İklim krizi, pandemi, yangınlar, Afgan göçü derken bu yorucu gündemin arasında gelin küçük bir aşk hikayesi anlatayım size. Kırık bir aşk hikayesi. Dedemin hikayesi. Gedizli Ali Osman’ın…
Ali Osman, tüccarlık yapan, boylu poslu, genç bir delikanlı. Halı, kumaş, köylünün tarladan topladığı ürün, ne olursa alıp, satıyor. Ailesi o daha küçükken Gediz’den Uşak’a göçmüş. 1911’deki Gediz yangını her yeri yakmış, ortada ev bark bırakmamış. Çoğu aile gibi göçmüşler onlar da. Gediz’in hasretini hep içinde yaşamış Ali Osman, her fırsatta Murat Dağı’na, Gediz’e düşürmüş yolunu. Öksüz büyümüş, nişanlısı Hacer gibi. Hacer’le aynı mahallenin çocuklarıymış, beraber büyümüşler, yaşı yaşına huyu huyuna demişler, nişanlamışlar bu iki öksüzü.
Düğün zamanı gelmiş, kazanlar kurulmuş, yemekler pişmeye başlamış, her yer şenlikli, düğün telaşı, evlerde hazırlık. Derken bir haber gelmiş. Soğuk, buz gibi bir haber! İnsanı olduğu yere mıhlatan, kalp sızısı nedir ilmek ilmek hissettiren, hüznü can parene asırlık yerleştiren bir haber. Demişler ki; “Hacer kaçtı!” “Hacer başkasına kaçtı!”
Düğün alayları kurulmuş, kerpiç evlerin arasındaki dar, taşlı yollara kazanlar kurulmuş, kadınlar renkli fistanlarını giymiş, evlerin yeni gelinleri görümlüklerini takmış, bu dediğin olacak şey mi? “Olmaz!” demiş Ali Osman. “Olmaz!” Damat tıraşını olmuş, gelinini bekleyen Ali Osman. Hacer’i has seven Ali Osman. Koymuş elini göğsüne, o genç vücudu iki büklüm çömüvermiş ilk bulduğu yere. Duymaz olmuş etrafı, içinde derin sessizlik, susmuş. Susmuş sadece. Göğsünün yarasına pansuman yapmış elini, bastırmış da bastırmış, bastırmış da bastırmış. Yarası diner diye. Çekememişler o gün o eli yaralı bağrından Gedizli Ali Osman’ın.
Sonra ne mi olmuş? Hayat kaldığı yerden devam etmiş. Dedem anneannemle evlenmiş, çocukları, torunları olmuş. Ama bir türkü varmış ki, o türkü her çaldığında Gedizli Ali Osman’a yarasını hatırlatmış. Hikayesine dil olmuş. O türkü her çaldığında koymuş yine elini bağrına; “Hacer…” demiş, “Kazanları kaldıran Hacer!” Ve yarasını kapattığı eli koynunda, sessizliğine dil olan o türkünün ezgisi yüreğinin her bir köşesini ince ince dolanmış. Samsun’un Çarşamba’sında yakılan bir türkü gelmiş Gedizli Ali Osman’ın akıtamadığı gözyaşı olmuş.
Çarşamba’yı sel aldı
Bir yar sevdim el aldı
Keşke sevmez olaydım
Elim koynumda kaldı
Oy ne imiş, ne imiş
Kaderim böyleymiş
Gizli sevda çekmesi
Ateşten gömlek imiş
Türküler böyledir işte, ortak bir hikayenin soylu sesi olurlar. Belki Gedizli Ali Osman için dinlersiniz bu türküyü, belki kaç Ali Osman’la buluşursunuz her bir kelimesinde, her bir ezgisinde… Ne dersiniz?