Sıcaklık artışıyla alerjilerde de muazzam artış gözleniyor. Sıcak geçen mevsimler uzadıkça polenler artıyor; yoğunluklarından dolayı astım hastaları başta olmak üzere alerjilerde yükselme oluyor. Havanın ısınmasıyla artan nem de aynı şekilde sonuçlara sebep oluyor. Sıcak çarpması gibi doğrudan etkiler ise zaten aşikâr. Bebekler, yaşlılar, kalp-tansiyon gibi yüksek sıcaklığa uyum sağlamakta güçlük çeken gruplar en çok zarar görenler. “Ruh sağlığımız da yüksek sıcaklıktan ciddi etkileniyor. İntihar vakalarında artış gözleniyor. Bir kere birçok ilaç yüksek sıcaklıkla olumsuz etkileşime giriyor. Ayrıca bazı ilaçlar insanların sıcaklığa uyum mekanizmasını zayıflatıyor. Çok sıcak havada su kaybının çok olması da kronik hastalıkları tetikliyor” diyor Prof. Tanrıöver.

12 Haziran 2024, Çarşamba 07:00

İklim değişti bir sen değişmedin

Aniden bastıran sıcaklar nedeniyle hepimizin dilinde aynı cümle: “Hepsi küresel iklim krizi yüzünden!” Oysaki bilim insanları binlerce yıldır Dünya’nın farklı evrelerden geçtiğini ve iklimin de buna göre değişkenlik gösterdiğini hep söylüyorlar.

MİNİ BUZUL ÇAĞI MI?

Hatırlarsanız daha 2 yıl önce de yaz aylarında maruz kaldığımız sürekli rüzgârlar, ara sıra bastıran olağanüstü sağanak yağışlar nedeniyle “hayatımızda görmüş olduğumuz en serin yaz” diyenler çoktu. Bir önceki kış çok sert geçmiş olduğu için de bir anda “Dünya aslında ısınmıyor, soğuyor’ diyenler ortaya çıkmıştı. Hatta ‘Mini Buzul Çağı’nın kapımıza dayandığını söyleyen akademisyenler vardı. Peki nedir bunun aslı astarı? İçinde bulunduğumuz durum bir kriz mi? Çağlar bu kadar hızlı değişir mi?!

ISINMA SÜRESİ HIZLANDI

Cevabı, ‘iklim’ denilince ilk akla gelen isim olan Prof. Mikdat Kadıoğlu’ndan alıyorum. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Meteoroloji ve Afet Yönetimi Profesörü olan Mikdat Kadıoğlu, “Hava durumuyla iklimi birbirine karıştırıyorlar. Temel kavramlar birbirine girmiş durumda! En ufak bir hava değişikliği olunca hemen ‘iklim değişikliği’ diyorlar. Her şeyi iklime bağlıyorlar. Oysa bahsettiğiniz sert kış da, serin yaz da sadece gelip geçici hava değişimleri” diyerek söze başlıyor. “Oysaki ‘iklim değişikliği’ denilen trend çok yavaş gelişir. Eskiden Dünya 150 bin yılda 1 derece ısınırdı. Şimdi ise insan faktöründen dolayı sadece 150 yılda 1 derece ısınıyor” diyerek durumu açıklıyor. Yani 1000 kat daha hızlı bir ısınma süreci... Ancak yine de hâlâ 150 yıl alan bir trend. Yani öyle sert geçen bir kışla falan bozulabilecek bir gidişat değil.

BENZER SÜREÇLER YAŞANMIŞ

Mikdat Hoca ‘Havadan Sudan Doğru Bilinen Yanlışlar’ kitabında havanın havaigeçici bir şey olduğunu, ‘iklim değişikliğinin’ Dünya’nın var olduğundan bu yana hep yaşanmış bir süreç olduğunu özellikle vurguluyor. Mesela 1816 yılında Endonezya’da devasa Tambora Volkanı’nın patlaması sonucunda o yıl yaz mevsimi yaşanmamış. Patlamanın külleri Güneş ışınlarını kestiği için, ‘yazsız yıl’ olarak tarihe geçmiş. Bu da Dünya’nın Buzul Çağı’na geçişini hızlandırmış. Güneş’teki patlamalar ve dolayısıyla Güneş’ten Dünya’ya gelen enerji miktarı, Dünya’nın uzaydaki astronomik hareketleri (yani ekseninin kayması sonucunda mevsimlerin yer değiştirmesi), volkan patlamaları ve tektonik hareketler (depremler) ise iklim değişikliğinin başlıca nedenleri. Hatta tektonik hareketler sonucunda 100 yıl önce koskoca bir kıta olan Hindistan’ın nasıl bir ülkeye dönüştüğü örneğini veriyor Mikdat Hoca.