Geçen cumartesi takvimler bir kez daha 8 Mart’ı gösteriyordu ve bir kez daha siyasetçiler, devlet kurumları, sivil toplum örgütleri, özel şirketler ve aklınıza gelebilecek daha pek çok kuruluş 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü, yayınladıkları son derece pozitif mesajlarla kutladı. Her birinin ne iyi niyetinden ne de çabasından en ufak bir şüphem yok. Çoğu bu konuda az da olsa bir farkındalık yaratabilmek için yıllardır mücadele ediyor.
Elbette ki bu günün kutlanmasının temelinde kadınların iş hayatındaki hak arayışları yatıyor.
Elbette ki mücadelenin başladığı ilk günden bu yana önemli mesafeler de kat edildi.
Ama günümüzde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün en büyük kazananının çiçekçiler olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Özellikle son yıllarda, bu önemli gün bir hak arama gününden çok bir kutlama gününe dönüştürüldü adeta. Oysa 8 Mart’tan sadece üç gün sonra, yani 11 Mart’ta, bir gün içinde beş kadın öldürüldü bu ülkede.
İzmir’de Fatma Kara, eski sevgilisi Olgun Gacar tarafından, sokak ortasında, dövüle dövüle öldürüldü. Fatma daha henüz 27 yaşındaydı.
Aynı gün içinde, Konya’da, Havva Adıyaman boşanma aşamasında olduğu eşi Yusuf Adıyaman tarafından, Tekirdağ’da Halime Avşar eşi Halil Avşar tarafından, İstanbul’da Gülnur Akalın eski eşi Tuncer Batmaz tarafından, Antalya’da Sevcan Demir Sakman ise eşi Halit Can Sakman tarafından katledildi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre 2024’te 394 kadın öldürüldü. En az bir o kadar sayıda kadının ölümü de ‘şüpheli’ olarak kayıtlara geçti.
2025’in ilk iki ayında ise 49 kadın cinayeti işlendi; 53 kadının ölüm nedeni de ‘şüpheli’ ifadesiyle resmi belgelerde yer aldı. Dolayısıyla, kadınların eşit işe eşit ücret hakkını savunalım; kariyer yapmasının önündeki engelleri el birliğiyle kaldıralım; mobingin, tacizin önünü alalım; kadınların dilediğini giyebilmesine, fikrini söyleyebilmesine olanak sağlayalım ama tüm bunları yaparken en temel hakkı olan yaşama hakkını çok daha iyi koruyalım. Kadın cinayetlerini azaltabilmenin yolu cezaların ağırlaştırılmasından, iyi hâl indirimlerinin kaldırılmasından, güvenlik tedbirlerinin daha etkin uygulanmasından geçiyor. Ve eğer gerçekten istenirse bunları sağlamak hiç de zor değil.
Merkez Bankası, geçen perşembe yaptığı açıklamayla politika faizini 2.5 puan düşürerek yüzde 42.5 seviyesine çektiğini duyurdu. Bu, piyasalar tarafından beklenen, arzu edilen bir gelişmeydi. Ancak yüksek enflasyon döneminde kredi musluklarının kapatılarak yatırım yapma ortamının sekteye uğramasından kaynaklanan sorunlar varlığını halen sürdürüyor.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da bu konuya dikkatleri çekerek şu önemli çağrıyı yaptı: “Merkez Bankası politika faizini 2.5 puan düşürerek yüzde 42.5’e çekti. Merkez Bankası politika faizi son 3 ayda 7.5 puan inmiş oldu. Bankalar mevduat faizlerine bu indirimleri anında yansıtıyor. Ancak, ticari kredi faizleri aynı oranda inmiyor. Bankaların faiz indirimini öncelikli olarak KOBİ kredi faizlerine yansıtmalarını, üretime, yatırıma ve istihdama destek olmalarını bekliyoruz. Ticari kredi büyümesine getirilen sınırlamalar da ekonomide maliyetleri artırıp, arzı kısıtlayarak enflasyonist baskı oluşturuyor. KOBİ kredilerinden başlayarak ticari kredilere ilişkin büyüme kısıtlarının gözden geçirilmesi gerekiyor.”
Evet; iş dünyası yeni yatırımlara yönelmek ve ekonomideki iyiye gidişin hızlanmasını sağlamak için bankalardan faiz indirimi bekliyor.
Unutmayalım ki ülkenin refaha kavuşması her kesimin üzerine düşen görevi yerine getirmesinden geçiyor.
BİR 8 MART DAHA GEÇTİ
Dün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ydü...
Kadınların çalışma hayatındaki ve toplumdaki yerinin çok fazla değişmediği, sorunların varlığını aynen koruduğu bir yılı daha geride bıraktık maalesef.
Oysa, iş hayatında kadın erkek eşitliği artık sadece bir adalet meselesi değil, ekonomik fayda yaratmanın olmazsa olmazı.
Giyim markaları yeni yeni doğmaya başladığında, yani insanlar genellikle evde ve her zaman elde üretilen giysilerden hazır modaya geçtiğinde yılda bir koleksiyon hazırlanırdı.
İlerleyen yıllarda, mevsimler dikkate alınarak yılda dört koleksiyon alışkanlığı yaygınlaştı.
Günümüzde ise moda da fastfood gibi. Dünyanın en yaygın ve en yüksek ciroya sahip markaları yılın 52 haftasında da yeni ürünleri raflara yüklüyor. Sürekli tüketim söz konusu.
Modanın bu hızına doğal, sağlıklı ve yüksek kaliteli malzemelerin hem üretim kapasitesi hem de maliyet açısından yetişmesi mümkün olmadığından doğal gibi görünen malzemeler sektörü büyük ölçüde ele geçirmiş durumda.
Bugün aldığınız bir ürünün etiketine baktığınızda, genellikle “yüzde 100 polyester” ibaresini görürsünüz.
Nedir bu polyester?
Polyester, petrol bazlı bir üründür. Kimilerine göre satın alınabilecek en tehlikeli kumaş türüdür. Mesela saten diye aldığınız kumaşlar çoğunlukla ipeksi polyesterdir. Polarlar, tüylü polyesterdir. Kadife, pelüş polyesterdir. Krep kumaşlar, buruşuk polyesterdir.
Ne yazık ki günümüzde, dünya genelinde üretilen kumaş ve giysilerin yaklaşık yüzde 70’i polyesterdir. Bu hem sürdürülebilir olmayan fosil kaynak kullanımı hem de üretim aşamasında ihtiyaç duyulan yüksek su miktarı nedeniyle çevre için en büyük tehditlerden biridir.
Büyük Menderes Nehri, Afyonkarahisar’ın Suçıkan mevkisinden başlayıp tamı tamına 548 kilometre yol kat ederek Ege Denizi’ne dökülüyor.
Kaynağından pırıl pırıl doğan nehir, geçtiği güzergâh boyunca Çivril, Çal, Baklan, Sarayköy, Nazilli, Aydın ve Söke ovalarına can veriyor.
Bu güzel nehir, yetişmesine vesile olduğu ürünler ve sağladığı bereket ile hem Ege hem de ülkemiz açısından paha biçilemez bir öneme sahip. Ancak son dönemlerde ciddi kirlilik sorunlarıyla karşı karşıya Büyük Menderes...
Denizli, Uşak, Aydın ve Söke’deki fabrikalardan çıkan kirli sular ve özellikle geçtiği kentlerden kaynaklanan katı atıklar nehrin rengini siyaha çevirmiş durumda.
Katı atıklar bazı noktalarda adacıklar oluşturuyor. Yer yer toplu balık ölümleri yaşanıyor. Oksijensiz kalan küçük balıklar su yüzeyine çıkmak zorunda kalıyor.
Bu konuda hem yerel yönetimlerin hem de ilgili bakanlıkların daha aktif olması, denetimlerin yoğunlaşması, nehir çevresindeki tesislerin de varlıklarını borçlu oldukları bu doğal zenginliğe karşı duyarlı davranmaları şart. Aksi taktirde bunun bedelini hepimiz öderiz.
TURİST YAĞIYOR
Turizm, cari açığın azaltılmasındaki stratejik rolüne, artan bir performansla katkı vermeye devam ediyor.
Türkiye’nin her yıl biraz daha artan ihracatı hepimizi gururlandırıyor. Ama bu gurur bazı soruların sorulmasını da engellememeli. Mesela “Yüksek teknoloji ihracatında ne noktadayız” veya “Kilogram başına ihracat fiyatımızı hangi noktaya taşıyabildik?” gibi...
Önce ikinci sorudan başlayayım: 2023’te 1.48 dolar olan kilogram başına toplam ihracat birim değerimiz, 2024’te 1.42 dolara geriledi. Almanya, Japonya gibi bu alanda iyi durumdaki ülkelerde söz konusu değer 4 dolar düzeyinde. Aramızdaki farktan daha önemli olan ise özellikle kilogram başına ihracat değeri 60 dolar seviyelerinde olan savunma sanayi alanında elde edilen başarılara ve yatırımlara rağmen ortalama değeri yukarı taşıma konusunda mesafe kat edemememiz.
Birinci sorunun cevabıyla ilgili ise Ekonomim’de okuduğum bir araştırma her şeyi gayet net anlatıyor. TÜİK verilerini esas alan söz konusu araştırmaya göre yüksek ve orta-yüksek teknolojili ürün ithalatımızın 10 yıllık faturası 1.16 trilyon dolara ulaşırken, bu ürünlerden kaynaklı dış ticaret açığımız 450 milyar dolara dayandı.
2015’ten bugüne geçen 10 yıllık zaman diliminde Türkiye’nin yüksek teknolojili ürün ihracatı 64 milyar 123 milyon dolar olurken, aynı dönemde ithalat 265 milyar 860 milyon doları buldu. Sadece bu kalemde verilen açık miktarı 201 milyar 737 milyon dolar... Orta Yüksek Teknolojili ürünlerde ise toplam 647 milyar 540 milyon dolarlık ihracata karşılık 894 milyar 797 milyon dolarlık ithalat yapıldı ve 247 milyar 257 milyon dolarlık açık oluştu.
Yüksek teknolojide yükselmenin getirisini kanıtlayan son yıllardaki en net örnek Filipinler... İzlenen eğitim ve yatırım politikaları neticesinde Filipinler’deki yarı iletkenler ve elektronik endüstrisi, ülkenin imalat sektörüne en büyük katkıyı yapan sektör haline geldi. Ülkede 500’ün üzerinde yarıiletken ve elektronik şirketi faaliyet gösteriyor.
Filipinler aynı zamanda dünyanın en büyük dijital sinyal işleyen mikroişlemci üreticisi... Intel, Analog Devices, Onsemi gibi sektörün büyükleri Filipinler’de üretim yapıyor ve yatırımlarını her geçen yıl daha da büyütüyor. Toshiba’nın bilgisayar, Lexmark’ın yazıcı üreten fabrikaları var. 2021’de ülkeye gelen yabancı yatırımlar bir önceki yıla göre yüzde 38 artarak doğrudan yabancı yatırım miktarı 114 milyar dolar oldu. Aynı yıl ülkenin imalat sanayi yüzde 22 büyüdü ve bu son 10 yıldır kesintisiz olarak süren bir büyüme trendi olarak kayda geçti.
Son yıllarda Güney Kore de dijital güç merkezi olma hedefiyle önemli bir atılım içinde. Seul yakınlarında dev bir mikroçip üretim bölgesi oluşturuluyor ve sadece Samsung 215 milyar Euro yatırımla beş yarı iletken fabrikası kuruyor. Bölgenin 2042’ye kadar tamamlanması planlanıyor.
Özetle, konu çok önemli ve yüksek teknoloji üretimi en ciddi memleket meselesi... Bu konuyu sürekli gündemde tutmak, tartışmak, çözüm aramak hepimizin meselesi olmalı.
İzmir Ticaret Borsası, tarım alanındaki girişimleri hem desteklemek hem de inovasyon ve ticari tarafta hızlı büyütmek adına yeni bir oluşuma imza attı. Tarımdaki dijital dönüşüm de anahtarı olan bu gelişme hakkında bilgi veren İzmir Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Işınsu Kestelli, İzmir Tarım Teknoloji Merkezi (İTTM) oluşumunun ülkede bir ilki temsil ettiğini söyledi. Kestelli “Bu projeyi çok önemsiyoruz çünkü Türk tarımının dijital dönüşüm ihtiyacı, ülkemizin en önemli yapısal reform alanlarından biri” dedi.
PAYDAŞLARIN KATKILARIYLA
Işınsu Kestelli şöyle devam etti: “Sorunları, eksikleri, ihtiyaçları ve geleceğe dair yapılması gerekenleri, sektörün tüm paydaşlarıyla konuşarak belirledik. Başta tohum ektik. Sonra onu sulamaya devam ettik. Öncelikle bir mekana ihtiyacımız vardı. Tarım ve Orman Bakanlığı desteği ile Uluslararası Tarımsal Araştırma ve Eğitim Merkezi UTAEM’in Menemen’deki tesislerini projenin merkezi haline getirdik. Mevcut tesisi baştan aşağı yeniledik. Hem bireysel girişimciler hem de kurumsal yatırımcılar için çağdaş bir çalışma alanı yarattık.”
DEV ORTAKLARLA YOLA DEVAM
Finansman sağlamak adına, İş Bankası, Ziraat Bankası, Denizbank’ın da projenin ortakları arasında yer aldığını hatırlatan Kestelli, “Önce TEKMER statüsü ile merkezimizi yatırım açısından cazip hale getirdik. Ciddi destekler sunuyoruz. İTTM’nin sektörde yön belirleyen bir kurum, bir anlamda tarımın Silikon Vadisi olacağına inanıyoruz” diye konuştu. Kestelli, üretim miktarı ile dünyanın 10 büyük tarımsal üreticisinden biri olan Türkiye’nin, tarımda yaşanan sıkıntıları hızla geride bırakarak örnek bir ülke haline gelmesi için çalıştıklarını söyledi.
İNCİR, ZEYTİN, ÜZÜM VE ARI KÜMELENMESİ
İzmir Ticaret Borsası Genel Sekreteri Erçin Güdücü de, tarımda yaşananları “İncir, zeytin, üzüm ve arı araştırma gruplarımız hazır. Teknolojik mentorluk de yapıyoruz. Örneğin pamukta su stresi testi yapmaya başlattık. Kekik tarlasında yabancı ot toplama makinesi geliştirdik, kullanımını yaygınlaştırmaya çalışıyoruz. Çitçilere, öğrencilere ve göçmenlere eğitim veriyoruz” dedi.
Hafta içinde 6 Şubat Kahramanmaraş depremlerinin ikinci yıl dönümüydü.
O büyük acıyı millet olarak adeta yeniden yaşadık.
50 binden fazla insanımızın canını alan, yüz binden fazla insanımızın da yaralandığı felaketin acıları da sıkıntıları da halen devam ediyor.
Bir yandan devlet tarafından yapılan kalıcı konutlar teslim edilirken, diğer yandan konteyner kentlerde yaşam sürüyor. Halk, altyapıyla ilgili sıkıntılardan, zorlu yaşam koşullarından, işsizlikten yana çok dertli.
Böylesine bir ortamda, medyada ve sosyal medya platformlarında öne çıkan, hatta neredeyse tek başlık olarak kullanılan kelime “Unutmadık” şeklindeydi.
Gerçekten unutmadık mı?
Mesela 17 Ağustos 1999 Gölcük ve 12 Kasım 1999 Düzce depremlerin anma yıl dönümlerinde de “Unutmadık” diyoruz.
Keza 23 Ekim 2011 ve 9 Kasım 2011 Van depremlerinde kaybettiklerimizi anarken de benzer başlıkları kullanıyoruz. 30 Ekim 2020’de İzmir’de yaşanan ve 117 kişinin ölümü, bini aşkın vatandaşımızın yaralanmasıyla sonuçlanan depremi de unutmadığımızı söylüyoruz.
Dünyada “NEET” (Not in Education, Employment or Training) yani “ne eğitimde ne istihdamda olan ne de iş arayan” olarak nitelendirilen gençlik, gelecek için “alarm” veriyor. Tüm dünya bu “ev gençleri”ne çözüm arıyor. NEET gençlerinin ekonomik, kültürel ve sosyal sermaye birikiminin önünde önemli bir engel teşkil ettiği açık. Bu kavramı Türkçe’ye çevirirken bazı uzmanlar NİNO kısaltmasını yani “ne işte ne okulda” retoriğini kullanıyor. Gerçekten de NEET gençliği, ülkemizin demografik fırsat penceresi hızla kayıp giderken, ülkemizin geleceği için Pasifik Okyanusu üzerindeki meşhur El Niño kasırgasına benzer bir yıkıma işaret ediyor.
Avrupa İstatistik Ofisi, Eurostat verilerine göre, AB’ye üye ülkeler arasında 15-24 yaş grubundaki NEET gençlerin oranı yüzde 14.5 iken, Türkiye’de bu oran yüzde 31.1’e, yani yaklaşık 4 milyon gence tekabül ediyor. Üstelik çoğu okumuş çocuklar.
Gençleri ev gençleri olmaya iten ana faktör şüphesiz ülkemizde yaşanan ekonomik gerekçelere bağlı istihdam sorunu. Bu düşünceyi doğuran veriler de yok değil.
TÜİK’in eğitimli-eğitimsiz kişilerin gelir dağılımını içeren verilerine bakınca; 2006’da yüksek öğretimi bitiren bir kişi, hiç okul bitirmeyen birinin 3.66 katı kazanıyordu. Günümüze doğru bu oranın yıllar içinde eridiğini görüyoruz. 2024 verilerine göre ortalama yükseköğretim mezunlarının geliri, hiç eğitim görmemiş birinden sadece 2.91 kat fazla. Bu oran, lise mezunu ile yükseköğretimi bitirmişler arasında ise sadece 1.29.
Sayısı hızla artan toplam 209 üniversitemiz var, çok sayıda üniversite mezunumuz var ama mezun sayısını karşılayacak kadar hem yeni istihdam yok hem de mesleki işleri bilen genç sayısı yok denecek kadar az. Ekonomimiz ihtiyaç duyulan düzeyde ve çeşitlilikte istihdam yaratamıyor, üniversite kontenjanları iyi planlanmıyor, üniversiteler piyasanın ihtiyaçlarını göz ardı ediyor, öğrenciler ise iş dünyasının aradığı yetkinlikleri geliştiremiyorlar.
Bunun yanında mesleki işlerde ciddi bir eleman krizi var. Mobilya çırağı yok, kaynakçı usta yok, çünkü herkes üniversite mezunu. Mutlaka teknik meslek liselerine ağırlık verilmeli. Bu liselere, Ar-Ge çalışmaları için daha çok kaynak ayrılmalı, orada bulunan yetenekler desteklenmeli. Gençler meslek okullarına teşvik edilmeli. Kalkınma, genç işsizliğini önleme, ekonomiye ve üretime katkı, diplomalı işsiz sayısını azaltma, üniversite kapısına yığılmayı önlemek için bu şart.
Hem Türkiye’nin gençlerine geleceğe dair daha iyi olanaklar sunabilmek hem de ülkedeki sosyal ve ekonomik dinamiklerin daha sağlıklı bir hale gelmesi için, ev gençleri bizi El Niño gibi alt üst etmeden yeni bir hikaye yaratmalıyız…
İYİ İNSAN OLMAK…