Yazgülü Aldoğan Eylül değil, ben tatsızım!
HABERİ PAYLAŞ

Eylül değil, ben tatsızım!

Haberin Devamı

Sonbaharın ilk günlerini çok severim. Güneşin kudurukluğu geçmiş, ama havalar henüz soğumamış olur. Tatlı bir esinti, serin ve uyumaya imkan veren geceler, gündüz dışarıda yemek yenilebilen ve güneşle sevişilen saatler. Tatlı Eylül! Kimileri için de sonbahar depresiftir, hüzündür. Yaprakların dökülmesi, doğanın içine kapanması, yağmurların başlaması ve ıssızlaşan sokaklar. Daha o döneme gelinmedi ama benim içim hüzünle dolu. Ruhum yaralı olunca kendimi Tepebaşı’ndaki moda günleri koşuşturmacasına gitmeye ikna edemedim.

[[HAFTAYA]]

Ne o otopark üstü çadır komikliğinde oturacak yer bulmak için itiş kakışa girebilirim, ne de defile niyetine kendileri defile yapmaya gelenleri seyredip eğlenebilirim! İzlenimlerden öğreniyorum ki yine herkes önde oturacağım diye hır çıkarmış, yine giriş çıkışlarda sıkıntı varmış. Koton ve Damat’ın damgasını vurduğu moda olayına da biraz farklı bakıyorum artık.

Tamam, yaratıcı olmak güzel de Koton’u sevmeme rağmen ceketlerini giyemediğim için kızıyorum. Güzel gözüksün diye bedenleri küçülttükçe küçültüyorlar ve 42’ler 38 gibi! Sanki burası Japonya ve hepimiz ufak tefek, narin kadınlarız! Damat ise erkek giyiminde sevdiğim bir marka. Fakat oğluma aldığım bir polo tişörtü ilk yıkamada, üstelik elde, sabunla, rengi attığı için geri götürdüm.

Bana “çamaşır suyuyla yıkamışsınız” deyip aynen iade ettiler mi! Tayyip Bey gibi “biii daa da gitmem!” Evime çamaşır suyu sokmam ve lacivert tişörtü de çamaşır suyuyla yıkayacak kadar bilgisiz değilim herhalde. Defile yaparak, süslü mağaza açarak kurum olunmuyor demek. Müşteri memnuniyetini hiçe sayıyorsan, şikayet edeni kulak ardı ediyorsan, eline malı geri tutuşturuyorsan sen kaybedersin. Ne yapacağım o rengi atmış lacivert tişörtü, yer bezi mi? Moda ve tarz yaratılacak ama kalite olmazsa neye yarar?

Sokak yasağı sürüyor

Defilelere gelenler Sahaflar Sergisi'ni de gezmiştir. Ben Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah'a hâlâ dışarıda bir kahve içmemize izin çıkmadığı için kırgın olduğumdan ona da gitmedim! Galata Meydanı, Pera gibi pek çok yerde sokaklar ıssız değil, ama insanlar dışarıda oturacak yer aramaktan başları dönüyor. Turistler oturup para harcayacakları yerde banklarda marketten aldıkları içeceklerle vakit öldürüp gidiyor. Şimdi sıra teraslara geldi deniliyor, Beyoğlu’nda teraslara da yasak gelecekmiş!

İçeride için ziftlenin kafirler! Bravo, yasak dediğin böyle can yakmalı zaten. Kaldırımları, meydanları işgal etmeyin diye masa iskemle koymak yasak ama Eminönü'nde işportacıdan yürünmüyor! Gece yürüyüş yapmaya çıkıyorum, Galata Köprüsü’nden Eminönü’ne, Sirkeci'ye kadar yürüyorum. Aman Allahım, orası bir işportacı cenneti. Yerlere serilmiş naylonların üzerinde ayakkabıdan gece lambasına ne ararsan var. Aralarından geçip vapur iskelesine gidene kadar vapuru kaçırırsın. Yanık yağ ve balık kokusuna soğan kokusu karışıyor, mısırcısı turşucusu cirit atıyor. Fatih Belediyesi bundan rahatsız değil herhalde ya da bir anlaşma yapıldı çünkü Yeni Camii önünde işporta gözükmüyor!

Sağlığa dikkat, eksen kaymış

Niye karardın böyle diye meraktaysanız, sağlık sorunları. Yakınımdaki herkesin bir derdi var. Doktor arkadaşlarım da uyarıyor. Japonya depreminden sonra manyetik alan ekseni kaymış. Ölçmek için uğraşıyorlarmış ama henüz ne kadar olduğunu hesaplayamamışlar. İnsan bünyesi bu yeni duruma uyum sağlamakta zorlanıyor, bu da bir çok hastalığa yol açıyor, özellikle boğaz hastalıkları ortaya çıkıyormuş.

Bir de kanser hastalıkları ne kadar arttı farkında mısınız? Hormonlu gıdalar, sağlıksız sular, kullandığımız her türlü manyetik alan yayan teknolojik aletler neden oluyor buna. Sinsi hastalığın belirtileri de çok geç ortaya çıktığı için mücadele şansı azalıyor. En son öğrendiğim bir noktaya dikkat, çok su içme ihtiyacı da kolonla ilgili belirti imiş. Hiç aklıma gelmezdi. Bir de stres tabii! Bir huzurlu günümüz geçiyor mu? Tatlı Eylül, çocukluğumda bir film adıydı, orada kaldı...

Sıradaki haber yükleniyor...
holder