Magazin Acıdan kaçınmak için kendimizi kandırıyoruz

Acıdan kaçınmak için kendimizi kandırıyoruz

Paylaş
Acıdan kaçınmak için kendimizi kandırıyoruz

Arda Erel, sekizinci kitabı ‘Senin Hakkında Bir Hikaye’yi okuyucusuyla buluşturdu. Romanda aşk, ayrılık ve yas temalarını sorguluyor. Artık herkesin aşk acısından kaçındığını ve bunu çok sağlıklı bulmadığını söylüyor.

Arda Erel, sekizinci kitabı ‘Senin Hakkında Bir Hikaye’yi okuyucusuyla buluşturdu. Romanda aşk, ayrılık ve yas temalarını sorguluyor. Artık herkesin aşk acısından kaçındığını ve bunu çok sağlıklı bulmadığını söylüyor. Yeni romanı üzerinden biz de bu meseleleri sorguladık.

Haberin Devamı

AŞIK OLDUĞUM İNSANI ÖNCE PARLATIYORUM SONRA BUNDAN RAHATSIZ OLUYORUM

Yeni kitabınızın adı, ‘Senin Hakkında Bir Hikaye’. Bana yazma ihtiyacı doğuran her şey biraz insanın kendiyle ilgili gibi gelir. Bu hikayenin ne kadarı sizin hakkınızda?

Ben bir romanı yazmaya başlayacağım zaman duygusal bir tema seçiyorum. O konu bazen benim hayatıma dokunmuş, bizzat deneyimlediğim bir konu bazen de başkasında gördüğüm ve beni çok etkilemiş bir yaşanmışlık oluyor. Burada tema ayrılık ve yas. Kendi yaşadığım bir ayrılıktan yola çıkarak yazdığım doğrudur. Bir ayrılık gecesini, oradaki travmaları anlatıyorum. Biz, günümüzde ayrılığı ve yası çok çabuk geçiştirmeye çalışıyoruz.

Çok doğru. Son zamanlarda röportaj yaptığım çoğu insan uzun süreli aşk acısı çekmediğini söylüyor artık. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Haberin Devamı

Çünkü acıdan kaçmaya meyilliyiz. Bir duyguyu bastırmak için bir sürü farklı uyarana saldırıyoruz. Artan ilaç kullanımını da buna bağlıyorum ben. Alkol tüketimi gibi alışkanlıkları da. Oysa yası bastırmak yerine yaşamaktır sağlıklı olan. Ben geldiğim noktada bunu yapmaya çalışıyorum.

“Konu aşk olduğunda sana gerçeklerden bahsedeceğini söyleyen kimseye inanma” diye başlıyorsunuz kitaba. Buradaki gönderme bildiğimiz anlamda yalanlara mı?

Aslında ‘yalan’ diye etiketlemek istemem bu duyguyu. Bunu bence hepimiz yapıyoruz. Bir çeşit manipülasyon da diyebiliriz ve çoğu zaman kendi kendimize yapıyoruz bunu. Her insanı başta yüceltiyoruz, onu bir sürü renge boyuyoruz. Kendi deneyimimde şunu fark ettim mesela. Başta bir insanı çok parlatıyorum ve sonra o parlaklıktan rahatsız olmaya başlıyorum.

Bunu neye bağlıyorsunuz?

Bence acı çekmekten korkuyoruz. Bir şeyler ters gitmeye başladığında onun yaratacağı acı ihtimalini baştan törpülemeye çalışıyoruz çünkü kendimizi korumak istiyoruz.

Kitabın ana sorularından biri; insan hep hatırlamak istediği birini nasıl unutur? Bu soruda gizli eleştiri var gibi hissettim. Bu gönderme yarasını kaşıyan insanlara mı?

Unutmak ve hatırlamak ifadeleriyle ilgili de kafamızı çok karışık buluyorum. Sürekli bir şeyleri unutmaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de motivasyonumuz güya yine acıdan kaçınmak oluyor ama kaçındığın şeyi tamir edemezsin ki. Bir şeyi unutmanın yolu bence onu hatırlamaktan geçiyor. Yani bastırmadan yaşamak. Yine aynı noktaya dönüyoruz.

Haberin Devamı

“Beni yaralamıştı ama ona yakınlaşmıştım da” ifadesi altını çizdiğim bir satır. İnsanın yara zaafının altında sizce ne var?

Romandaki karakter kendince o an, kendisine karşı affedilemez bir hata yapıldığını düşünüyor ama bir yandan onu affetme duygusuyla ona yakınlaştığını da düşünüyor. Ben duyguları hep iki taraflı görmeye çalışıyorum. Bazen bir hayal kırıklığı da bizi birbirimize bağlayabiliyor.

TÜRKİYE YAŞI ÇOK ÖNEMSİYOR YAŞLIYI ‘YAŞLI’, GENCİ ‘DENEYİMSİZ’ DİYE KÜÇÜMSÜYORUZ

Romanda 60 yaş üstü bir kadın karakter, kocası öldükten sonra kocasının parasını yemeyi ve dünyayı gezmeyi düşünüyor. “Neden bana herkes emekli maaşımı soruyor?” diye sitem ediyor. Burada da bir yaş sorgulaması var sanırım?

Çok doğru. Ben bunu da çok gözlemliyorum. Türkiye çok yaşçı bir ülke. Yaş ayrımcılığı çok var. Yaşlıların da büyük hayalleri var. Onların da heyecan duyduğu şeyler var. Onlar da aşık oluyor. Aşkı bile sadece gençlerin yaşadığını sanıyoruz. Tersinden gençlere karşı da deneyimsiz önyargısı var mesela.

Haberin Devamı

‘Sevme Kararı’ diye başlayan bölüm çok ilgimi çekti çünkü bana da bazen sevmek sadece bir karardan ibaret gibi geliyor. Bu konudaki gözlemleriniz ne yönde?

Bence sevme biçimleri çok farklı. Bunları kalıplara sığdırmaya çalışınca diğer türlerini küçümsemiş oluyoruz. Sevme biçimlerini yargılamayı doğru bulmuyorum ve bunu çok yapıyoruz. “Sen aşık değilsin bene. Bu yaşadığın aşk değil” gibi ifadeleri çok duyuyoruz. Neden değilim. Neye göre, kime göre? Uzun ilişkiyse ona daha çok saygı duyuyoruz mesela. Ya da evliliğe giden ilişki sanki saygıyı daha çok hak ediyor. Kayıt dışıysa o aşkı aşktan saymayanlar var. Bunlar hep yanlış yaklaşımlar bana göre.

Aşkın kanıtlanmaya ihtiyacı var mı?

Kimisi bunu ille de arıyor. Kendisine ne kadar verici olunursa aşkı o kadar büyük sanıyor. Somut deliller arıyor. Büyük hediye aşkın kanıtı olabiliyor ona göre. Oysa aşk hissedilen bir şeydir. Bir alma verme ölçüsüyle aşkın büyüklüğüne karar veremezsin.

Haberin Devamı

HER ŞEYE TOKSİK DEMEYE BAŞLADIK SAĞLIKLI İLİŞKİ TOKSİKLİĞİ DE BARINDIRIR

İnsanın reddedildiği ya da böyle hissettiği yöne çekilme ihtiyacı da sorguladığınız konulardan biri, değil mi?

Ego bence insanın en sorgulaması gereken konulardan biri. Burada da o var. Reddedildiğimizi düşündüğümüzde bir ego kırılması yaşıyoruz ve onu tamir etmek istiyoruz. Yaralanıyoruz ve o yarayı reddediyoruz. Eskiden ben de bunu çok yapardım, kendimi bu konuda geliştirdiğimi düşünüyorum.

Ne yönde mesela?

Yani şunu çok derdim. “Bana bu yapılamaz.” Hayır, özellikle de söz konusu aşksa herkese her şey yapılabilir. Herkes, her şeye maruz kalabilir. Mükemmel ilişki beklentisi çok artmış durumda. Herkes sağlıklı ilişki peşinde ama sağlıklı demek sorunsuz ilişki demek değil. Her şeye ‘toksik’ demeye başladık mesela. Oysa sağlıklı ilişki o toksikliği de barındırır. Tartışmaları, sorunları da barındırır. Kusursuz ilişki diye bir şey mümkün değil. Bunu kovalamak bir boşluğu kovalamak gibi.

Türkiye’de yaşayan genç bir yazar olarak en çok hangi konuları sorguluyorsunuz?

Sosyoloji de okuduğum için toplumu ilgilendiren her mesele beni de yazdıklarımı da ilgilendiriyor. Politika da kadın meselesi de psikoloji de Avrupa’da yaşayan Türklerin durumu da Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar da benim meselem.

‘DAHA NE YAŞADIN DA NE YAZIYORSUN?’ DİYE LİNÇLENDİĞİM OLUYOR

Türkiye’de Nobel ödüllü yazarımız bile tartışılıyor. “Türkçe bilmiyor” gibi ifadelerle eleştiriliyor. Siz genç bir yazar olarak en çok hangi konularda eleştiri alıyorsunuz?

Yazarlık çok farklı bir sahneye çıkma alanı. Sana büyük bir sorumluluk veriyor. Ben de çok fazla linç görüyorum. Özellikle yaşım üzerinden, “Ne yaşadın da ne yazıyorsun?” gibi ifadelere maruz kalıyorum. Oysa Avrupa edebiyatına baktığınız zaman, benim yaşımda bir sürü yazarın kitapları pek çok dile çevriliyor. Bizde hep bir yargılama ve küçümseme var maalesef ama buradaki üzüntümü de yönetmeyi öğrendim.

Nasıl?

Eleştirinin kimden geldiği çok önemli. Benim kontrolümde olan ve olmayan konular var. Kontrol edemediğim konularda oturup kendimi hırpalamıyorum artık. Ben ne yaparsam yapayım, karşıdaki kişi yine ne düşünmek istiyorsa onu düşünecek. Bunun önüne geçmek çok zor. Artık bu konulara böyle bakıyorum.