Şirin Sever Hikikomori salgını var, cümleten geçmiş olsun...
HABERİ PAYLAŞ

Hikikomori salgını var, cümleten geçmiş olsun...

Yakın kız arkadaşlarım, komşularım aynı zamanda. Şanslıyım evet ama sinir oluyorum bu ara ikisine de! Diyorum ki mesela, “Hadi çıkalım bir iki tur atalım…” Cevap hazır: “Çok trafik var, çıkmaya değmez!” Başka bir gün diyorum ki, “Hamsi mevsimi bitmeden gidip bi hamsi mi yesek?” Anında hevesimi kursağımda bırakıyorlar, “Evde yapalım yahu, ne var onu yapmakta?!!” Ya da “Hadi sahile inip bi kahve içelim, hava alalım” desem, hiç sektirmeden “Evde içelim, hadi yapıyorum gel” deyip konuyu kapatıyorlar.

Haberin Devamı

Sanki dışarıda bizi öcü yiyecek, canavar yutacak! Pandeminin başından beri durum böyle. Ha, kendilerini bu kadar kapattıkları halde Omicron oldular mı? Oldular tabii. Ben gülünce de, kızdılar. Neyse, pandemide başlayan bu hal, artarak sürüyor… Kar, kış, yağmur, soğukla birlikte hayat pahalılığı da eklendi. Herkes haklı tabii. İşin kötüsü beni de kendilerine benzettiler. Artık tek isteğim var; evde oturmak!

İş gereği toplantı, davet, görüşme, etkinlik vs olmasa, evden burnumu bile çıkarasım yok. Salgındı, soğuktu, pahalılıktı, insanların kabalığı ve hoyratlığıydı derken; evde kendine yarattığın konfor alanı seni içine çekiyor resmen. Mecbur kalmadıkça asla çıkmak istemiyorsun! Sadede gelirsem… Meğer bu bir rahatsızlıkmış ve adı da ‘Hikikomori’ imiş. Japonya’da 2010 yılında özellikle genç erkeklerin iş ya da okula gitmek, arkadaşlarıyla vakit geçirmek yerine kendilerini eve kapatması sonucu bilimsel literatüre bile girmiş.

Japon uzmanlar, bu sendromun altı aydan fazla evde vakit geçirenler arasında ortaya çıktığını, sosyal çevreden uzun süre uzak kalan kişilerin kendilerine yarattıkları konfor alanını terk etmek istemediklerini, hatta normal yaşamlarına geri dönmeye korktuklarını belirlemiş. Avrupalı bilim insanları da benzer durumu COVID’in zirve yaptığı dönemde gözlemlemiş, buna ‘mağara sendromu’ adını vermiş.

Okuduğum habere göre; Japonya’da nüfusun yüzde 1.2’si Hikikomori hastası ve bu dalga hızla Avrupa’da da yayılıyor. Uzmanların tavsiyesi; ‘evden çıkmak için direnç gösterenleri kendi haline bırakmak yerine psikolojik destek almaya ikna edin’ şeklinde. Şimdi ben, benimkileri arayıp bunu söylesem, kesin telefonu suratıma kapatırlar!

Haberin Devamı

‘30 DAKİKA OTURMA SÜRENİZ VAR!’

Kimse evdeki konfor alanından çıkmak istemiyor dedim ya yukarıda… Mesela size “30 dakika süreniz var” diyen bir kafede oturmak ister miydiniz? Yeni meselemiz işte bu! Nişantaşı’nda bir kafenin her masaya “Masa işgal süresi 30 dakika, asgari tüketim 30 TL’dir” uyarısı koymasıyla başladı tartışma. Bir kafenin bunu yapmaya hakkı var mı, yok mu?

Bana sorarsanız; hayat öyle pahalı, her şey o kadar zor ki; hakkı da, hukuku da, ayıbı da çoktan geçtik. Mekanlar elektrik ücretlerinden, artan giderlerden dolayı öyle zor durumda ki, kimseye ‘haksızsın yapamazsın’ diyecek durumda değiliz. Bir kafeye gidip, bir kahve sipariş edip altı saat oturursan o insan nasıl ödesin faturasını? Öte yandan bana bu süreyi koyan kafeye ben gidip oturur muyum? Hayatta oturmam!

Demek ki burada bir dil ve üslup sorunu var. Nitekim Nişantaşı’ndaki malum kafenin işletmecisi şöyle demiş; “Elimizde kronometre yok, kimseyi takip ettiğimiz de yok. Bir kahve ile altı saat oturanlar oluyor, bu adap unutuldu ise hatırlatalım istedik.” Haklı mı? Çok haklı. Ama işte kullanılan dil ve seçilen yöntem, haklıyken haksız duruma düşürmüş kendisini.

Haberin Devamı

Hikikomori salgını var, cümleten geçmiş olsun...

KAFEDE DE GÖRGÜ KURALI ŞART!

Öte yandan millet öyle alışmış ki zincir kahvecilerde bir kahveyle sabahtan akşama kadar oturmaya… ‘Uzaktan’ çalışanların artmasıyla birlikte kahve dükkanlarını ofis olarak kullananlar, bütün dünyada kafelerin en büyük derdi. Hatırlayın, iki yıl önce de Moda’daki bir kafe, ‘bilgisayar açmanın ve kitap okumanın yasak olduğunu’ belirten duyurular koymuştu ve o günlerde de o kafeyi tartışmıştık.

Kimi kafe sahibini linç etti, kimi hak verdi. Ama kimse ‘bir kahveyle mekana çökenlere’ bir şey demedi! O gün de yazmıştım, sadece bizde değil Amerika’da tartışılan bir konuydu bu. Hatta “Uzaktan çalışanlar kafeleri batırıyor mu?” sorusu soruluyordu basında. Wall Street Journal gazetesi, bir yazı yayımlayıp bu konuda yeni görgü kuralları oluşturmak gerektiğinden bahsetmişti. Neydi o görgü kuralları, hatırlayalım…

***

KURAL 1: Sadece istendiğin yerde çalış... Yani bir mekanda başını bilgisayara gömmeden önce, kafenin yoğun saatlerini sor. Bir kafe sahibi şöyle diyor: “İçinizde bir his olmalı; belki biraz bilinç. Belki de şu an kalkma zamanımdır diyen bir ses...”

KURAL 2: Önce satın al, sonra otur… İçeriye girdiğinizde kasada uzun sıra varsa, boş sandalyelerden birine çantanızı koymayın, sıranızı bekleyin. Kuyruktakilerin de hakkı var, onu gasp etmeyin.

KURAL 3: Bütün gün oturacaksan, küçük bir kahveden fazlasını satın al… Bazı kafe sahipleri saat başı yemek veya kahve siparişini uygun buluyor. Eğer bunun maliyetinden korkuyorsanız; ofis kiralarını düşünün! Sonuçta, o kafe de bir işletme değil mi ama?

Plastik atıklarla Oyuncak Müzesi’ne

Temizlik markası OMO; plastik atıkların geri dönüşümü konusunda farkındalığı artırmak amacıyla şahane bir projeye imza attı. İlkokul öğrencileri ‘geri dönüşüm yapılan temiz bir dünya’ hayalini resmetti, ressam Şevval Konyalı da bu resimlerdeki hayalleri 900 adet plastik şişe kullanarak bir sanat eserine dönüştürdü.

Hikikomori salgını var, cümleten geçmiş olsun...

Eser dönüşümlü olarak Kadıköy, Taksim ve Gayrettepe metro istasyonlarında sergilendi, şimdi ise İstanbul Oyuncak Müzesi’nde. Temiz bir gezegeni sembolize eden bu eser; müzede bir ay kalacak ama 12, 13, 19 ve 20 Şubat tarihlerinde, 0-15 yaş arası çocuklar, yanlarında plastik atık götürdüğünde, müzeyi ücretsiz gezebilecekler. Farkındalık yaratmak için şahane bir yol değil mi? Temiz bir gelecek için herkes plastik atıkları ayrıştırsın lütfen.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder