Artun Ünsal Üzümden kebaba, yazmadan gravüre her şeye meraklı
HABERİ PAYLAŞ

Üzümden kebaba, yazmadan gravüre her şeye meraklı

Haberin Devamı

Nedim Atilla imzasıyla ilk kez 2001‘de “Tarihten Günümüze İzmir Mutfağı”nın kapağında tanıştım. Benim gibi ana tarafından Giritli birinin duyarsız kalamayacağı, hoş bir kitaptı. Sonrası, Anadolu yemekleri şenlikleri yarışma jürilerinde yollarımız kesişince iyi de dost olduk. Geçenlerde “Batı Anadolu Şarap Kültürü” başlıklı son çalışması çıktı; unutulma tehlikesi yaşayan yerli üzüm çeşitlerinin hayli duasını aldı sanırım.

Bornova Misketi’nin izini sürerken Fransa kökenli Alphonse üzümünün bizde nasıl adının Enfes’e dönüştüğünü de onun kaleminden öğrendik. Bu arada, kent monografilerine de katkıda bulundu: “İzmir Posta Tarihi”, “İzmir Demiryolları Tarihi”, “Adabeyi-Ayvalık Mübadele Tarihi”, “Alaçatı Mübadele Tarihi”, “Urla Mübadele Tarihi”, “Muğla’nın İlkçağ Tarihi” ilk akla gelenler. Ege- Akdeniz kültürleri tutkusunun kaynağı herhalde aileden: Anneannesi Girit, dedesi Midilli göçmeni. Büyükbabası Ayvalıklı, nenesi Selanikli, öğretmen okulu mezunu annesi de Ayvalık doğumlu. Memur babası da öyle. Gözlerini 1958’de İzmir-Karşıyaka’da açan Nedim, kimyager ya da madenci olmak istiyordu.

İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi’ne girdi ama matematikle arası iyi değildi, bıraktı. Şansını gazetecilikte denemek istedi. Karşıyaka Lisesi’nde öğrenciyken Demokrat İzmir Gazetesi’ni ziyaret ettiğinde tanıştığı Attila İlhan, Orhan Suda ve ‘Halikarnas Balıkçısı’ Cevat Şakir gibi ünlü isimlerden çok etkilenmişti. Yeniden sınava girdi, Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu kazandı. Yıl 1975. Yaz tatillerinde, Demokrat İzmir ve Ege Ekspres Gazeteleri’nde stajyer gazetecilik yaptı. Okulu bitirdikten sonra İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde iletişim sosyolojisi dalında master’a başladı. Milliyet Gazetesi’nde spor sekreterinin yamağı olarak kadrolu-sigortalı ilk işine başladığı 1 Şubat 1979 akşamında, yazı işlerinde çalışırken Abdi İpekçi’nin suikast sonucu ölümü haberi geldiğinde herkes gibi o da büyük bir şok yaşayacaktı.

Üzümden kebaba, yazmadan gravüre her şeye meraklı

Gazeteciliğe tutkun

İstanbul’da ancak 1 yıl kalabildi. Aynı fakültede master yapan memleketlisi kız arkadaşının İzmir’e dönüşünün ardından, bavulunu toplayıp peşinden gitti. İzmir’de gazeteciliğe devam: Günaydın’da 1980-1988, Yeni Asır ve Sabah’ta 1988-2001 arası çalıştı. İlk kitabını bu yıllarda yazdı: “Seviyordum, Öldürdüm Hakim Bey”. 12 aşk cinayetinin öyküsü yer alıyordu, hepsi de gerçek mahkeme kayıtlarına dayalı... Akşam’a geçti. On yıldır burada. Bir ara büro şefi oldu, şimdi sadece yemek kültürü üzerine yazıyor.

Ege TV’de de “Rotamız Lezzet” programı sürüyor. 1980-1990 arası, anası ona yedi kez kız istedi. Bunlardan beşi nişan, ikisi de evlilik ve maalesef boşanmayla sonuçlandı. Yahu kardeşim, bu ne cevvaliyet? “Ne yapayım, bizim zamanımızda flört pek yoktu. Gezip tozmak, tatile çıkmak için nişan zorunluydu...” Bereket, 1994’te bir arkeoloji gezisinde 9 Eylül Üniversitesi Türkçe okutmanı Füsun Hanım’la tanışıp evlendi de düzeni ve mutluluğu buldu. İstanbul’da iletişim master’ı yaparken hocaları Bilge Umar ve Şadan Gökovalı’nın derslerinde tarih ve arkeoloji merakı başlamıştı. Edebiyat Fakültesi’nin pedagojik programlarına katılıp bir de tarihsel coğrafya sertifikası aldı.

Bu program sayesinde arkeoloji, epigrafi (her türlü yazıt okuma), mitoloji, sanat tarihi ve arkeometri (ölçü) konusunda temel bilgiler aldı; ayrıca bol okuyarak arkeoloji fakültesine gitmeden kendini geliştirme olanağını buldu. Bir yandan gazetecilik yaparken rahat da durmadı hani: 1992’de İzmir’de bir ilk, Arkeoloji Kulübü Derneği- Dionisos’u kurdu ve altı yıl başkanlığını yaptı. İzmir’in ilk süs taşı kulübü gibi, Ege Mutfağını Yaşatma Derneği ve İzmir Astronomi Kulübü de onun girişimiyle kurulacaktı.

Kibarca ‘yemeksever’dir

Nedim Atilla, dehşet bir koleksiyoncudur aynı zamanda. “Üzerinde İzmir yazan her şeyi satın alma hastalığı” vardır: Kumbaradan kartpostala, tren biletine, resmi evrağa, dergiye, kitaba, faturaya, afişe, gravüre, eski fotoğrafa, incir ya da sigara kutusuna, basılı, yazılı, çizili her şey, yani “efemera” düşkünüdür. Hayata pozitif bakar. Dahası, kimsenin arkasından söz ettiği duyulmamıştır. Varsa yoksa “Hiç kimsenin merak etmediği, hiçbir değeri yokmuş gibi görünen işleri merak etmek...”

Ama iş, yeme içmeye gelince: Hadi, kibarca “yemeksever” diyelim, aslında hem obur hem de biraz pisboğazdır. Kabak çiçeği dolmasından Antep peynirine, zeytinyağlı enginardan acılı kebaba ya da bir salkım üzüme, önüne ne çıkarsa götürür alimallah! Son zamanlarda bayağı kilo aldı, yürürken zorlanıyor. Bereket, şekeri “sınırda”. Eşi Füsun onu gemlemek ister, bazen de fırça atar. Ben bile bazen devreye girer, eline vururum gülerek “Yetti gari” diye.

İnsan sevgisiyle dolu

Güzel yemek meraklısı ve çalışkan bir mutfak araştırmacısıdır. Batı Anadolu-Denizli-Kaş üçgenindeki yerel mutfaklar üzerinde, bir grup arkadaşı ile sürdürdükleri sözlü tarih çalışmaları buna tanıktır. “Batı Anadolu Zeytinyağı Kültürü”nden sonra, Manisa, Muğla ve Uşak yerel mutfaklarının kitapları yolda. İzmirli Musevi dostlarının da desteğiyle hazırlanan “Seferad Mutfağı” ise yakında yayımlanacak. Uluslararası “Slow Food” ve “Citta Slow” hareketinin Türkiye’deki yılmaz örgütçülerinden biridir aynı zamanda.

Yerel ölçekte, geleneksel mutfağın ve yaşam tarzının yitirilmemesi yolunda çalışır durur kısacası: “Zengin bir mirasın üzerinde oturuyoruz. Hem bu mirası tanımaya ve anlamaya hem de anlatmaya çalışıyorum çevremdeki güzel insanlara. Bizim coğrafyada önemli bir kültürel birikim var. Biz bundan yeterince yararlanabilirsek zaten Türkiye de bambaşka bir ülke olur.” Nedim biraderimiz örnek bir hümanisttir:

“Bu toprakların son sahibiyiz ama bizden önce gelenleri görmezden gelemeyiz. Onlar da bizim yurttaşımız: Hititler, Truvalılar, Romalılar, Bizanslılar, Cenevizliler gibi Fatih ve Mustafa Kemal de...” Öyle ya, sadece İzmir’den, Luvilerden başlayarak 36 farklı uygarlık geçmiş; insanları, inançları, değerleri, kültürleri ve eserleriyle... Ege zeybeğini, farklı ritimde olsa da eski Yunanlılar da oynamıştı muhakkak. Yani, Ege ve Akdeniz’in çevresinde yaşayan tüm halkların ortak mirası gibi; “Hepsi biziz, hepsi bizim.”

( 27.08.2011 tarihli Cumartesi Postası'ndan alınmıştır. )

Sıradaki haber yükleniyor...
holder