Murat Çelik

19 Mart 2024, Salı 07:00

Ben, ben, ben!

Yakın dönemde insanlığa en büyük kötülüğü, cep telefonlarının ön yüzüne kamera koymayı akıl eden kişi yaptı bence. Eminim amacı bu değildi ama selfie (özçekim ya da görçek) kamerasının mucidi, her insanın yürüyen bir ‘ego anıtı’na dönüşmesine sebep oldu. İnsan, yapısal olarak zaten benmerkezci (egosantrik) bir varlık. O kamera, zaten bencil olan o varlığın, bir de kendine âşık olmasına yol açtı. Çevrenize şöyle bir bakın…

Telefonun ön tarafına bakarak yüzünü şekilden şekle sokanları bir izleyin. Benmerkezciliğin (egosantrizm) tanımı şöyle: (Bu tanım ne demeye çalıştığımı daha iyi ifade edecek.) “Her şeyi kendine dayandırmak, kendine bağlamak, kendine indirgemek, her şeyde kendi görüş açısından hükümde bulunmak, her şeyde kendini esas almak ve kendi fikrini, mantığını ve duygusunu hareket noktası, örnek, ölçü ve merkez almak eğilimi.” Bilmem anlatabildim mi?

Bu girişi neden yaptım biliyor musunuz? Sürekli kendine bakan, teknolojinin armağanı filtrelerle kendini olduğundan farklı (ve tabii daha güzel) gören kişilerden oluşan bir toplumun içinde yaşıyoruz. Üstelik bir de herkes ‘meşhur’ artık. Sosyal medya üzerinden canlı yayın yapan yapana…

3 kişi de izlese kendini ünlü hissediyor canlı yayın ‘açan’. (Düşünün, ‘canlı yayın açmak’ diye bir tabir var.) Aslında sosyal de bir varlık olan insan kendini bu kadar çok önemseyince ‘toplum’ da başkalaşıyor. Toplumun bu kadar çok ‘ben’den oluşmasının sonuçlarından biri ‘çifte standart’ın standarda dönüşmesi oluyor. Neredeyse sadece kendiyle meşgul olan bireyler, başkalarını önemsemiyor. Çevrenizde de gözlemleyebilirsiniz; başkalarının dertleriyle dertlenen, başkaları için bir şeyler yapan insan sayısı günden güne azalıyor. 

Çifte standart bencilliğin mütemmim cüzü. Egosantrik insan hemen her konuda çifte standartlı davranıyor. Kendine her şeyi hak görüyor. Kendine hak gördüklerinin başkalarının da hakkı olabileceğini ise hiç düşünmüyor. Sadece kendine… Trafikte kimseye yol vermeyen o insan işte. Fırıncının verdiği ramazan pidesini kabul etmeyip daha pişkin, daha bol susam ve çörek otlusunu alan o insan işte. Hastalığınızdan söz ettiğinizde size bir “Geçmiş olsun” bile demeden “Ben de…” ya da “Benim de…” diye başlayan cümleler kuran o insan işte. Tuttuğu takım lehine olan hakem hatalarında susup rakip lehine çalınan yanlış düdüklerde bas bas bağıran o insan işte. Kendi ya da desteklediklerinin ‘U dönüş’lerini dönüşüm, gelişim olarak nitelerken başkaları veya rakiplerinin geçmişten farklı davranışlarına ‘döneklik’ yaftasını yapıştıran o insan işte. 

Bugün bu ülkede; siyaset dünyasında, futbol âleminde, iş hayatında yaşanan tartışmaların kaosa dönüşmesinin nedeni işte bu insan tipi. Yüzüne karşı bu gerçekleri söylediğinizde; hiçbir eleştiriyi kabul etmeyen, kendi dışında herkesi kusurlu bulan, yaptıklarının aksini söyleyip söylediklerinin tam tersini yapan insan tipi. Bu tip insanlara ayna tutmak, yaşam biçimine dönüştürdükleri çifte standart alışkanlıklarını yüzlerine vurmak gerekiyor. Belki bir gün farkına varır, en azından kendi başlarınayken biraz düşünürler umuduyla…

15 Mart 2024, Cuma 07:00

Çikolata kisti hiç tatlı değil!

Başlığı “Çikolata Kisti Hastalığı çikolata gibi tatlı değildir” sloganından aldım. Bugünkü konumuza dair bir de şu slogan var: “Âdet sancısı âdetten değildir.”

ENDOMETRİOZİS

Bırakın biz erkekleri, kadınların bile çoğunun haberdar olmadığı bir hastalık; Endometriozis. Türkiye’de ‘Çikolata Kisti Hastalığı’ olarak da adlandırılıyor. (Neden çikolata, birazdan aktaracağım) En basit tanımıyla; rahim iç zarının, rahim dışında bir yerde yerleşmesiyle oluşan hastalığa hekimler kısaca “Endo” da diyor. Ve mart, Endo farkındalık ayı.

Detayları Prof. Dr. Turgut Var’dan aldım. Ankara’nın tanınmış kadın doğum uzmanlarından olan Prof. Var, aynı zamanda İstanbul merkezli Endometriozis ve Adenomyozis Derneği’nin yönetim kurulu üyesi. Dernek, Endo’nun kronik hastalık olarak kabul edilmesi ve mart aylarında kamu spotları yayınlanması için çaba sarf ediyor.

10 KADINDAN 1’İNDE VAR

İşte Turgut Var’ın ağzından Endometriozis. Halk arasındaki adıyla Çikolata Kisti Hastalığı…

Östrojen bağımlı, ilerleyici ve tekrarlayıcı bir hastalık bu. Rahim iç zarının bulunması gerektiği yerden farklı organlarda olması. Adet kanıyla tüpten geçerek, en sık yumurtalıklara gidiyor ve ‘çikolata kisti’ yapıyor. Karın zarına, rahmi tutan bağlara, hatta bağırsaklara, mesaneye, diyaframa gidebiliyor. Buralarda da lezyona sebep oluyor.

08 Mart 2024, Cuma 07:00

Çankaya-2

Köşenin bugünkü konuğu Hüseyin Can Güner. Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Çankaya Belediye Başkan Adayı. Güner; 31 yaşında, avukat. Şimdilik bekar. Özel hayata saygı gereği detay sormadım ama anladığım kadarıyla yakında evlilik planı var. İşte Hüseyin Can Güner’in açıklamaları…

GENÇLİĞİ TECRÜBESİZLİK Mİ?

Her işte, her dönemin bir ilki var. Kimse bir işin uzmanı olarak doğmaz. Kaldı ki ben siyasete de belediyeciliğe de uzak bir insan değilim. Hem genel merkezde yerel yönetimler komisyonunda çalıştım hem belediyelerimize hukuki ve insan kaynakları desteği veren yapılar içinde bulundum, bulunuyorum. Ayrıca farklı seçim bölgelerinde de genç arkadaşlarımız var. Gençlere şans verilmesi genel siyasetin gençleşmesi açısından da önemli. Toplumun desteği ve ilgisi de bunu gösteriyor.

ÖNCELİKLİ PROJELERİ NELER?

Projelerimiz hazır. Web sayfamızda da yayında. Türkiye’de uygulanan siyasi, ekonomik ve sosyal politikaların, her kesim ve yaş grubunda yarattığı genel bir tahribat var toplumda. Her alanda… Her ne kadar refah seviyesi yüksek bir yer olarak kabul edilse de Çankaya’da da, özellikle de bazı bölgelerinde, insanlarımızın yaşam kalitesinde bir geriye gidiş söz konusu.

İlk işimiz Kent Lokantası projesi olacak çünkü sokakta bu yönde bir ihtiyaç, bir talep olduğunu gördük. Öğrenci ve emeklilerin yoğun olduğu Cebeci’den başlayarak sayısını artıracağımız kent lokantaları açacağız. İnsanlarımız uygun fiyatlarla sağlıklı yemek yiyebilecekler.

Bir de gençlik merkezi projemiz var. Öğrenci ve gençlerimizin hem yemeklerini yiyip hem ders çalışabilecekleri, günün tümünü geçirebilecekleri, dayanışmayı güçlendirecek bir merkez…

05 Mart 2024, Salı 07:00

İstanbul-1

İstanbul seçim havasına girmiş. Adayları takip edip röportaj yapmaya dün Murat Kurum ile başladım. Kurum, yumuşak bir üslupla ama içeriği çok sert şekilde eleştirdi rakibi Ekrem İmamoğlu’nu. Önümüzdeki günlerde İmamoğlu ile de görüşüp, onun söyleyeceklerini de buradan aktaracağım. 

Cumhur İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Murat Kurum dün önce Üsküdar’da Çocuk Köyü’nün açılışını yaptı, ardından Sultanbeyli’de miting düzenledi. AK Partili Kurum sorularımı, Üsküdar’dan Sultanbeyli’ye giderken yolda, makam aracında yanıtladı.

NEDEN SİZ?

Sayın Kurum, son soracağımı en başta sorayım. İstanbul seçmeni neden Ekrem İmamoğlu’na değil de Murat Kurum’a oy vermeli?

Geriye dönüp son beş yıla baktığınızda bu sorunun yanıtı aslında o kadar basit ve net ki... İki adayın son beş yılda neler söylediklerine ve bu söylediklerinden neleri gerçekleştirip neleri gerçekleştirmediklerine bakmak yeterli. Ben beş yılda, 81 ilde 365 bin sosyal konut üretmiş, kentsel dönüşüm ve afet konutlarıyla ülkenin dört bir yanında inşaatları başlatmış, bitirmiş, teslim etmiş, sözünü tutmuş biri olarak buradayım. Bu tecrübeyle İstanbul’a geliyoruz ve sadece İstanbul ile ilgileneceğiz diyoruz. Sorunuzun cevabı ‘Sadece İstanbul’ sloganında gizli.

Peki rakibiniz? Yani İmamoğlu?

Beş yıllık süreçte kendisiyle ilgili akla gelen sadece ‘polemik’ ve İstanbul gündemi dışındaki konular. İstanbul’un şu anda öncelikli iki önemli sorunu var. Biri deprem, biri de ulaşım. Beş yıldır yarı zamanlı belediyecilik yapan bu CHP’li anlayış, sadece 5 bin küsur konut bitirmiş. Buna karşılık ben beş yıllık bakanlığım süresinde sadece İstanbul’da 173 bin konutun inşasını başlatmışım. 81 ilde yaptıklarımın yanında bir ayağım hep İstanbul’da olmuş. Biz geçmişimizin referansıyla İstanbul’da depreme hazırlık ve ulaşımı çözeceğimizi söylüyoruz.

27 Şubat 2024, Salı 07:00

Seçime giderken

Bu aralar kimle konuşsam; siyasetin bütününden bir soğuma, bir uzaklaşma, bir umudunu yitirme hâli gözlemliyorum. Bütün partilerden, bütün siyasetçilerden…

Büyük çoğunluk, mevcut siyasi anlayış ve kadroların dertlerine deva olabileceğine inanmıyor. Siyasetin ülke ve toplum menfaatine yapıldığına inanan neredeyse yok. Bu kanaat iktidar için de geçerli, muhalefet için de. Ve bu durum, bu ruh hâli, toplumun geleceğe dair inancını, umudunu yitirmesine neden oluyor. Birçok insan “Kim gelirse gelsin durum değişmez” diye düşünüyor artık. “Değişen sadece isimler olur, mevcut düzen aynen devam eder” diyor kahir ekseriyet.

İnsanların siyasetten soğumasında, iktidar – muhalefet farkı olmaksızın; siyasetçilerin dün siyah dediklerine bugün beyaz, dün iyi dediklerine bugün kötü demeyi artık adeta bir alışkanlığa dönüştürmüş olmasının payı büyük. İşin trajikomik yanı ise şu: Birbirlerini eleştiren, suçlayan politikacılara bakıyorsunuz…

Rakiplerinde kıyasıya eleştirdikleri şeyleri ya bir süre önce kendileri de söylemişler ya da kısa bir süre sonra aynı tavrı kendileri sergiliyorlar. Merhum Süleyman Demirel’in meşhur vecizesi “Dün dündür, bugün bugündür”ün son yıllarda en çok hatırlanan cümle olması işte bu yüzden.

Başta siyasetçiler olmak üzere farklı toplum kesimlerinden yetkili, etkili birçok insan kendine hak gördüğünü başkalarının kusuru, yanlışı olarak değerlendiriyor. Müthiş bir çifte standart sarmalında yaşıyoruz. Dünüyle bugünü çelişen kendiyse, bu durumu “değişim, dönüşüm, gelişim” diye takdim edenler, zaman içinde farklılaşan başkası olduğunda onu “U dönüş” hatta “döneklik” ile itham ediyor. Acımasız bir çifte standart alışkanlığı bu. İşin kötüsü bu hastalık günden güne kanıksanıyor. Yaygınlaşıp sıradanlaştıkça normal kabul ediliyor. Oysa değil. Hiç normal değil.

Bir de herkesin kendine göre bir miladı var. Tarih verilmeyen, ilan edilmeyen, adı koyulmamış bir takvim. Bir nevi kişisel çifte standart takvimi. Kimi üç sene önce söylediklerinden kendini mesul saymıyor ama başkasına beş yıl önceki sözleri üzerinden yükleniyor. Kimi kendi sekiz ay önce aldığı karardan 180 derece dönmesiyle ilgili hiçbir açıklama yapma ihtiyacı duymazken, rakibinin bir yıl önceki tavrını değiştirmesini en sert şekilde eleştiriyor. Herkes gayet rahat, gayet kaygısız, hatta pervasızca böyle davranıyor.

Herkes her şeyi kendine, ama sadece kendine hak görüyor. Ve kimse aynaya bakmıyor. Aynaya bakmayı bilinçli olarak reddediyor insanlar. İstisnalar dışında kimsenin tutarlı olmak gibi bir kaygısı yok. Hiç değilse farklılaşmasına makul bir açıklama getirir diyorsunuz, o da yok. Korkarım bir süre sonra kimse geçmişte söylediklerinden, yaptıklarından sorumluluk kabul etmeyecek ama başkalarını geçmişlerinden mutlak sorumlu tutacak. Bu iş o noktaya gidiyor.

23 Şubat 2024, Cuma 07:00

Çankaya-1

“Belediyecilik anlayışı değişti. Belediyeler artık sadece; yol yapan, su, kanalizasyon gibi alt yapı işlerini yapan, çöpleri toplayan kurumlar olamaz. Modern belediyeciliğin görevi, saldırgan sokak hayvanlarından gıda güvenliğine, güvenli ve marka şehirler oluşturmak. İnsanların sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamak. Atatürk’ün şehri Çankaya, onun mirasına yakışır şekilde yaşamalı ve yönetilmeli.” Bu cümleler Ankara’nın Kalecik İlçesi Belediye Başkanı Duhan Kalkan’a ait. Kalkan 31 Mart yerel seçimlerinde AK Parti’nin Çankaya Belediye Başkan Adayı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Çankaya’da, 30 yaşındaki Parti Meclisi Üyesi Avukat Hüseyin Can Güner’i aday gösterdi. (Güner ile konuştuk. Buluşacağız. Sorularıma vereceği cevaplar da yine bu köşede yer alacak.)

DUHAN KALKAN KİM?

AK Parti’nin Çankaya Belediye Başkan Adayı Duhan Kalkan 40 yaşında bir avukat. Aynı zamanda sosyal bilimler doktoru. 2008-2018 yılları arasında Başbakanlık, Milli Savunma Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı’nda güvenlik politikaları uzmanı olarak çalıştıktan sonra 2019’da memleketi Kalecik’e belediye başkanı seçilmiş. 2017’de, Jandarma Genel Komutan Yardımcısı’yken Korgeneral rütbesinden emekli olan Ata Kalkan’ın oğlu.

KIZILAY

Önceki gün buluştuk Duhan Kalkan ile. Çankaya için farklı alanlarda çok sayıda projesi var. ‘Kızılay’ da bunlardan biri.

Çağdaş belediyecilik, marka şehirler yaratmalı. Çankaya deyince akla önce Atatürk gelir. Anıtkabir gelir. Çankaya’yı simgeleyen yapı olarak Atakule gelir. Peki soruyorum, son 30 yılda Çankaya’yı simgeleyen ne yapılmış? Bizim istediğimiz şu: Mustafa Kemal’in Çankayası her anlamda birinci olmalı.

20 Şubat 2024, Salı 07:00

Erdoğan'ın o mesajı

Türkiye’de siyaset, siyaset biliminin evrensel kural, kaide ve teamüllerine pek uygun işlemiyor. Bizde politikacıların ve partilerin seçmenle ilişkileri, özellikle batı dünyasındakinden çok farklı. Doğal olarak seçmen davranışları da öyle. Nihayetinde siyasetçi de bu toplumun içinden çıktığı için “Doğal olarak” diyorum.

Son örnek Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gün (18 Şubat 2024, Pazar) resmi X (Twitter) hesabından yayınladığı mesajın şu ilk bölümü: “CHP’li kardeşlerimizin, partilerine ve siyaset kurumuna yönelik umutlarını giderek kaybettiklerini üzülerek görüyoruz. Buradan siyasi parti fark etmeksizin tüm vatandaşlarıma samimiyetle sesleniyorum: Başta CHP olmak üzere muhalefete bakıp da asla umutsuzluğa kapılmayın. Alternatifsiz değilsiniz. AK Parti ve Cumhur İttifakı olarak hiçbir vatandaşımızın kendini dışlanmış, ötelenmiş, yok sayılmış hissetmesine gönlümüz razı değildir.”

Erdoğan’ın bu cümlelerini, ülke ve söyleyen kişinin ismini kapatarak, misal bir Hollandalı ya da İngiliz’e okutup sorsanız “Muhalefetteki bir siyasetçiye aittir” der. Gerçekten de öyle. Bakın bu ifadeler, normalde iktidar değil muhalefetin dile getirmesi gereken türden. Ama bizde tam tersi. İktidardaki lider muhalefet seçmenine söylüyor “Asla umutsuzluğa kapılmayın, alternatifsiz değilsiniz” diye.

Bu mesajı muhalif seçmen üzerinde ne denli etkili olur bilemem ama bunları söylemesi; Erdoğan’ın toplumun bir kesiminin, özellikle de muhalif seçmenin ruh haline dair gerçekçi bir gözlem yaptığını gösteriyor. Geçtiğimiz cuma (16 Şubat 2024) bu köşede yer alan “Muhalif Seçmenin Haletirûhiyesi” başlıklı yazıma (https://www.posta.com.tr/yazarlar/ murat-celik/muhalefet-secmenininhaletiruhiyesi- 2695573) noktayı şu sözlerle koymuştum: “Gördüğüm o ki; insanlar, siyaset kurumuna olan inancını yitirme noktasında. Siyasetin toplumun refahı, huzuru ve mutluluğu için yapıldığını düşünen neredeyse yok. Sokaktaki genel kanaat -partilerden bağımsızsiyasetçilerin ve/veya partilerin toplum ve ülkeden önce kendi çıkarlarını gözettikleri yönünde. Bu inanç, insanların siyaset kurumuna olan güvenini örseliyor. Siyasete bir bütün olarak güvenini yitiren kesimler sandıktan soğuyor, uzaklaşıyor. Konuştuğum seçmenler arasında 31 Mart’ta sandığa gitmeyeceğini ya da gitse de ‘boş oy’ atacağını söyleyenlerin sayısı hiç de azımsanmayacak seviyedeydi. Bahsettiğim ciddi risk bu işte. Güven vermeyen parti ve siyasetçiler, toplumun demokrasiyle olan bağını, demokrasiye olan inancını zedeliyor. Asıl tehlikeli nokta bu.” 

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın bahsettiği nokta da bu. Erdoğan sadece gördüğü durum üzerine bir çağrı yapmıyor. Aynı zamanda siyaseten de rakiplerinin üzerine gidip onları ezen bir üslubu tercih ediyor. Başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin bu durumu görüp bir çözüm üretmek için çalışması gerekiyor. Ve tabii topluma güven vermeleri…