Yazarlar Ömre bedel mi, keyfe keder mi?
HABERİ PAYLAŞ

Ömre bedel mi, keyfe keder mi?

Son dönemin malum konusu, yüzyıllardır şarkılara masallara konu olmuş bir şehir... Yedi düvelin hayranlığını üzerinde toplamış, kıskanç bir sevgili misali "ille de benim" duygusu içinde tarihlerler boyunca bir çok ülkelerin hedefi haline gelmiş hala gelmeye devam eden taşı-toprağı altın İstanbul...

"Sen neymişsin" dediğimiz bu güzel şehir, içinde yaşayanlar için artık kabus olma durumunda hızla ilerliyor.

Televizyon kanallarında ara sıra izlediğimiz Ayhan Işık, Sadri alışık filmleri vardır İstanbul manzaraları ile dolup taşan. Eminönü'nde taksiye binersiniz; hoop üç dakika içinde Tarabya'dasınız. Jön, Filiz Akın’ın elinden tutar romantik bir şekilde tüm şehri gezerler. Zannedersiniz ki, bu şehri cinler periler sarmış. Bomboş, insansız sahneler. 50 yılda değişen bu kocaman şehri tanımak için zorluk çekmekteyiz.

Haberin Devamı

Bu kadar sevilen bir şehirden neden artık nefret eder hale geldik?

Taşı-toprağı altın gibi uydurma bir inanışla yıllardır bir göç istilasının kurbanı ve her geçen gün yorucu bir hal almaya başlamasıyla var olan güzelliklerini kaybetmeye devam ediyor. Göç istilasının yanı sıra ülkeler arası haçlı seferleri başladı sanki. Her yerden bir Arap bir Suriyeli bir Afgan derken beyinlerimiz yandı, dumura uğradı...

Dünya birbirine karışmışken, "bize ne oldu acaba" soruları askıda bekliyor. Bir curcunadır gidiyor. Eskiden panayırlar kurulurdu. Severdik biz, bu kalabalığı. Bayram yeri sevinçlerini unutmak mümkün değil. Şimdiki sevinçler bir kabus halinde.

Bir başka meselemize dönelim. Söze gereke yok. Yakından uzaktan tanıyanların dudaklarından dökülen tek kelime, trafik... Tabii bu başlangıç. Altında daha ne sorunlar var da, bizi çökerten delirten en güncel konu trafik. Gideceğiniz yere savaş vermeden, asla gidemezsiniz. Köprünün karşı tarafına geçmek istiyorsanız kendi aracınızla, mümkün değildir. Çılgın köprü trafiğinde uzun süre kalmak zorundasınız. Gözünüz sürekli yolda ve saatinizdedir. Devamlı gideceğiniz yere özür mesajları atarsınız trafiğin durumunu anlatarak.
Toplu taşıma tercih ediyorsanız; yandınız gittiniz. Bilumum karmaşanın içinde bayılma durumundasınız demektir. Arada size mendil satmaya çalışan veya avuç açan Suriyelilerle cenk yaparsınız. Bir yandan eliniz çantanızda ne olur olmaz durumları, diğer yanda oksijensiz ve bol karbondioksitli ve her an bir sapığın herhangi bir eylemine maruz kalırım korkusuyla okuya üfleye yolculuğunuzu bitirirsiniz. İndiğiniz durakta taksi arayışı başlar. Paşa taksiciler yol beğenmezler:
"Abla ben oraya gitmesem. Trafiği berbat" diyerek...

Haberin Devamı

Keyifleri nereyi isterse oraya yolcu alırlar. Tüm çantanızdaki servetinizi tüketir paşalarla şehir turu atarsınız araçtan araca geçerken.
Akşam arkadaşlarınızla toplanıp bir yere gitmeye kalksanız buluşma noktasını seçmek için kan ter içinde kalırsınız. Nefes nefese konuşmalar ardından yaşanan bin bir sorunlar. Gecenin sonu yaklaştıkça yine kara kara düşünmeler, navigasyonları açıp yol tarifleri tespit etmeler.
Her defasında "Yok artık bu şehirde hayat bitmiş, yaşanmaz kaçıp bir ege yapmalı" dedikten sonra şehrin garip büyüsü içinde yeniden içinde kaybolmak, artık rutin hale gelmiş durumda. Uyuşmuş narkozlular halinde yaşamımıza devam ederiz.
Hani bir aşkın yanlış olduğunu bilirsiniz. O ilişki sizin için bitmiştir artık da, hep aklınızda "belki düzelir" duygusu vardır ya. "Arada çocuklar var harcamayalım koca bir hayatı, iyi kötü yıllarımız geçti" durumlar... İşte İstanbul’ da yaşamak da galiba böyle bir şey. Vazgeçemeyeceğimiz bir duygu seli.
Hepimizin ortak canhıraşı: Yetti gari İstnabul, bırak bizi gidelim buralardan...

Haberin Devamı

Dünyaya bir kez bakmak zorundaysan sadece İstanbul’a bak! (Alphonse de Lamartine)

Sıradaki haber yükleniyor...
holder