İstanbul şehriler içerisinde en güzellerinden biri olmakla birlikte, konumu açısından kuşkusuz en tehlikede olanıdır da…
Bir yandan coğrafyanın oyunu olarak, şehrin bütün güzelliklerini yaratan deprem kuşağının üstünde bulunurken, bir yandan da jeo-stratejik açıdan dünyanın gözünün diktiği bir yer olarak var olmak zorunda kalmıştır.
İstanbul ilk kurulduğundan beri “işgalcilerin” hedefinde oldu.
Şehrin ilk zamanları hakkında yeni yeni bilgi ediniyor olsak da, “İstanbul’un Pagan Çağı” kitabımda ayrıntısıyla yazdığım gibi, kentin Grek Çağı kuşatmalarla doludur.
Bugün Sirkeci Garı alanında toprağın altından çıkartılmayı bekleyen Ay Tanrıçası Hekate Tapınağı da bu anıların bir eseri.
Ay, bütün planları bozdu
O dönemden gelen bir rivayete göre, Makedonya Kralı II. Philippos İstanbul’u kuşatmaya karar verir. Kuşatmada savunmanın en zayıf noktası bugün Sirkeci Garı’nın doğu tarafında kalan surlardır. Philippos, askerlerine geceleyin surların altından yeraltı tüneli kazmalarını söyler. Fakat durum umduğu gibi gitmez, Anadolu yakasından doğan Ay bütün planları bozar; Ay Tanrıçası Hekate bu gizli saldırıyı ışığıyla görünür yapmış ve durum Byzantion’lu gözcüler tarafından fark edilmiştir. Byzantion halkı tuzağın Hekate tarafından ortaya çıkartıldığını, Tanrıça’nın şehri koruduğunu söyleyerek ay ışığının geldiği limana “ışık getiren/taşıyan” anlamında Phosphorion adını verirler ve buraya büyük bir Hekate tapınağı yaparlar. Belki bir gün bu tapınak da İstanbul’daki diğer iki Hekate tapınağı gibi açığa çıkar.
Byzantion’un gördüğü en büyük istila ve yıkım ise, Septimius Severus’un 196 yılında yaptığı yıkım. Bu yıkım yüzünden şehirde antik dönemlere ait bir yapı bulmak hemen hemen olanaksız.
İstanbul’un gördüğü en acı işgallerden biri
Ancak İstanbul’un gördüğü en acı işgallerden biri Latin istilası. Dördüncü Haçlı Seferi için yolan çıkan Venedik ve Frank kuvvetleri 1203 yılında Kudüs yerinde İstanbul’a geldi ve 12 Nisan 1204 tarihinde de işgal edip günlerce yağmaladılar. Bu yağmada şehrin bütün güzel binaları tahrip oldu, en güzel eserleri ya çalındı ya da yok edildi. Bu istilayı takiben bir Latin Katolik Krallığı kuruldu ve var olduğu 57 yılın sonunda Bizans bir daha toparlanamayacak şekilde harap oldu.
Mondros Ateşkesi tam bir tuzaktı
İstanbul’un fethinden sonra en acı işgal ise 1918 yılındaki işgal. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki çaresizliğinden yararlanan esir İngiliz generali Townshend’in Osmanlı’ya hazırladığı Mondros Ateşkesi tam bir tuzaktı ve anlaşma bir işgali ön görüyordu. “Çanakkale Geçilmez” derken işgal orduları 6 Kasım 1918’de Çanakkale’deki bütün silah ve mühimmatı yok ederek geçtiler ve 13 Kasım 1918’de İstanbul’u işgal ettiler. 16 Mart 1920’de ikinci defa “resmen” işgal ettiklerinde ise İstanbul tam bir çaresizliği yaşıyordu.
İşgal askerleri, İstanbul’da istedikleri eve el koyup yerleşti, istedikleri binaları da işgalin resmi binaları yaptılar. Pera ve Boğaz tam bir eğlence merkezi haline geldi, Anadolu yakasında ise Kadıköy ve Moda işgalcilerin favori mekânları oldu. İçkiler su gibi akıyor, fahişeler ortalarda dolaşıyor ve her türlü zevk ve sefa âlemleri düzenleniyordu.
Bir yabancı, ünlü yazar Ernest Hemingway bile, gazeteci olarak geldiği şehrin bu sefaletinden tiksinmiş bir halde gece hayatının saatlerini şöyle yazmıştı:
Geleneklere uymak için direnmeyen kişi, İstanbul’da gece saat dokuz oldu mu yemeğini yiyor. Tiyatrolar saat onda açılıyor. Gece kulüpleri saat ikide, tabii gözde olan kulüpler, adı kötüye çıkmış gece kulüpleri ise ancak sabaha karşı dörtte kapılarını açıyorlar.
6 Ekim tarihinin önemi anlaşılmalı
Öte yandan şehirde sefalet tam anlamıyla hüküm sürüyordu. Temel gıda maddelerini bulmak olanaksız hale gelmişti. Bulabilenler ise fahiş fiyattan almak zorunda kalıyorlardı. “Toycu” adı verilen işbirlikçiler, zor duruma düşen genç kızları topluyor, işgal askerlerine satıyorlardı. Sonradan gelen Beyaz Rus soyluları ise İstanbul halkını ve işgalcileri uyuşturucuya alıştırıyordu.
İşte bu durumda İstanbul halkı Anadolu’ya silah gönderdi, her türlü fedakârlığa katlandı ve sonunda da 16 Eylül 2020 tarihli “Tarihten çıkartılması gereken çok ders var” başlıklı yazımda anlattığım gibi çok önemli bir olay sonrası kurtuldu.
Bu tarih, bu hafta kutlayacağımız 6 Ekim’dir.
İstanbul’da yaptığımız işgal konulu turlarda bu mekânları gezerken anlattığımız öykülere şaşkın bakan gözlerde biraz da bu işgalin neden ayrıntılarıyla anlatılmadığının merakını görüyorum.
İşgal her yönüyle anlatıldıkça, 6 Ekim tarihinin ne kadar önemli olduğu da anlaşılacak, Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğü bir kere daha ortaya çıkacaktır.