Kerem Akça ‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film
HABERİ PAYLAŞ

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

Joe Wright’ın yıllar beklenen filmi “Penceredeki Kadın”, 14 Mayıs’ta Netflix’te dijital dünya prömiyerini yaptı. Hitchcock büyüsünü aratan anti-Hitchcockyen bir gerilim. Fetişizm yapmaya çalışırken üstadı mezarında ters döndürerek noktalanıyor. Herkesin ayrı telden çaldığı ve klişelerin peşine düşmeyi matah bir şey sanan bir başıboşluk abidesi. 1944’te Fritz Lang, başka bir romandan “Penceredeki Kadın”a imza attığında tökezlemişti. Yine bu motifin kör kör parmağım gözüne olması laneti canlanıyor. Wright’ın “Virtüöz”le beraber en zayıf filmini izliyoruz.

Haberin Devamı

FİLMİN NOTU: 3.7

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

BRIAN DE PALMA DOKUNUŞU ARANIYOR

Brian De Palma, 70’lerden itibaren Hitchcock fetişizmini filmlerine taşıyarak sükse yapmıştı. Bu konuda model yaratmıştı. “Sahte Vücutlar” (“Body Double”, 1984), röntgeleme olgusu üzerine kurulu porno yıldızından güç alan postmodern bir klasiğe dönüştü. Ama o zamandan bu yana üstadın kariyerine ciddi ve kalıcı bir şekilde bakabilen yönetmen sayısı git gide daha da azalıyor.

1998’de Van Sant’in birebir yeniden çevrimi, “Sapık”ın (“Psycho”, 1960) birebir güzellemesi miydi tartışılır. Ama 2020’de Wheatley’nin “Rebecca”da filmin çok ötesine geçerek Hitchcock fetişizmini saykodelik bir şekilde canlandırırken bunun keyfini sürdüğünü görmüştük. ‘Karşı pencerede yaşanan cinayet’ motifi “Arka Pencere”den (“Rear Window”, 1954) bu yana üzerine gidilen bir kavram.

Son 20 yılda “Karşı Pencere” (“En Face”, 2000), “Karşı Pencere” (“La Finestra Di Fronte”, 2003), “Gizli Pencere” (“Secret Window”, 2004) haricinde kalıcı bir film izlemedik bu konuda. Ama ABD’de bu durumun zevkini sürenler oldu.

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

‘ARKA PENCERE’NİN ARDILI OLMAK İÇİN ÇABALIYOR

Burada ise Joe Wright, sanki onun üzerine kurulu A.J. Finn imzalı romanın uyarlamasıyla çıkageliyor. Adams’ın agorafobik Anna Fox tiplemesi mercek altına alınıyor. Bu hastalıkla gayet iyi işlenen karakterler izledik. Bunlar arasında Josephine Decker’in gotik bir kabus olarak canlanan Shirley Jackson mucizesi “Shirley” (2020) var. Oradaki Eizabeth Moss özeni de, yönetmenlik zekası da canlanmıyor burada ama.

Haberin Devamı

Evet ana karakter evinde Hitchcock filmleri izleyerek paranoyak olma problemiyle çiziliyor. Çıkış noktası fena değil. Günümüz New York’undaki özel hayat-mahrem hayat ikilemi arasında gidip gelme olabilir. Bunun üzerine de girişin “Arka Pencere” görüntüsüyle yapılmasının ardından yönetmenin en gerçeküstücü ve Dali-Bunuel etkili filmi “Öldüren Hatıralar”ın (“Spellbound”, 1945) sanki bir meta-psikolog-hasta ilişkisi tanımı canlanıyor. Onun en ikonik sahnesine vurgu da yapılıyor.

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

DELBONNEL STİLİZE KARELERLE ETKİLİ OLUYOR

Tracy Letts burada devreye girerek hem senaryosunu hem karakterini devreye sokuyor. Ama onun kalem iziyle Friedkin’i kariyerinin son düzlüğünde uçuruma sürüklemesi burada da devreye giriyor. Bu anlamda da filmin Bruno Delbonnel’in Jeunet filmlerinde iz bırakan renk filtrelerine bel bağladığı görülüyor. Özellikle ana karakterin üzerinden yürüyen röntgenciliğin etrafında evin içindeki sanat yönetiminin planlanışı da onun üzerinden ‘yavan’ hale geliyor.

Haberin Devamı

Görüntü yönetmeni bağımsız olarak iyi çalışmış. Maviden yeşile sarıdan kırmızıya uzanan bir renk skalasının izinde ana karakterin ruh halini yansıtabilmiş. Metin ve oyuncular devreye girmediği anlarda stilize karelerle etkili olabiliyor. Ama ona eklenen senaryo ve karşı evdeki ilişki motifi hiç inandırıcı değil. Elbette A.J. Finn’in romanından yola çıkmak ve net “Arka Pencere” yeniden çevrimi olmamak doğru bir şey. Ama bu durum filme olumsuz yansıyor.

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

NEDİR BU JANE RUSSELL ARAYIŞI?

Röntgenlemenin üzerine giderken sanat yönetimi de o boyut açısından ‘sakil’ gözüküyor. New York’ta çekilen “Arka Pencerre”deki arka avlunun her yerine hakim iken evinde kalarak aslında hareket edemeyen tiplemenin peşinde dolaşan James Stewart’ın Jeff’ine feminist kardeş gelemiyor. Aksine filmin Grace Kelly fetişinin peşine düşmesi gerekirken Jane Ruussel adını taktığı iki karakter üzerinden gidip, Julianne Moore ve Jennfier Lason Leigh’e yanlış bir işlev yüklemesi gözden kaçmıyor.

Bunun ötesinde de Russell ailesinin kuşaklarına can veren Wyatt Russell ve Fred Hechinger hiç olmamış. Aksine Gary Oldman’ın Alistair Russell’ını sömürmekle kalıyorlar. Wright, 2010’larda kariyerinin yegane başyapıtı “Anna Karenina” ve “Hanna” ile kariyerine plastik ve biçimci yenilikler getirebileceğini ispatlamıştı. Ancak burada olmamış Hitchcock güzellemesi “Trendeki Kız”ın (“The Girl on the Train”, 2016) sanat yönetmeni Kevin Thompson’a Prodüksiyon Tasarımı’nı yüklemek de yanlış bir karara dönüşüyor.

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

KURGUCU VE BESTECİ ÖYLESİNE TAKILIYOR

Filmin Amy Adams’ın bir arabada Anthony Mackie ile yaşanan bir kazanın yasını tuttuğunu göstermek ise yapay bir hamle. Bir başka siyahi oyuncu Brian Tyree Henry siyah-beyaz kontenjanını doldurmak için yazılmadan geliyor. Joe Wright korku-gerilime girmemesi gereken bir yönetmen. Nasıl Wheatley “Rebecca”da dinamik ve işlevselse, burada da Wright hiçbir dokunuşu tutmamış bir girişime imza atıyor. Her hamle üst üste gelince adeta bir karmaşa canlanıyor.

Trent Reznor-Atticus Ross yerine son anda giren deneyimli Danny Elfman kendi çapında takılıyor adeta. Masalsı notalar ekleyip geri çekiliyor. Piyano ezgileriyle filmin üzerine çıkarken gerilimi de engelleme olanağı bulunuyor. Hiç tutmamış kurgucu Valerio Bonelli’ye eşlik ediyor. Delbonnel ve Amy Adams gaza bastığı anlarda film biraz hareketleniyor. Ama onun haricinde ciddi bir başıboşluk var. Teknik ekibin tamamı ‘orantısızlık’ probleminden çekiyor.

‘Penceredeki Kadın’: Hitchcock’u mezarında ters döndürecek bir film

FRITZ LANG’IN SÜRÜKLENDİĞİ İSİM LANET TEKRARLANIYOR

Wright, Letts’in yeni Friedkin’e de uyguladığı ‘tiyatro yazarlığı’nı burada karşımıza çıkarıyor. Bu da Hitchcock karşıtı bir Hitchcockyen gerilim getiriyor. Epizodik açıdan daha anlamlı kurulsaymış film merkezdeki modern bir female gothic film olarak “Rebecca” veya “Arka Pencere” ardılı konumunu güçlendirebilirdi.

Ama bu haliyle karakterlerin makyajına da diyaloglarına da vurgularına da inandıramıyor. Aksine öylesine bir başıboşluk izliyoruz! 1944 tarihli “Penceredeki Kadın”da (“The Woman in the Window”) Fritz Lang kariyerinin en zayıf eserlerinden birine imza atmıştı. Orada J.H. Wallis’in romanının uyarlaması Edward G. Robinson ve Joan Bennett’ı uçuruma sürüklemişti. Burada da Joe Wright bu lanete veya furyaya eşlik ediyor.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder